top of page

Birinci Sigarası


ree

Boğum boğum burnundan bir de sansar gibi bakan pörtlek gözlerinden tanıdım... Yıllar çok şey alıp götürmüş çocukluk arkadaşımdan. Tanıdığım, bildiğim şeyleri almış bambaşka şeyler koymuş yerine. Aklaşmış saçlar koymuş... Verilmesi imkansız kilolar vermiş... Aklar düşen sakal, bıyık vermiş... Aldıklarını saymaya kalksam bir ömür sürer be!

Seyrek tüylü kaşlarını pörtlek gözlerinin üzerine devirip de öyle dikkatlice bakarken yakaladım bakışını. Sahildeki büfenin önünde, o kütük taburelerden birine oturmuştu. Kısa bi tereddütün ardından ayağa kalktı, ben zaten ayakta; hazır, hızır, nazır...

“N’edin la!”

Diyerek girdi söze... Tıpkı çocukluğumuzdaki gibi. Sarıldık, yanaklarımızdan öptük, hasretle.

Deniz kıyısı bir mekân, koca kentte hakkınca kullandığın tek yer. Kedisini, köpeğini, kargasını, serçesini ve de güvercinlerini ezber ettiğim bir kıyı... Müdavimleri, nevi şahsına münhasır.

“Kilo almışsın yahu. Zor tanıdım valla!” dedim. Çocukluğumuzdaki gibi, o ilk delikanlılık çağlarımızdaki gibi gülümsedim. Muhakkak ki ayrılmıştır elmacık kemiklerim, kristal hatları bariz ayrıla ayrıla.

“He ya, aldık işte.” dedi, zina yaparken yakalanmış gibi bir mahcubiyetle.

“Kafa nasıl kafa?” dedim, sağ elimi silah gibi yapıp da, işaret ve orta parmağımdan mütevellit namluyu sağ şakağıma değdirerek.

Delikanlılığımızın en deli zamanlarında ağır bir şizofrene düşmüştü ömrü. Paranoya da cabası... Hastaneler, tedaviler, ilaçlar ve uzun uzun yıllar...

Yıllar eze eze geçerken değişiyordu mahalle de... Yok olmuştu, aralarında çift kale maç yaptığımız sokaklar. O sokakların rengi büyüklerimiz, birer birer ölüp gitmişler, tenhalaşmıştı hatıralar... Yoldan deniz kıyısına kadar tekmil fındık bahçesi ve akasya ağacı o cennet de, cehenneme dönmüştü; çok katlı , asansörlü , bilmem neli apartmanlar dikmişlerdi. Çocukluğumuzu, ilk delikanlılığımızı, ilk aşklarımızı, günah gibi sakladığımız yaramazlıklarımızı gizleyen mahallemizde yolumuzu kaybediyoruz şimdilerde... El olduk hatıralarımıza...

O da, sol elini silah yapıyor ve dayıyor sol şakağına.

“Valla bazen şöyle çuv diye sıkasım geliyor.” dedi.

Bıkmış artık böyle bulanık yaşamaktan gözünün bulanmış renginden belli.

Bir şey dememe fırsat vermeden, sağ elini cigara içer gibi köfte dudaklarına değdirdi.

“Cigara versene la!”

Gülümsedim. Omzuna dokundum.

“Cigara içmiyorum ki ben.” dedim.

Aklımda, Ermeni’nin Bahçesi’nde, Harun’un Bahçesi’nde çok tercih etmemekle birlikte Çolak’ın Bahçesi’nde mahallenin tekmil deccallarıyla bir paket Birinci’yi yarım saat içinde dumanladığımız... Filtresiz ve bariz toprak kokan Birinci’nin tütünü , dilimize, dudağımıza yapışır, tü tü tü diye tüküre tüküre fosur fosur içerdik. Sonrasında bir baş dönmesi ki sorma. Az bir zaman cigaradan ötürü güzel olurdu kafamız.

“İçmisen içmiin a*na goyim, o zaman al ha ordan daa!” dedi, çenesiyle büfeyi işaret ederek.

Öyle ya, parası yoktur. Nerden olsun?

“Hangi cigarayı içiyorsun?” dedim.

Mahçuplaştı az...

Bi durdu. O ara nerelere gittiyse artık,

“Birinci” dedi.

İçim söküldü içim…

Yorumlar

5 üzerinden 0 yıldız
Henüz hiç puanlama yok

Puanlama ekleyin
bottom of page