Üniversite Harcı Haraçtı, Kefil İse Berber Ahmet Abi!
- Birol Öztürk

- 5 gün önce
- 4 dakikada okunur

Türkiye’de 208 üniversite varmış, an itibariyle ve bunun neredeyse yarısı özel üniversite…
Bir zamanlar, devlet üniversiteleri dışında tek sınıf dahi özel üniversite yoktu. Eğitimin ve sağlığın özelleştirilmesi, hele hele TEKEL gibi kurumların özelleştirilmesi hayalden dahi değildi. İşte o devirlerde üniversite öğrencilerine “Öğrenim Kredisi” ve “Harç Kredisi” bir de “Başbakanlık Bursu” verilirdi, hâlâ var mı bilmiyorum. Başbakanlık Bursu, bedavaydı; geri ödemesiz…
Kredilerse adı üstünde işte, vakti zamanı gelince, hakkınca faiziyle “eşit taksitler hâlinde” ödenecekti. Bak burası çok önemli; eşit taksitler hâlinde…
Bu kredi ve burslar öyle çok büyük paralar değildi, üç ayda bir yatardı hesaplara, engelli maaşı gibi; çok büyük paralar değildi ya, yoksul halk çocukları için can suyuydu bir yerde.
“Engelli maaşı gibi…” tabirim yanlış anlaşılmasın, engellilere, dezavantajlılara statükonun bakış açısına dikkat çekmek adına hatırlattım bu uygulamayı.
Yemek her gün
su her gün
yaşam her an
ama maaş üç ayda bir…
Valla bir tık ötesi bildiğin “ölme eşeğim ölme” masalı…
Esas dert, devlet üniversitelerinde uygulanan “Öğrenim Harcı” ydı. 1990’larda “İkinci Öğretim” uygulamasıyla birlikte bugünkü “Özel Üniversite” lerin mali antrenmanı yapılırken, aslı asaleti, mantığı adaleti olmayan harçlar iyice artırılmış ve “haraç” a dönmüştü adeta.
Dünya meselelerini mesele eylemiş gençler, sınıflarda, amfilerde, kampüslerde, meydanlarda protesto ediyordu ve polis, jandarma müdahalesiyle kan gölüne dönüyordu her yan… Peşinden gözaltı, peşinden parmak izi, peşinden fişlemeler. Her şey bir anda masumiyetten ve kontrolden çıkıyordu. Şiddet ve hiddet sınır tanımıyorken, “Beyaz Toros” larla örülüyordu anayurt, baştanbaşa…
Öğrenim Kredisi ve Harç Kredisi için ayrı ayrı başvurulurdu, Kredi ve Yurtlar Kurumu’na; bir dünya evrak hazırlanır o da yetmez devlet memuru ya da primlerini muntazaman ödemiş, icabında siftahsız kepenk kapatan, ekonomik krizlerin tek kerizi BAĞ-KUR’lu esnaftan kefil istenirdi. Kefil dışında her şey kolaydı. Öğrencisin, toysun, gurbettesin, memlekette bu şartlara haiz yakının olsaydı zaten bu kredilere tenezzül etmezdin, gibi bir durum.
Üniversitesi ve kışlası olan kentlerin sokakları, hafta içi öğrencilerin, hafta sonu askerlerindir. Hafta içi rengârenk, kızlı erkekli ve gayri nizami o sokaklar, hafta sonu nefti, safi genç, dinç erkek ve nizamidir. Bu kentlerin esnafı, velinimet bilir öğrenciyi de askeri de ve ona göre davranır, iyi davranır yani. Lokantaları bol kepçe, çay bahçeleri çift şekerli, simitleri bol susamlı, tostları çift kaşarlı ve su bedava, ekmek bedava… Ha tabi ki hava da bedava, Orhan Veli’den biliyoruz; bedava yaşıyoruz bedava…
Berber Ahmet Abi de o “iyi” lerdendi, öylece de yerini aldı hatıralarımda. Hani “Düğün Dernek” diye bir sinema filmi var ya, orada “Tüpçü Fikret” diye bir figür var ya, bizim Ahmet Abi fiziken aynen Tüpçü Fikret... Alabildiğine kel, bodur, her işin içinde, meraklı ve zeki… Kentin en işlek caddesinin, en tenha köşesinde iki koltuklu, sabun kokulu, aynalarının kıyısı köşesi paslanmış, on, bilemedin on beş metrekare bir mekandı Ahmet Abi’nin berber dükkanı.
Ahmet Abi, doğup büyüdüğü ve ekmeğini kazandığı, işgal görmüş bu Ege kentinin köylük yerindendi ve kentin sosyolojik, kültürel özgünlüklerinin tekmilini barındırıyordu. Bıyıklarının ucu siyasi atmosfere bağlı olaraktan uzar, kısalır, kıvrılır, sarkar, buydu tek tutarsızlığı da.
