ŞÂKİRE HANIM KONAĞI “99 Pencereli Konak”
- Osman Kademoğlu
- 14 Kas 2024
- 7 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 3 gün önce

Yazar: Osman KADEMOĞLU
Hanım Konağının iç taksimatı, odaları, içinde yaşanan hayat ve diğer özellikleri konusunda beni bilgilendiren Günay (Haznedar) Hanım’a ve İhsan (Hazne) Bey’e teşekkür ediyorum.
Şâkire Hanım Konağı veya diğer adıyla 99 Pencereli Konak 1966 da yıkıldı, yerine ortaokul yapıldı. Bu tarihi yapı şimdi duruyor olsaydı ve diğer konaklar da lâyıkiyle korunsaydı bugün Safranbolu gibi, Birgi gibi, Mardin gibi mimari mirasını koruyan beldeler arasında Bolaman adı da geçerdi.
Konakları görmek tarihe yolculuk olacaktı. Odaların döşenmesi, tefrişi, duvar resimleri, oyma işleri, denize bakan mekanlarda tavana yansıyan ışık oyunları, odaların işlevi, eski yaşamı eskilerin hayata bakışını (mantalitesini) algılamak, insanlarda tarihe mensubiyet, millete aidiyet duygusunu, aile ve ortak toplum algısını güçlendirecek nesiller arasında bağ kuracak , kültürde süreklilik oluşturacak, kayıp zamanı dirilterek tarihe merak uyandıracaktı. 99 Pencereli konağın yıkılması hem sosyal tarih açısından hem de konağın mimarisiyle, sanat ve estetik boyutuyla ilgili büyük bir kayıptı.
İmparatorluğun payitahtı İstanbul’dan uzak yerlerde (taşrada) yerel halkla Osmanlı merkezi yönetimi arasında aracı rolü oynayan âyanların sened-i ittifak (1808) imzalayarak yönetime ortak olduğu Sultan 2.Mahmud (1808-1839) döneminde devlet hizmetinde önemli görevlere atanmış olan Haznedarzâde ailesinin bir kolu; iki yanı akarsu, düz ve dağlık iki farklı topoğrafyanın düğümleniği, en az bir milenyum boyunca (1000 yıldan beri) yaşanan, antik mirası olan, denizden ve karadan ulaşılan, toprağı verimli, balığı bol, bitki ve ağaç türleri sayısız, güzel manzaralı ve ailenin sahip olduğu topraklara yakın Bolaman’da yerleştiler ve bu yerleşim sürecinde Bolaman’da 6 büyük konak inşa ettiler. Konakların yapılışı bir inşa ve iskân olayı olduğu kadar bir sanat ve estetik etkinliği olarak da tarihte yerini alacaktı. Aynı yıllarda Avrupa’da burjuvaların servet ve varsıllık sembolü görkemli malikâneler inşa etmesinin bir benzerini Osmanlı’da kimi bilerek, kimi bilmeden âyanlar ve beyler yapıyordu.
Bolaman Konakları
- Kale Burcu üzerinde kurulu Selâmlık (Mahmut Mazhar Bey Konağı / Şerefnur Hanım Konağı)
- Liman yapılırken taş dökülerek doldurulan doğal akvaryum Galezyanı’na bakan balkonlu Mehmet Emin Bey konağı.
- Antik yarımadanın kuzey ucunda Halil Bey konağı.
- 1966 yılında yıkılarak yerine ortaokul yapılan Şâkire Hanım konağı / 99 Pencereli Konak.
- Akise yamacında Bolaman Lisesi’nin doğusunda Tahsin Bey Konağı.
-Yenipazar’da Emine Hanım / Asaf Bey konağı (son sahibinin adıyla Yerebasmaz konağı).
Bolaman'da konaklar mı yoksa yerel yönetimi temsil eden, içinde divan toplantısı yapılan, meşveret, danışma ve karar yeri olan selâmlık mı önce yapılmıştır? Ben önce selâmlığın yapılmış olduğunu düşünüyorum. İçinde yüksek bir köşk bulunan (büyük sofalı) divanhâneli selâmlıkla aynı çatı altına alınan kilisenin mescit olarak kullanılması Bolaman’ın hristiyan rûmî karakterinden uzaklaşarak bir Türk nahiyesine dönüşmesinin başlangıcı sayılabilir. Osmanlı merkezi yönetiminden de onay alan bu tür iskan ve inşa faaliyeti zamanın sosyal siyasetine de uygundu. Taşrada devlet hizmeti gören âyanın ve beylerin görkemli konaklarda oturması zamanın hizmet hiyerarşisinin bir gereğiydi, Kendisi zengin olmayan halkı nasıl zengin edebilir anlayışı yaygındı. Görkemli yapılar otoritenin tesisi ve sistemin işlerliği için gerekliydi.
