top of page

CARİNA’NIN GÜNLÜĞÜ: MADIMAK

Güncelleme tarihi: 20 Tem

ree

Carina Cuanna Thuijs…

Hollandalı akademisyendir ve 2 Temmuz 1993 tarihinde, medeniyetler beşiği Anadolu’da kıçı şalvarlı, bir kucak sakallı, ağzı salyalı yobazlar tarafından katledildi… Sadece ve sadece yirmi üç yaşındaydı Carina…

Anadolu’da kadının durumu, yeri gibi on numara beş yıldız bir tez hazırlamak için rotayı bu kadim topraklara çevirir Carina…

Ortadoğu‘nun eşiği bu toprakların bir bacağında şalvar, diğer bacağında kot pantolon vardır ve “beyaz Toros” larla örülüdür memleketin her yanı, gökte Tanrı, yerde “Derin Devlet” hâkimdir. Faili malumun meçhulü bir terör çağıdır ve Carina’nın ailesi çok da gönüllü değildir çocuklarını bu ayar tutmaz coğrafyaya göndermeye…

Soframızdaki yeri öküzümüzden sonra gelen, eksik etek, kaşık düşmanı kadının adı da kıymeti de önemi de yoktu bu topraklarda, hiç de olmamıştır; iş lafa gelince mangalda kül bırakmayız… Carina’yı ateşleyen buydu belki de; lafzi durumla fiili durum arasındaki yalandan öte şey…

Hollanda’da aynı üniversitede çalışan Türk bir arkadaşının ailesinin yanında kalmak üzere Türkiye’ye gelir Carina. Aile Alevidir ve Alevi kültüründe kadınla erkek, yanarken bile yan yanadır… Alevi kültüründen çok etkilenir Carina ve daha yakından tanımak ister, tezini de o yanlı yoğunlaştırır.

Sivas’ta “Pir Sultan Abdal Şenlikleri” vardır ve Aziz Nesin, valilikçe “şeref konuğu” olaraktan davet edilir.

Pir Sultan Abdal Şenlikleri bu seneye kadar hep, Pir Sultan’ın köyü Banaz’da yapılmaktadır ve sadece bir gün sürmektedir. Vali, şenliği bir haftaya yayarak Sivas merkeze çekmiştir.

Aziz Nesin, o devir, Salman Rüşdi’nin “Şeytan Ayetleri” adlı kitabını Türk okurlarla buluşturur. Şeytan Ayetleri, radikal İslamcılardan büyük tepki almış, İran lideri Humeyni, Rüşdi hakkında ölüm fermanı çıkarmıştır.

Aziz Nesin “İslam düşmanı” diye yaftalanır. İslam, yobazlardan kurtarılamamıştı ve yobazlar her devir taşlayacak bir ikon arar ve yaratır. Bu da yetmiyormuş gibi bir de Pir Sultan Abdal gibi Kızılbaş’ın önde gideninin (!) heykeli dikilmiştir Sivas’a… Sivas gibi Müslüman bir kentin göbeğine Pir Sultan heykeli dikmek de neymiş! Hem heykel de neymiş, şirk koşmak değil miydi! Heykel, resim, müzik haramdan çıkıp harama giren günahtan bile ağır değil miydi! Sanatmış! Peh!

“Tükürürüm öyle sanatın içine” demiyor muydu başkentin belediye başkanı, jelibon madencisi İ. Melih Gökçek; hah, tam da o kafaydı yani, o günkü kafa…

Derin, karanlık, kapkara karanlık odaklar, tüm bunları cem edip Sivas’ta kanlı bir provokasyon tezgahlamaktadır.

Sivas’a yazarlar, şairler, çizerler, müzisyenler, ozanlar gelmiş; kentin her yerinde aydınlar, muhtelif kültürel faaliyetler… Konserler, imza günleri, sanat dolu söyleşiler, paneller…

ree

Aziz Nesin de kitaplarını imzalamaktadır, tek kişilik tahta bir çay bahçesi masasının başında…

O ara bir kameraman ve muhabir yaklaşıp Şeytan Ayetleri üzerinden Nesin’i sıkıştırmaya çalışır. Nesin, kendini savunurken etraftan sözlü sataşmalar başlar ve korumalar, tatsızlık çıkmasın diye Nesin’i Madımak Oteli’ne götürür. Bu arada, sataşanların provokatör olduklarını zaman ispat edecektir.

