top of page

Nataşa...

Güncelleme tarihi: 20 Tem

ree

Mesela Nazım Hikmet, mesele Yılmaz Güney, mesele Ahmet Kaya; mezarı yurtdışındaki sanatçılarımıza köşe başı örneklerdir.

Boşlukları asla doldurulamayan sanatçılarımızın, yurttaşlarımızın mezarlarını ne vakit ziyaret edersen et hep taze çiçekler göreceksin; şaşırma!

Çünkü onlar, tarihin en güzel yerinde en güzel sözü ettiler!

Özellikle turistik gezi için yurtdışına çıkan her Türk vatandaşının, ister sağcı olsun ister solcu, bu mezarları ziyaretleri ortak paydadır. Bunu laf olsun diye demiyorum ha, bizzat şahit olmuşluğum var, belgeye gerek yok. O mezarların başında aynı anda “Tek Yol Devrim!” diye slogan atanı da vardır, avuçlarını Tanrı’ya açıp Fatiha okuyanı da… Kürtçe bir şiir okuyup da içli bir ağıt çağıranı da; şaşırma!

Nazım Hikmet’in mezarında granitten yapılmış Nazım Hikmet silüeti bir zamanların iki buçuk lirasının tura yüzündeki Atatürk kabartmasını ne kadar da andırıyor.

Ata’nın bu hâli, Kocatepe’de, savaşın o en kanlı günlerine dairdir… Yoksa bizzat Kocatepe’deki o anı andırsın diye mi öyle yapılmıştı Nazım’ın mezar taşı? O ki Nazım Hikmet, Mustafa Kemal’in askeri olmak için Anadolu’ya geçmiş bir vatanseverdi, milli mücadele yıllarında; yanında can dostu Vâlâ Nureddin yani Vanü…

“Lafın tamamı deliye söylenir” denir bizim buralarda; yani azizim, kim hain, kim kahpe, kim terörist ve kim yurtsever buna tarih karar verir.

“Yani tarihin durdurulmaz emridir” der Necati Siyahkan “Nataşa” adlı şiirini bitirirken… O emir illaki tecelli eder!

Ah mirim, geçer tüm yangınlar ve tarihin en güzel yerinde en güzel sözü edenler kalır bakiye; bakiye kalmak umuduyla…

Madem ki okudun buraya kadar Nataşa da ikramım olsun, naçizane…

NATAŞA

Nasıl ki bir ana ceylan

vurulmuş yavrusuna

içten yanıyorsa

Ve nasıl ki

    Teksaslı bir kız

        Almanya'da öleni

                       İstanbul'da arıyorsa

İşte öylesine…

Beyaz yeleli bir atın sırtında

     gece demeden

         gündüz demeden

            durumdan dinlenmeden

koşarak

Azgın denizlerdeki

      kudurmuş dalgalar gibi

                         coşarak

Kokladığın her çiçeği

yaprak yaprak

Bastığın her adım toprağı

parmak parmak

dolaşarak

Bir gün ben de seni aramaya çıkacağım Nataşa!

Seni kaybettiğim dünyada bulmak istemiyorum

Geçtiğim yollardaki bütün aynaları

ters kapattım

 

O, her köşe başında

       tüm insanlardan sakladığım

            hatıralardan

                 birer yıldız yaptım

Ve onları

       bilmediğim bir dünyanın

            göklerine astım

Tut ki

        yirmi altıncı asırda

                   Merih'te

Yahut

        on sekizinci asırda

                   Uranus'ta

Yahut

          zaman adlı çizginin

              bir x noktasında

O her köşe başından

      çekip çıkardığım

Ellerimle göklerine

       pençe pençe

           yıldızlar astığım

                dünyadayız

Orada

       ne meyhane tezgahlarında

          mumlar gibi yanıp tutuşunların

                     gönül yarası

Ne yalın ayak başı kabak

       sokakta dilenenlerin

             ekmek davası

Ve ne de

       kana susamış insanların

                ölüm kavgası…

Her köşe başında bir çeşme

    Her çeşmeden

        oluk oluk akan sular

Ve suların başında

      hep bir ağızdan

           ipek bir yumak sarar gibi

               türkü söyleyen kızlar…

Ne Neron!

Ne Sezar!

Ne Hitler!

Ne Mussolini!

Ne Hiroşima!

 

Na-ta-şa!

 

Dokuz gezegenin

           onuncusu

 

Kardeş kavgasının

           en sonuncusu

 

Öylesine bir dünya ki bu

Ne İsa'nın oniki havarisi

Ne Muhammed'in dört halifesi

Çözemedi

Çözemedi

      Bunun ne demek olduğunu

 

Tüm ışıkları söndürdüler

             birer birer

Tüm çeşmelere

             kilit vurdular

Güneşi hapsettiler

 

Ve seni

       yıldızların karanlığında

          yaşamaya tutsak ettiler

Sen ki

       burjuva züppeleri nezdinde

           salınları süsleyen bir gül

Ve proleter sınıfından

       bir emekçisin

İstesen, senin için

       sönen mumlar birer birer yanabilir

Kilit vurulmuş çeşmeler

       gürül gürül akabilir

 

Akvaryumlu meyhanelerde

       zümrüt yeşili gözlerine

           şiirler okunur

Ve Adalar'da

      türküler yakılır

          altın saçlarına

 

Ben

  Jandarma dipçiklerinin meydanlarda şaha kalktığı

      Sokakları barut ve ölüm kokularının

sardığı

     bir sonbahar akşamında

         üç kurşun sesiyle doğdum

Senin için doktor, hastacakıcı

      ebe, hemşire

          yahut suyla ekmek

               ne ise

Benim için

Sehpa ve ölüm

Barut ve ateş

        yahut kavga

               Odur

Ve kavgasız geçen günlerimin neşesi yoktur

 

Yasamızda

      akvaryumlu meyhanelerde

          zümrüt yeşili gözlerine

              türkü yakmak yok

Biz çoktan erittik yüreklerimizin çelik potasında

sütün bacaklı kızların gözbebeklerini

 

Yasamızda

    Kilit vurulmuş

       yasak kapıları

          kırmak yok

             Açmak var

Suları gürül gürül

        akıtmak var

Ve tüm insanları

       insanca yaşatmak var

 

Yasamızda

    Kan

       Barut

          Ateş

            Ölüm

                Yok

                     Olmayacak

Özgürlük ve kardeşlik var

 

Ve düşün ki

Seni yıldızların karanlığında

       yaşamaya tutsak ettiler

 

Ve sen

        siyahın ne kadar siyah

           beyazın ne kadar beyaz

              olduğunu görmeden öleceksin

 

Oysa ki ben

        güneşi aydınlığını gördüm

 

Güneşin hapsedildiği yeri biliyorum

 

Hazır ol

    ordu ordu

        bölük bölük

           teker teker

               geliyorum

 

Bu

     ne benim sana

          tepeden inme bir emrim

Ve ne de

       ayaklarına kapanıp ağladığım

                   bir yalvarışımdır

Bu

      eğilmez başların

           bükülmez bileklerin

Yani tarihin

         durdurulmaz emridir…

Yorumlar

5 üzerinden 0 yıldız
Henüz hiç puanlama yok

Puanlama ekleyin
bottom of page