KONUŞMAK...
- Gürsel YILDIRIM
- 18 Nis
- 2 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 8 May

Bugün “konuşmak” üzerine yazayım dedim. Gördüğüm şu; çok konuşanın konuştukça battığı, konuşmayanın da konuşmadıkça anlaşılamadığı.. Konuşulan yerde hangisini tercih etmeli?
Konuşma olayında küçük pay, konuşmasını bilenlere; büyük pay ise susmasını bilmeyenlere düşüyor nedense. İnsanların bazıları konuşmakla anlattıklarını sanırlar. Halbuki konuşan dinleyenden, konuşulan konuyu az biliyorsa sözün arkası gelmez, noktayı koyamaz. Dinleyen zaten konuyu bildiğinden dinler gibi yapar. Belki arada bir öksürür ya da güler. Bu konuşana işarettir ama dil susmuyor ki!
Çok konuşmak bir şeyi anlatmak değildir. Dolayısıyla çok şey de değildir. Önemli olan az konuşarak çok şeyi anlatabilmektir. Buna indirimli konuşmalar da diyebiliriz. Her indirim markette olmaz elbette.
Konuşma üzerine konuşma yapmış yazar şöyle diyor: “Sustuğunuz sürece konuşun, konuştuğunuz sürece susun. Değiştirin bakalım ne olacak!”. Çok şey olacağı kesin de bunu yapabilecek gücünüz varsa tebrik ederim.
Çoğu insan bağırarak konuşur, dikkati daha çok çekeceğini sanır. Halbuki kendi sesine boğulmakta, kendini dinleyen olmamaktadır. Ses hüzün kokuyorsa konuşanı anlamak için hüzünlenmek gerekmez ama kelimenin hüznüne katılmak ilgiyi artırır.
Susmak elbette bir olgunluk işaretidir. Bunu herkeste arayamazsınız. Hele konuşmak için konuşanlar susmanın ne olduğunu asla bilemezler. Her zaman konuşmamak susmanın değerini artırır. Şiirce söylemek gerekirse “Ben senin susmalarını dinlerim”.
Konuşmakla ilgili bir alıntı.
“Bir masa ile bir sandalye konuşuyorlar.
Masa diyor ki:
Şu konuşan adam bir sussa, kazanacak.
Öteki de konuşursa kaybedecek.
Üçüncüsü ise dinlemese de olacak.
Sandalye cevap verir:
Benim üzerimdeki de bir kalkıp gitse, sevilecek.
Halı söze karışıyor:
Niye bilmezler.
Düşünürün biri şöyle diyor:
“Bir şeyi söyleyebilmek için bin düşündüm.
Bir şeyi anlatabilmek için çok bin”.
Düşünme deyince şu küçük fıkrayı yazmam gerek.
Temel dalgın dalgın yürüyormuş. Eve girmiş, salondaki aynanın karşısına geçmiş. Ayna dile gelmiş;
Aklından neler geçiyor, diye sormuş.
Temel yanıtını yapıştırmış;
“Sen git onu Fadime’ye sor”.
Aklımızdan geçenleri bilme konusunda kadınlara diyecek yok doğrusu. İktidarlar bu yüzden kaybediyorlar. Tencereyi, aşı, ekmeği bilen kadınlara “Haliniz nice!” diye sorulmazsa altınızdaki koltuğu kaybedersiniz. Günümüzün iktidarı da bu yüzden kaybetme yolunda kör gözle yürüyüp duruyor. Çok konuşuyor, az susuyor.
Anlamlı konuşmalar dileğiyle.
18 Nisan 2025/ORDU
Comments