Madımak Oteli, etkinlik için dışarıdan gelen misafirler için tahsis edilmiştir.

Küçük küçük gruplar “Şeytan Aziz!” gibi sloganlar atarak eyleme başlar. Tam o ara ve devamında kolluk kuvvetleri havaya iki el ateş açsa, iki cop sallasa, her şey hiçbir şey olacaktır ama yapmazlar…

Arif Sağ, Kültür Merkezi’de konser vermektedir ve bin beş yüz kişi civarında insan konseri seyretmektedir. Kadınlar, çocuklar, gençler… Radikal İslamcılar kültür merkezini taşa tutar. İçerdekiler, bu azgınların içeri girmemesi için masalarla, sandalyelerle barikat kurar. Kolluk kuvvetleri burada müdahale eder ve bir süre sonra bu güruh da yönünü Madımak’a döner.

Oy madımak

Teke tüke sakalı

Oy madımak

Evelik yemlik

Oy madımak

Kuş kuş yemlik

Oy madımak

“Madımak” yöreye özgü bir otun adıdır, biz de yaşaya yaşaya, acıya ağrıya öğrenecektik…

Günler öncesinden gazetelerde provakatif manşetler çıkar ve “Müslüman Kamuoyuna” diye başlayan bildiri dağıtılır.

……………….

MÜSLÜMAN KAMUOYUNA

Bismillâhirrahmânirrahim

“Peygamber, mü'minlere kendi canlarından ileridir. Onun hanımları da mü'minlerin analarıdır” (AHZAB: 6)

Mü'minlere öz canlarından daha ileri olan Allah Resûlü (SAV)'ne ve onun temiz zevcelerine, Allah'ın beytine (Kâbe'ye) ve Kitabı Kur'ân'a alçakça küfredilmekte ve mü'minlerin izzet ve namusuna saldırılmaktadır.

Dünyanın bazı bölgelerinde şeytan ve onun yandaşları olan emperyalist kâfirler dinimize ve mukaddes değerlerimize dil uzatmaktadırlar.

Bunun başını ise satılmış, mürted SALMAN RÜŞDİ köpeği çekmektedir. Bu şeytanî oyunlara karşı, izzetli ve duyarlı müslümanlar yiğitçe mücadele ortaya koyarak bu uğurda canlarını feda etmekten çekinmemişlerdir.

Bu iğrenç oyunların bir uzantısı olarak ülkemizde de; AYDlNLIK GAZETESİ denilen bir paçavrada, mel'un Rüşdi'nin figüranlığına soyunan, dünya emperyalizminin gönüllü uşağı AZİZ NESİN, aynı şekilde, Kur'ân'ın korunmuşluğuna dil uzatmış, Hazret-i Peygamber (SAV)'in aile hayatını (hâşâ) bir genelev ortamına benzetmiş ve ümmetin anaları olan hanımlarına (hâşâ) fahişe deme cüretinde bulunmuştur. Bu olay, dünyanın değişik yerlerinde kâfir devletler tarafından dahi kabul görmezken, basımına müsaade edilmezken, ne yazık ki lâik ve iki yüzlü T.C. Devleti tarafından yayımlanmasına izin verilmiş, ayrıca, bunu kabullenmeyip protesto eden izzetli müslümanlar, devletin polis ve jandarması tarafından joplanmış, kurşunlanmış, bir kısmı da hapishanelere atılmıştır.

Salman Rüşdi köpeği müslümanların çok az olduğu kâfir bir ülkede korkudan sokağa çıkmaya bile cesaret edemezken, onun yerli uşağı Aziz Nesin köpeği, yanında kendisiyle beraber bir ekiple birlikte şehrimiz valisi tarafından davet edilip, şehirde adeta müslümanlarla alay edercesine gezebilmektedir.

Kâfirler şunu iyi bilmeli ki:

İslâm'ın Peygamberini ve Kitabın izzetini korumak için bu uğurda verilecek canlarımız vardır.

Gün; müslümanlığımızın gereğini yerine getirme günüdür.

Gün; Allah (CC)'ın vahyi Kur'ân-ı Kerim'e, Allah'ın meleklerine, Allah'ın Resûlü Hz. Muhammed (SAV)'e, onun ailesine ve ashabına yöneltilen çirkin küfürlerin hesabının sorulma günüdür.

