Nataşa...
- Birol Öztürk

- 27 Haz
- 3 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 20 Tem

Mesela Nazım Hikmet, mesele Yılmaz Güney, mesele Ahmet Kaya; mezarı yurtdışındaki sanatçılarımıza köşe başı örneklerdir.
Boşlukları asla doldurulamayan sanatçılarımızın, yurttaşlarımızın mezarlarını ne vakit ziyaret edersen et hep taze çiçekler göreceksin; şaşırma!
Çünkü onlar, tarihin en güzel yerinde en güzel sözü ettiler!
Özellikle turistik gezi için yurtdışına çıkan her Türk vatandaşının, ister sağcı olsun ister solcu, bu mezarları ziyaretleri ortak paydadır. Bunu laf olsun diye demiyorum ha, bizzat şahit olmuşluğum var, belgeye gerek yok. O mezarların başında aynı anda “Tek Yol Devrim!” diye slogan atanı da vardır, avuçlarını Tanrı’ya açıp Fatiha okuyanı da… Kürtçe bir şiir okuyup da içli bir ağıt çağıranı da; şaşırma!
Nazım Hikmet’in mezarında granitten yapılmış Nazım Hikmet silüeti bir zamanların iki buçuk lirasının tura yüzündeki Atatürk kabartmasını ne kadar da andırıyor.
Ata’nın bu hâli, Kocatepe’de, savaşın o en kanlı günlerine dairdir… Yoksa bizzat Kocatepe’deki o anı andırsın diye mi öyle yapılmıştı Nazım’ın mezar taşı? O ki Nazım Hikmet, Mustafa Kemal’in askeri olmak için Anadolu’ya geçmiş bir vatanseverdi, milli mücadele yıllarında; yanında can dostu Vâlâ Nureddin yani Vanü…
“Lafın tamamı deliye söylenir” denir bizim buralarda; yani azizim, kim hain, kim kahpe, kim terörist ve kim yurtsever buna tarih karar verir.
“Yani tarihin durdurulmaz emridir” der Necati Siyahkan “Nataşa” adlı şiirini bitirirken… O emir illaki tecelli eder!
Ah mirim, geçer tüm yangınlar ve tarihin en güzel yerinde en güzel sözü edenler kalır bakiye; bakiye kalmak umuduyla…
Madem ki okudun buraya kadar Nataşa da ikramım olsun, naçizane…
NATAŞA
Nasıl ki bir ana ceylan
vurulmuş yavrusuna
içten yanıyorsa
Ve nasıl ki
Teksaslı bir kız
Almanya'da öleni
İstanbul'da arıyorsa
İşte öylesine…
Beyaz yeleli bir atın sırtında
gece demeden
gündüz demeden
durumdan dinlenmeden
koşarak
Azgın denizlerdeki
kudurmuş dalgalar gibi
coşarak
Kokladığın her çiçeği
yaprak yaprak
Bastığın her adım toprağı
parmak parmak
dolaşarak
Bir gün ben de seni aramaya çıkacağım Nataşa!
Seni kaybettiğim dünyada bulmak istemiyorum
Geçtiğim yollardaki bütün aynaları
ters kapattım
O, her köşe başında
tüm insanlardan sakladığım
hatıralardan
birer yıldız yaptım
Ve onları
bilmediğim bir dünyanın
göklerine astım
Tut ki
yirmi altıncı asırda
Merih'te
Yahut
on sekizinci asırda
Uranus'ta
Yahut
zaman adlı çizginin
bir x noktasında
O her köşe başından
çekip çıkardığım
Ellerimle göklerine
pençe pençe
yıldızlar astığım
dünyadayız
Orada
ne meyhane tezgahlarında
mumlar gibi yanıp tutuşunların
gönül yarası
Ne yalın ayak başı kabak
sokakta dilenenlerin
ekmek davası
Ve ne de
kana susamış insanların
ölüm kavgası…
Her köşe başında bir çeşme
Her çeşmeden
oluk oluk akan sular
Ve suların başında
hep bir ağızdan
ipek bir yumak sarar gibi
türkü söyleyen kızlar…
Ne Neron!
Ne Sezar!
Ne Hitler!
Ne Mussolini!
Ne Hiroşima!
Na-ta-şa!
Dokuz gezegenin
onuncusu
Kardeş kavgasının
en sonuncusu
Öylesine bir dünya ki bu
Ne İsa'nın oniki havarisi
Ne Muhammed'in dört halifesi
Çözemedi
Çözemedi
Bunun ne demek olduğunu
Tüm ışıkları söndürdüler
birer birer
Tüm çeşmelere
kilit vurdular
Güneşi hapsettiler
Ve seni
yıldızların karanlığında
yaşamaya tutsak ettiler
Sen ki
burjuva züppeleri nezdinde
salınları süsleyen bir gül
Ve proleter sınıfından
bir emekçisin
İstesen, senin için
sönen mumlar birer birer yanabilir
Kilit vurulmuş çeşmeler
gürül gürül akabilir
Akvaryumlu meyhanelerde
zümrüt yeşili gözlerine
şiirler okunur
Ve Adalar'da
türküler yakılır
altın saçlarına
Ben
Jandarma dipçiklerinin meydanlarda şaha kalktığı
Sokakları barut ve ölüm kokularının
sardığı
bir sonbahar akşamında
üç kurşun sesiyle doğdum
Senin için doktor, hastacakıcı
ebe, hemşire
yahut suyla ekmek
ne ise
Benim için
Sehpa ve ölüm
Barut ve ateş
yahut kavga
Odur
Ve kavgasız geçen günlerimin neşesi yoktur
Yasamızda
akvaryumlu meyhanelerde
zümrüt yeşili gözlerine
türkü yakmak yok
Biz çoktan erittik yüreklerimizin çelik potasında
sütün bacaklı kızların gözbebeklerini
Yasamızda
Kilit vurulmuş
yasak kapıları
kırmak yok
Açmak var
Suları gürül gürül
akıtmak var
Ve tüm insanları
insanca yaşatmak var
Yasamızda
Kan
Barut
Ateş
Ölüm
Yok
Olmayacak
Özgürlük ve kardeşlik var
Ve düşün ki
Seni yıldızların karanlığında
yaşamaya tutsak ettiler
Ve sen
siyahın ne kadar siyah
beyazın ne kadar beyaz
olduğunu görmeden öleceksin
Oysa ki ben
güneşi aydınlığını gördüm
Güneşin hapsedildiği yeri biliyorum
Hazır ol
ordu ordu
bölük bölük
teker teker
geliyorum
Bu
ne benim sana
tepeden inme bir emrim
Ve ne de
ayaklarına kapanıp ağladığım
bir yalvarışımdır
Bu
eğilmez başların
bükülmez bileklerin
Yani tarihin
durdurulmaz emridir…












Yorumlar