Ense kulak tıraş eder ve tıraş tarifesi de “ver işte bir şeyler” di. Tabi bu tarife öğrenci ve askerlere dairdi.
Bir ara dükkânın önünde tezgâh açtı Ahmet Abi, askeri malzemeler, askere lazım gelen malzemeler satılmaya başladı, hafta sonları. Ayna, tarak, jilet, tıraş makinesi, don, çorap, fanila, sabun, boş künye ve şafak defteri gibi bir sürü ıvır zıvır. Bu böyle birkaç hafta devam etti ve en sonunda tezgâhı dağıttı Ahmet Abi “len dinine yandığımın memleketinde tek keriz ben miyim gali“ diyerek. Mevzu şu; Ahmet Abi, bir sattıysa beş çaldırdı. Asker milleti bu, inzibatın olmadığı yerde eşkıya. Hoş, memleket de aynıydı bir yerde; Selçuk Parsadan diye bir adam vardı, Başbakan’ ı tokatlamıştı herif, Genel Kurmay Başkanı’nı taklit ederek. Parsadan “Örtülü Ödenek”ten malı götürmüş ve enselenmiş, sevgili halkım o ödeneğin neden “örtülü” olduğunu değil de Parsadan gibi bir namussuzun ahlakını sorgulamış, asmış kesmişti.
“İnsan, bildiği işi yapacak len bizim oğlan. Kanaatkâr olacak gali” diyerek de dersini alıp da ezber etmişti Ahmet Abi. Oysa tarihten aldığımız tek ders, ders almamamızdır; bunu da yaşaya yaşaya, tecrübe ede ede öğrenecektim. Ahmet Abi daha sonraki zamanlarda ev ve de el, evde el yapımı reçel, köy işi yoğurt falan da satmaya çabaladı dükkânının önünde… Orada da koca bir bidon karışık turşuyu çaldırarak kapattı tezgâhı.
Bir akşamüzeri, önümüz kış, Ahmet Abi’nin dükkânı önünde sohbet ediyoruz, makara kukara. Memleket meseleleri, yokluk, yoksulluk, öğrenci olayları, terör saldırıları ve katledilen aydınlar, Özal, Demirel ve yıldızı parlayan Tansu Çiller falan derken konu bizim Öğrenim Kredisi ve Harç Kredisi mevzusuna geldi “aslanım bu üniversiteliler neyi beğenmiyor da eşşek gibi tepişiyor gali” dediğinde Ahmet Abi.
Devletin, sınav kazanıp üniversiteye girmeye hak kazanan halk çocuklarından “harç” adı altında para almasını çok iyi anlayamasa da parası olamayana “kredi” verildiğini duyunca kabardı “devletçi” yanı Ahmet Abi’nin.
“E oğlum o zaman verileni alın, ne diye zort yapıveriyorsunuz gali” dedi.
Anlattık prosedürü ve illa da “kefil” şartını.
“Ben kefil olurum” dedi, pat diye.
Oldu da!
Belli ki tedirgin olmuştu Ahmet Abi, bizim gibi tanıdığı, bildiği çocukların da başına bir fenalık gelmesinden. Mesele paraysa, kefillikse çözüm de kolaydı. Ahmet Abi’ye kalsa paranın çözemeyeceği mesele yoktu.
Ahmet Abi’nin kefaletiyle tüm öğrenim hayatım boyunca “Öğrenim Kredisi” ve “Harç Kredisi” aldım, can suyu. Üç ayda bir Öğrenim Kredisi, her sömestre öncesinde ders kaydı yaptırırken Harç Kredisi’nden mütevellit muafiyet… Üç ayda bir de olsa para geliyordu ama meseleler hâlâ meseleydi.
Meseleleri mesele yapmasak mesele kalmayacaktı belki, Süleyman Demirel’in dediği minval üzere ama hayat da Güliz Sokak gibi elit değildi, herkes için. Meseleler acayip meseleydi.
Zaman tütün gibi tükendi. Okul bitti, ekmek davası başladı ve Ahmet Abi’nin kefaletiyle aldığım kredilerin ödeme planı önümdeydi. Hiç aksatmadan ödedim, faiziyle birlikte. Oysa faiz o devirlerde de “haram” dı, o devirlerde de “nass“ ın borusu öterdi. Ya da ben öyle sanıyordum.
İnsan, inanmak, güvenmek istiyor insana. Faydası dokunsun istiyor, faydaya muhtaç olana. İnsan, insanın güveniyle beslenmemeli, boşa çıkarmamalı güveni, sömürmemeli iyi niyeti. Yoksa para hiçbir meseleye çare değil.
Para, olmadığı zaman önemli…












Yorumlar