"İman edenler Allah yolunda savaşırlar, kâfirler de tağut yolunda savaşırlar. O hâlde şeytanın dostlarıyla savaşın, çünkü şeytanın hilesi zayıftır." (NİSA: 76)

Galip gelecek olanlar şüphesiz ki Allah taraftarı olanlardır.

Müslümanlar.

……………….

Belediye “Hicret Koşusu” diye bir etkinlik organize eder ve bu organizasyona katılacak “atletler” kisvesi altında şehre çok sayıda radikal İslamcı militan sokulur. Okullar tatil olduğu hâlde tüm yurtlar, pansiyonlar ve misafirhaneler doludur.

2 Temmuz’du…1900’lü yılların 93’üncüsüydü… Bir cumaydı… Cuma namazından çıkanlar, taze abdestleriyle sürü sürü akıp gelir “Otel Madımak” önüne…

“Şeytan Aziz!”

“Sivas Aziz’e Mezar Olacak!”

“Kahrolsun Laiklik!”

“Müslüman Türkiye!”

“Yaşasın Şerit!”

Sloganlarıyla kudurdukça kudurur güruh!

Süleyman Demirel cumhurbaşkanıdır, Tansu Çiller başbakan ve Erdal İnönü başbakan yardımcısı… Ülke, DYP-CHP Koalisyon hükümetiyle karanlıklardan karanlıklara savrulmaktadır. Keza tüm doksanlar böyle geçecektir, ömürleri “kelebek ömrü kadar” hükümetlerin biri kurulup diğeri yıkılırken, siyasal İslam alttan alta, içten içe, derinden derine ve de göstere göstere kurumsallaşır. Testinin içindeki pisliğin dışına sızmaya başladığı devirdir.

Aziz Nesin, yardım gönderilmesi için Erdal İnönü’ye ulaşır telefonla, defalarca ve son görüşmelerinde İnönü “her türden önlem alındı” minvalinde bir şeyler söyler “velettalin amin” kıvamında.

Madımak’ın önünde kuduran güruh on beş bini bulmuştur ve koca ülke televizyon karşısında bu dehşeti seyreder…

Sivas’ta her şey vardı da bir tek devlet yoktu o gün… Kan vardır, taş, sopa, laik düzene karşı örgütlü eylem, ateş, linç, katliam ve tüm bunları “canlı yayın” veren gazeteciler bile vardı da devlet yoktur.

Kara sakallı, gözlüklü bir adam, bir minibüsün üzerine çıkmış ağzına dayadığı megafonla sözüm ona yatıştırır azgın güruhu…

“Biiiiiir şenlikler iptal edilmiştir” der kara sakallı, gözlüklü adam, evvela…

“İkiiiii Pir Sultan heykeli kaldırılmıştır” der, kalabalıktan biri “tekbir” diye bağırdıktan sonra güruhun “Allahu Ekber” diye gürlemesine eşlik eder gibi…

“Üüüçç şehrimize dışarıdan gelenler derhal gidecekler” der ve sinyali çakar hemen “gazanız mübarek olsun” diyerekten.

Bütün mesele de hesap da plan da metot da buydu işte!

“Gazanız mübarek olsun!”

O adam, o kara sakallı, saçları dökülmüş ve gözlüklü adam, güruha konuşan ve konuşmasını “gazanız mübarek olsun” diye bitiren o adam, Sivas Belediye Başkanı Temel Karamollaoğlu’dur. Hani şimdiki zamanlarda birilerinin “bilge başkan” ı Temel Karamollaoğlu… Hiç bir iddiam ve ithamım yok, o tarihe, o olaylara şahadetime dayanarak ediyorum bu lafları. Aynen de böyle oldu! Böyleyken böyle oldu yani.

Günler öncesinden kaldırım taşları getirilir otelin tam karşısına, bir kamyonet yükü kadar… Belediyenin park, bahçe, yol mol işi için süsü verilerek; değilmiş. O taşlarla mübarek olacaktır o gaza… O taşlarla kırılır Madımak’ın tüm camları… Sonra, sonra biri, bir yobaz, çevik hareketlerle otelin zemin üstü katına tırmanır ve eşyaları dışarı atar bir bir… Sehpa, koltuk, eline ne geçtiyse…

Şiddet tırmandıkça güruhtan vahşi çığlıklar yükselir, yükselir, yükselir ve Carina’nın beyninde patlar her biri…

“Neden?” der, Carina.

