top of page

Sefillik...

ree

5 Nisan 1994…

Yirmili yaşların başında, başında kavak yelleri esen, memleket meselelerini mesele etmiş üniversite öğrenciyim. Öğrencilik, doğası gereği sefillik. Biz de “Sefil Bilo” dan az beriliğiz.

Babası doktor olan da babasız olan da sefildi… Öğrencilik, sefalet paydasında eşitliyordu hepimizi. Öğrencilik, bildiğim en net komünisttir; din, dil, ırk, cinsiyet ve sınıf gözetmeksizin herkesi “ortalama” da eşitliyor. Ha bir de sınır mınır tanımıyor…

ree

Öğrenci evinin baş yemeği, bol soğanlı, az salçalı ve de az yağlı patatesti. Yemek vakti kapı her çaldığında yere serili sofra bezine bir tabak ve bir kaşık konulurken yemeğe de bir bardak daha su eklenirdi. Rızık bu, bir şekilde çıkıyor işte.

Nasibindir kaşığına gelen.

Memleketin hâlini, ahvalini hiç sorma! Tansu Çiller başbakan ve icraatlarından çok, gaflarıyla gündemdeydi.

Zeytinburnu’nda mitingde “Sevgili Zeytinburunlular” demişti mesela… “Sevgili Samsunlular. Sizleri Akdeniz’in incisi yapacağız” da demişti.

“Mübarek kurban şeker bayramınız kutlu olsun” diyerek tekmil bayramları tek seferde kutlayıp, katlayıp kaldırmıştı.

Sivas’ta Sivaslılara seslenirken “bu bacınız sizi il yapsın mı” deyivermişti milattan önce 7 bin yılına kadar kök salmış kadim kentten ötürü.

Üç bin yıllık Göktürk Kitabeleri’ne “Gökberk Kitabeleri” diyecek kadar mevzuya uzak Çiller’in, meclis kürsüsünden “Mesut Yılmaz iktidarsızdır” demesi de Türkçe ve coğrafya gerçeğinden ne kadar uzak olduğunun işaretiydi aslında ya, gülüyorduk ağlanacak hâlimize.

Ne acıdır ki, Tansu Çiller, gaflarından daha yıkıcı ve çata küte yönetiyordu ülkeyi. Zam, zulüm, işkence, devletin içine çökmüş, çöreklenmiş çeteler, mafya siyaset ittifakı, hayat pahalılığı, terör, baskılar ve cezaevlerine doldurulan aydınlar, faili meçhuller… Yandaşlar, devlet eliyle fonlanan nüfuzlular ve her taşın altından çıkan enişte Özer Çiller…

Her şeyin tam olarak boka sardığı tarihtir 5 Nisan…

O tarihte “acı reçete” açıklandı ve tüm bu kötü gidişatın faturası halka kesildi. İşçinin, memurun maaşına el konuldu. Emeklilik yaşının yükseltilmesi için çalışma başlatıldı. Emekliler unutuldu, ölmeyecek kadar bir maaşa layık görüldü. Ev kiraları fırladı. Türk lirası hızla itibar kaybetti, döviz kuru ve enflasyon fırladı, alım gücü düştü ve soğanı artık taneyle alabilir hâle geldik. Patatesi demiyorum bile.

Toplumun en geniş sınıfı garibanlar, yoksullar, sefiller, semt pazarı çöpleri arasında sebze meyve toplar hâle geldi, çöplükte didinen tavuklar gibi. Eti, budu gören kim. Et dediğin altından kıymetli…

Esnaf siftahsız kepenk kapatırken, batan batanaydı. İntihar vakaları birbirine karışıyor, artık buna da alışıyorduk.

Artık, yarım soğan, iki patates, birkaç damla yağ ve kaşık ucu salçayla kaynıyordu tenceremiz ve su miktarı iki katına çıkmıştı.

Bir zaman sonra su ve elektrik faturası da eve dadanan hırsıza dönmüştü.

Anlayacağın, o devirler çok kötüydü çok.

Şükür geçti o günler. O zor günler de geçti ve sonra, hep daha zor günler geldi.

 

Olabilir

       neşter izi değil, geçer

            ve değişir, eskiye dair ne varsa

 

Muhakkak devleşir karşında devir

     ancak, ufkuna engel değildir

           devir

                 yık geç

                       geç değildir

                           kurduğun her hayal senindir

 

Bir fıkrayla devam edelim devire. Devirdir, devir geç.

Adamın biri, yanında karısı ve baldızı, yayan yapıldak düşmüş yola. Az gitmiş, uz gitmiş ya da çok gitmiş, artık bilemiyorum; önlerine bir dere çıkmış. Bunlar iki bacı “biz geçemeyiz kendi kendimize, karşı kıyıya” diye cığır etmiş.

“Eee n’olacak, nasıl olacak” derken “sen bizi sırtına alıp geçireceksin karşıya, sırasıyla” demişler ve de karısı “bu zamana kadar hep sen bindin sırtıma şimdi sıra bende” diyerekten ilk o binmiş adamın sırtına ve geçmişler karşıya. Adam bu defa sırtlamış baldızını… Derenin tam ortasında “ablam mı daha ağır, ben mi?” diye sormuş baldız, yersiz.

“Taşıyan ben olduktan sonra ne fark eder” demiş adam.

5 Nisan 1994…

Tabi ki her şey, hepten kötü değildi. Mesela Ahmet Kaya vardı, Yaşar Kemal, Kemal Sunal vardı. Sanatın her dalı vardı Cem Karaca, Barış Manço, Münir Özkul ve Tuncel Kurtiz vardı.

Gazeteciler vardı, öyle “gaztenekeci” değil, aslan yürekli her biri; her birini bir bir yok ettiler sonra, gözümüze baka baka…

Belki toyduk ama gidenin yerinin dolmayacağı bir çağa evrildiğimizi biliyorduk.

Tüm telaşımız da bundan ötürüydü belki, besbelli ki…

Yorumlar

5 üzerinden 0 yıldız
Henüz hiç puanlama yok

Puanlama ekleyin
bottom of page