Gazete...
- Birol Öztürk

- 25 Tem
- 2 dakikada okunur

“Şeytan Uçurtması” yapardık, Şeytan bunun neresindeyse, kuyruğu gazeteden…
Yalınayak geçirdiğimiz uzun ve sıcak yaz günlerinde şapka yapardık, gazeteden; tepesiyle, tereğiyle…
Sivrisineği, karasineği, uçan kaçan haşeresi bol memlekettir burası; gazeteyi tekmil sayfalarıyla sopa gibi katladığında on numara, beş yıldız bir haşere avıcısıdır gazete…
Öğrenci evlerinin vazgeçilmez ve bereketli sofra örtüsüdür gazete…
Yaz gelip de sobalar söküldüğünde, duvardaki çirkin, korkunç baca deliğinin en masrafsız kamufle malzemesidir gazete…
Tırnak mı keseceksin ulu orta, icabında hem el hem de ayak, çıt çıt kesilen o tırnaklar sıçramasın oraya buraya diye, icat edilmiş en muhteşem örtüdür gazete…
En inatçı lekelerin hakkından gelip de camları su gibi berrak eyleyen de gazetedir, yemişim “Camsil” ini “Aspir” ini bilmem neyini… En adi kâğıda basılan gazete, en kaliteli cam silme bezidir…
Çarşı pazarda kese kâğıdı, mutfakta terek örtüsü, kuş kafesinin altlığı da gazetedir…
Köşedeki bakkaldan veresiye alınan 35’liği sarıp sarmalayan da çekirdeğe külah, bekar evlerinin pencerelerine perde ve kırılacak eşyaların en sağlam ambalajı da gazetedir…
Soba, mangal tutuşturucu ve de o mangalın yelpazesidir gazete…
Ayakkabı, çanta dolgusu… Pilav demleyici… Badana boya yaparken yeri, döşemeyi koruyan en ucuz ve işlevsel örtüdür gazete…
Kâğıttan gemiler, uçaklar yaparak geçti çocukluğum, herbiri gazeteden… Okul çağına erişince yaşım, defterim, kitabım oldu ve kitabıma, defterime kaplıktı gazete…
“Yasak” lı kitaplarıma peçeydi gazete…
Sonra…
Sonra en iyi arkadaşım öldü, trafik kazasında… Kaza yerinde ve de hemen, anında öldü, gazeteyle örttüler parçalanmış, cansız bedenini…
Gazeteden her şeyi yaptık da bir tek hakkıyla okumadık, okuyup anlamadık, anlayıp sorgulamadık, sorgulayıp hesap sormadık…
Oysa o gazetelerde; Yaşar Kemal, Orhan Kemal, Fakir Baykurt, Can Yücel, Abdi İpekçi, Çetin Emeç, Turan Dursun, Aziz Nesin, Sabahattin Ali, Yaşar Nuri Öztürk, Zülfü Livaneli, Hrant Dink, Ahmet Taner Kışlalı, Toktamış Ateş gibi gibi gibi insanlık mucizesi değerler birbirinden muhteşem mevzuları yazıyordu… Üstüne üstlük bu mucize değerlerin birçoğu, o gazetelerde yazdıklarından dolayı katlediliyordu, faşizm severlerce…
Oysa biz, yüzü kıllı, dişi paslı, koca göbeğini kaşıyan, götü kafasından büyük, gazeteye “sofra bezi” kadar kıymet veren boktan bir güruhtuk; o mucize değerlerin, inci tanelerini okuyup da aydınlanmak kim, biz kim!
Afkurma hemen!
Aksi olsaydı;
yanar mıydı ormanlarımız!
Katledilir miydi kadınlarımız
çocuklarımız!
Gözümüzün içine baka baka, geri zekalıya anlatır gibi yıllara sari yalanlar, bunca kolay yutturulur muydu!
O gazeteleri okusaydık; gülmek devrimci eylemse, konuşmanın devrim olduğunu fark edecektik. Ne zaman ki konuşursun, o zaman çatlar zulmün duvarları. Sosyal medya sallamaları değildir bahsettiğim konuşmalar; bu, başka türlü bir mevzu… Devrimin tohumlarının büyük meydanlarda değil de küçük masalarda ekildiğinin farkını fark eden, ettiren konuşmalar; Mustafa Kemal’in cephede, karargah çadırında, elli santim boyunda, otuz santim enindeki sahra tipi masası gibi misal…
Neyse…
Anton Çehov “yazarın işi, sorunu çözmek değil onu, doğru bir şekilde ortaya koymaktır” demiş…
Biz, işimize bakalım…
Bokuyla kavga edenler bizden değildir!












Yorumlar