Hasret Gültekin, cevap veremez ve yakar bir “Kısa Samsun” yobazlar zemin kattan yakarken Madımak’ı… İki ay kadar sonra baba olacaktır Hasret Gültekin ve “Roni” verecekti doğacak çocuğunun adını; Kürtçe’de “aydınlık” demektir Roni. Şu karanlık günde nasıl ironik bir isimdir Roni…

“Burada ölürsek ne olacak?” der ozan.

“Kalanlar ölenler için şiir yazacak” der şair.

Zaman geçmektedir. Tam sekiz saat olmuştur ve artık hava da kararmıştır. Gençler semah dönüp türküler söyleyerek bekler ölümü, umut giderek tükenmektedir.

Alevler ve kapkara duman sarar her yanı… Alt kattan yukarılara tırmanan alevlerin sesiyle ürperir içerdekiler.

Birdenbire

Ateş ve duman

Feryadı figan

Sanki el ele

Geliyor habire

Üstümüze

Üstümüze

ree

Şimdi sırada ölüm vardır, ölümü beklemek vardır. Bir katliamın maktulü olaraktan ölümsüzleşmek, tarihe kalmak vardır.

Carina “Hasret, tezimi asla bitiremeyeceğim” der, ölümü kabullenerek. Oysa bitirmiştir tezini Carina; işte böyle bir şeydi Anadolu’da kadın olmak, aydın olmak. En taze çağında profesör olur Carina…

Ah Carina, anlamıştı işte Pir Sultan’ın “bozuk düzende sağlam çark olmaz” diyerek neyi kastettiğini.

Tam otuz üç can… O katliamda can verdi can… İki otel görevlisi, eylemcilerin içinden de iki ölü… Cemi otuz yedi kişi…

Aziz Nesin, son âna kadar umudunu korumak ister. Otelde bu ülkenin aydınları vardır ve devlet, bu aydınlardan bu kadar basit vazgeçmezdi, vazgeçemezdi.

Ancak devlet yoktu. Madımak Oteli’nde vazgeçilmişti aydınlardan. Bir grup asker gelir ve komutan, eylemcilerden birileriyle konuşur, sonra asker gider… Asker gider, umut biter…

Aziz Nesin, itfaiye merdiveni uzatılarak kurtarılır… Tam inmişken, cehennemden kurtulmuşken bir itfaiye eri “asıl öldürülecek hayvan bu” diye Nesin’i bileğinden çeker düşürür. Diğer üç itfaiye eri de tekme ve tokatlarla linçe başlar. Bir komiser Nesin’i çeker alır ve kaçırır. Orada bulunan ambulansın doktoru Aziz Nesin’e beyaz önlüğünü giydirir ve azgın güruh Aziz Nesin’i doktor sanır, Nesin bu kâbustan sağ çıkar.

O önlük ve parçalan, yanlamasına bej çizgili, bordo, bisiklet yaka tişört, o günkü isi, kiri ve parçalanmışlığıyla hâlâ “Nesin Matematik Köyü” nde sergilenmektedir.

Polis yetersiz kalır, kışladan destek ister İl Emniyet Müdürü ve de vali, herkes “asker gelecek ve bu kâbus bitecek” diye umutla beklerken o asker, yeter miktarda, eser derecede kışladan çıkmaz bir türlü ve otuz üç can “onurumuz” olaraktan tarihe yazılır.

- Muhlis Akarsu, kırk beş yaşındadır güzel sesli sanatçımız, üstelik Sivas doğumludur…

Duydum dost yaralanmış

Yine gönlüm hoş değil

Her yanı parelenmiş

Yine gönlüm hoş değil

- Muhibe Akarsu, Muhlis Akarsu’nun iki cihanda da eşi, sanatçı… Kırk dördündeydi sadece…

- Gülender Akça, sadece yirmi beş yaşındaydı, canım benim… Yirmi beş yaş, ömrün çeyreğidir, öyle bir anlamlıdır.

- Metin Altıok gibi bir şair ve yazar da gidenler kervanına katılır, elli ikisinde…

Benim bu dünyada bir yerim olmadı

kuytu gövdemi saymazsak eğer

Gövdem ki varla yok arası

Hem varlığa, hem yokluğa değer

ama yüreğim hiç solmadı

- Metin Atay, yirmi beş yaşında, mesleğinin başında gazeteci, fotoğraf sanatçısıdır…

- Sehergül Ateş, otuzundaydı ve semah dönmekti tek ve de tüm suçu…

- Behçet Sefa Aysan, kırk dördünde bir şairdi…

Kırılınca bir büyük ayna

şarkılar da yarım kaldı

büyü bozuldu

durdu saatler

Suda suretimiz asılı kaldı

- Erdal Ayrancı, Cahit Sıtkı’nın “yaş otuz beş” dediği çağdaydı…

- Asım Bezirci gibi bir yazar ve düşünce insanı da altmış altısında böylece çekip gidecekmiş he mi, duy da inanma.

Ah!

Asım Bezirci, bak ne güzel demişti…

Allah insanı eşref-i mahlukât olarak yaratmış.

Ona “sen insansın, hayvan değilsin” demiş.

“Sana iki ayak verdim. İnsan olacaksın, ayaklarının üzerinde duracaksın, yerden yemeyeceksin...”

Lakin yarattığı bu şerefli mahlukâta bir de kör boğaz vermiş. İşte o gün bugündür insanın şerefi bir kemikle sınanır.

- Belkıs Çakır, taze, demincek reşit olmuştu, on sekiz olmuştu, anasının kuzusuydu…

- Muammer Çiçek, şimdilik yirmi altısında gelecek vadeden bir aktördü.

- Nesimi Çimen, şair, ozan ve daha “enel hak” demeden altmış iki yaşında, derisi yüzülür gibi yani…

Nesimi’yem vay başıma

Kanlar karışılır yaşıma

Yağın gerekmez aşıma

Yeter zehirin katmasın

- Serkan Doğan dediğin, daha on dokuzunda, insan dediğin değil yakmaya, bakmaya kıyamaz, kıyamamalı yani…

- Hasret Gültekin, sadece yirmi iki yaşındaymış… Oysa “harcanıp gidiyor ömür dediğin” diye çalıp söylerken, sanıyorduk ki bin yaşında bir ermiştir.

Ölüm denizin kıyısında anacığım

Ölüm göğün yüzünde

Ölüm yerin dibinde

Ölüm soluk alışında

Ölüm baş ucunda

Sevgi gözümün kökünde yavrucuğum

Sevgi kuşun kanadında

Sevgi ne göğün yüzünde

Sevgi ne yerin dibinde

Sevgi baş ucunda

Ölüm göğün yüzünde

Ölüm yerin dibinde

Ölüm soluk alışında

Ölüm baş ucunda

- Murat Gündüz de Hasret gibi sadece yirmi ikisindedir.

- Gülsüm Karababa da aynı, o da Hasret’le akran.

- Uğur Kaynar, otuz yedisinde bir şairdir.

Ah benim yaka cebim

yaka cebimde kaybettiklerim

şiir müsveddeleri

müsvette aşklar

ve köstekli bi saatin kurma kolları

 

- Asaf Koçak, yetenekli bir karikatüristtir ve Carina’nın resmini çizer, karakalem… Otuz beşindedir, alev ve dumana diyet diye sunulduğunda.

- Koray Kaya ve Menekşe Kaya kardeştirler. Koray on ikisinde, Menekşe on beşindedir. Parmak kadar çocukları bile yaktılar, kurban ettiler hayalini kurdukları, rüyasını gördükleri karanlık çağları için…

- Handan Metin yirmisinde, Sait Metin yirmi üçündeydi ve semah dönerek yenmişlerdi ölümü…

- Huriye Özkan yirmi ikisinde, Yeşim Özkan yirmisindedir ve kalkıp katılırlar semaha, döne döne…

- Ahmet Özyurt yirmi birinde…

- Nurcan Şahin on sekizlik, Özlem Şahin sadece on dokuzluktur…

- Yasemin Sivri on dokuzunda, Asuman Sivri henüz on altısındadır ve devlet gelip de kurtaracak diye son âna kadar umutla asılırlar hayata…

- Edibe Sulari kırkında bir sanatçımızdır…

- İnci Türk, yirmi ikisinde kurban edilmemiş olsaydı eczacı çıkacaktı…

Tam otuz üç cana ek olarak iki otel çalışanı ve eylemcilerden de iki kişi hayatını kaybeder, 2 Temmuz 1993 tarihinde… O gün, küstüm Sivas’a, o güne kadar hiç gitmemiştim, hiç görmemiştim Sivas’ı ve ondan sonra da hiç gitmedim, hâlâ da görmedim Sivas’ı… Niyetim de yok! Benim dargınlığımın Sivaslı dostlarımla alakası yok. Kimin ateşle düşman olana değil elbette. Benimki tarih karşısındaki duruşumla ilgili…

Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel “olay münferittir. Ağır tahrik var. Bu tahrik sonucu halk galeyana gelmiş. Güvenlik kuvvetleri ellerinden geleni yapmışlardır. Karşılıklı, gruplar arasında çatışma yoktur. Bir otelin yakılmasından dolayı can kaybı vardır” diye durumu açıklar.

Başbakan Tansu Çiller “çok şükür, otel dışındaki halkımız zarar görmemiştir” gibi izaha muhtaç bir açıklama yapar.

İçişleri Bakanı Mehmet Gazioğlu “Aziz Nesin’in halkın inançlarına karşı bilinen tahrikleriyle halk galeyana gelerek tepki göstermiştir” gibi bir açıklama yapar “Yaşasın Şeriat” diye “Kahrolsun Laiklik” diye sistemi hedef alan sloganları yok sayarak.

Aziz Nesin, defalarca, cumhurbaşkanın, başbakanın, içişleri bakanının alenen “yalan” söylediğini haykırır hep. Kendisine saldıranları bile anlayabildiğini ama devleti temsil edenlerin yalan söylemesini asla affetmeyeceğini her fırsatta dillendirir.

Hatta Pir Sultan’ın “şu ellerin taşı bana hiç değmez, illa dostum bir tek gülü yaralar beni” dizeleriyle kırgınlığını ifade eder Nesin, her dem yüzü tıraşlı hâliyle…

……………………..

Ali Baba dedikleri, Pir Sultan Abdal’ın dünya ahiret dostudur.

Hızır Paşa dedikleri mendebur, Pir Sultan’a eziyet ettikçe, Ali Baba erir gider kahrından.

Al takke ver külah, Hızır Paşa yola getiremez Pir Sultan’ı ve en nihayetinde ;

Hızır Paşa bizi berdar etmeden

Açılın kapılar Şah'a gidelim

Siyaset günleri gelip çatmadan

Açılın kapılar Şah'a gidelim

Diye sözün özünü bulunca Pir Sultan, Hızır Paşa idam hükmü verir Pir Sultan’a. İster ki Hızır Paşa, korksun, yalvarsın yakarsın, aman af dilesin… Oysa o Pir Sultan’dı, o baş eğilir miydi hiç!

Darağacına giden o yolda halkın Pir Sultan’ı taşlamasını emreder Hızır Paşa, taşlamayanlar Pir Sultan’dan beter hâle getirilecektir.

Hikmeti Hüda mı dersin, yoksa halkın elinin ayarı mı dersin, atılan taşların hiçbiri değmez Pir Sultan’a.

Ali Baba, iki gözü iki çeşme gelir durur karşısında Pir Sultan’ın. Elindeki bir dal gülü atar dostundan yana ve o gülün dikeni gelir çizer yanağını Pir Sultan’ın… Artık kahrından mı der, yoksa dostun dosta hassasiyetinden mi bilmem;

Pir Sultan Abdal’ım can göğe ağmaz

Haktan emrolmazsa rahmet yağmaz

Şu ellerin taşı hiç bana değmez

İlle dostun bir tek gülü yaralar beni

………

Yumrukluyorum duvarları

Yumrukluyorum kara gecenin bedenini

Ellerim kan içinde

nehirler taşmış yanaklarımdan

Otuz yedi can

Otuz yedi gül çatlamış susuzluktan

Sivas'ın içinde

Nasıl uyku tutar gözlerimi

Döne döne semaha dönenler tutuştu önce

Sonra türküler

Sonra da şiir çığlıksız düştü

türkülerin yanı başına

Sivas, Sivas

Yiğitlik midir emanet cana kıymak

Yiğitlik midir bir tutam ışığı

kör bıçakla güneşten koparıp

karanlığa kurban etmek

Söyle hangi kitapta vardır

elleri kolları bağlıyı yakmak

Var mıdır kardelen akında bir avuç inciyi

Ateşe tutmak lo

Böyle garip düştüğüme bakma

Böyle mahzun durduğuma

Varsın ateşin suskunlukla beslensin

Benim de yüreğim gençliğini almış yanına

Yürür başı dik

Senin de dağların var Sivas

senin de dağların

Dağlarında Şahanların

 

On beş bin kişinin karıştığı olaylarda sadece yüz yirmi dört kişiye “laik anayasal düzeni değiştirip din devleti kurmaya çalışmak” iddiasıyla dava açılır. Diğer kalan herkes serbesttir…

Tarihe “Sivas Davası” diye geçen dava 21 Ekim 1993 tarihinde başlar ve 26 Aralık 1994 tarihinde karar açıklanır. Yargılama “Ankara 1 Nolu Devlet Güvenlik Mahkemesi” nde yapılır.

O devirlerde özel yetkilerle donatılmış DGM’ler vardır. Devletin iç ya da dış güvenliğini ilgilendiren davalara DGM’ler bakardı. 1961 Anayasasına 1973 yılında yapılan bir eklemeyle hukuk sistemimize girer DGM’ler.

22 sanık 15’er yıl

3 sanık 10’ar yıl

54 sanık 3’er yıl

6 sanık 2’şer yıl

Ceza alırken 37 sanık beraat eder.

Bunun üzerine müdahil avukatlar DGM’nin kararını temyize götürür. Yargıtay 9’uncu Ceza Dairesi, bahse konu olayların cumhuriyete, laikliğe ve demokrasiye yönelik olduğu gerekçesiyle DGM’nin kararını bozar ve Ankara 1 Nolu DGM’de yargılama yeni baştan yapılır.

28 Kasım 1997’de karar açıklanır.

33 sanık Türk Ceza Kanunun 146/1 maddesi hükmünce idam cezasına çarptırılır.

14 sanık 15 yıla kadar muhtelif hapis cezaları alır.

Yargıtay 9’uncu Ceza Dairesi, hapis cezalarını onaylar ancak idam cezalarını usul yönünden onaylamaz. Şubat 1999’da usul eksiklikleri giderilmiş olaraktan dava yeniden başlar ve 16 Haziran 2000 tarihinde DGM 33 sanık için tekrar idam cezası verir.

2002 yılında idam cezası kaldırılır. Hukuk sisteminde yeni bir düzenlemenin geriye doğru uygulanmasının şartı; muhatabın menfaatineysedir… O nedenle de idam cezası kaldırılınca Sivas katillerinin de cezaları ağırlaştırılmış müebbete döner.

Zaman akar

Zaman geçer

Zaman zindan içinde

ree

Zamana bağlı olarak tahliyeler olacaktır ve on beş bin kişilik azgınlıktan sadece 33 kişi kalır hapiste. Bu arada firari 8 kişiden hâlâ haber yok… Firari sanıkların davası 13 Mart 2012 tarihinde zaman aşımına uğrar ve bu defter kapanır.

(Şimdi… Buraya kadar okudunsa dur, yoruma şöyle mavi bir kalp koy ki, okunduğunu, değerli bulunduğunu bileyim)

Sivas Davası’nın son celsesi 2023 yılında görülür; Murat Sonkur, Eren Ceylan ve Murat Karataş yargılanma zaman aşımı süresi olan 30 yılın tekmili birden tamam olduğundan haklarındaki dava, sapı ve de köküyle, aslı ve de ferileriyle düşer…

Katliamın asli faili Hayrettin Gül, cumhurbaşkanının “af yetkisi” ni kullanması marifetiyle serbest kalır… Bu hikâye de böylece biter…

Güneşin ak yüzüne bir duman çöktü

Bir türkü çığlıkla ateşe düştü

Kuytu bir köşede bir çiçek küstü

Döktü yaprağını boynunu büktü

Şu Sivas'ın elinde sazım çalınmaz

Güllerim yandı yüreğim dayanmaz

Biz, halkız. Mayamız acılarla karılmıştır bizim. Acılarımız, kitabımızdır bizim ve acılarımızdan arta kalan yaslarımız, onurumuz, göğsümüzdeki madalyamızdır…

Sivas!

Sivas!

Oysa “Sivas'ın yollarına” düşmek ve madımak toplamak için “çıkayım dağlarına” demek de vardı. Şimdi aklımıza 2 Temmuz her düştüğünde “bırak ben, beni vuram” diye parçalıyoruz bağrımızı “ölüm gitmez zoruma” çaresizliğimizle…

Yorumlar

5 üzerinden 0 yıldız
Henüz hiç puanlama yok

Puanlama ekleyin
bottom of page