Fransız mühendis ressam Jules Laurens’in 1847 yılında yaptığı resimde görülen Selâmlığın Kale’de Haznedaroğullarının yaptırdığı ilk önemli ve en görkemli yapı olduğu anlaşılıyor. Selâmlığın diğer tüm konaklardan önce ve tarihi Ceneviz kale burcu üzerinde ve en stratejik konumda yapılarak Bolaman’a önem ve öncelik kazandırdığını, Kale’nin yıldızını parlattığını değerlendiriyorum.
Selâmlık mimari şeması itibariyle tipik bir konak değildir, ana karakterini adeta bir meclis kürsüsü gibi yüksek köşklü ve sedirli büyük sofanın belirlediği, zamanın sözü dinlenen, danışılan yerel yöneticilerinin, ulema ve eşrafın toplandığı farklı bir yapıdır. İçinde bir tür danışma meclisi olan Divan toplantıları yapılan Divanhâne (büyük sofa) ve divana gelen misafirlerin gece yatısına kalabileceği, usûlünce ağırlanacağı odaların bulunması selâmlığın diğer konaklar yok iken yapılmış olduğunu düşündürüyor. İlerki bir tarihte selâmlığı çok kapsamlı bir yazıyla ve görsellerle anlatacağım, bu konuda çalışmalarım devam ediyor.
Haznedaroğlu ailesinin Bolaman’da yerleşmesi Sultan 2. Mahmud’un saltanat yıllarına (1808-1839) denk geliyor. Doksan pencereli konak son sahibesi Şâkire (Ergenekon) Hanım’ın babası Haznedaroğlu Ali Bey veya dedesi Süleyman Bey tarafından yaptırılmış olabilir ancak bu kesin bilgi değildir sadece bir tahmindir.
99 Pencereli konağın Ceneviz kalesi üzerine kurulu selâmlıktan yaklaşık 40 yıl sonra 1860'larda veya1870'lerde yapılmış olması muhtemeldir. Aynı soydan gelen akraba beylerin geniş topraklara sahip oldukları Bolaman’da ihtiyaç halinde birbirine destek olmak, dayanışma sağlamak düşüncesiyle yörenin idare merkezi olan Kale mevkiinde oturacakları konakları birbirinden esinlenerek ve örnek alarak yaptırmış olmaları akla uygun geliyor. Yaklaşık 1810-1890 yılları arasında yapılmış olan bu konaklar mimari özellikleriyle 19. yüzyıl damgası taşıyordu. Bu konuda kesin ve ayrıntılı blgi edinmek için Türk mimarlık tarihi alanında ihtisas yapmış akademisyenlere danışılabilir. Prof. Dr. Metin Sözen bu alanda ilk akla gelen isimlerden.
Bolaman’da yerleşen kardeş veya akraba Haznedarlı beylerin arasında dostça bir rekabetin olduğunu varsayabiliriz. Bu sebeple 99 pencereli konağı yaptıran Haznedaroğlu her kim ise ihtişamda Selâmlıktan geri kalmayacak kıymette bir konak inşa etmek istemiş olmalıdır.
Doksan pencereli konak ya da son sahibesinin adıyla anılan Şâkire Hanım konağı; Akise dağının eteklerinde bugün Bolaman lisesinin olduğu yerde Kale’ye yüksekten bakan manzaralı bir konumdaydı. Konağın kuzey ve batı cephelerinde hânedan konaklarına mahsus Osmanlı barok üslûbunu çağrıştıran kemerli pencerelerden Belicebaşı’ndan Ünye’ye kadar Karadeniz görünür, pussuz berrak geceler Ünye ve hatta Samsun şehir ışıklarının gökyüzüne şavkıması farkedilirdi.
Konak oğulların ve gelinlerin ana ve babayla hatta büyükanne ve dedeyle birlikte yaşadığı büyük aileyi barındıracak nitelikte tasarlanmıştı, 3 katlıydı. Bodrum duvarları taş örgü, taşıyıcı karkası ahşap, zemin ve üst kat duvarları bağdâdî (ahşap çıtalar üzerine kıtıklı kireç sıvalı) ve beyaz badanalıydı. Batı ve güney yönüne doğru alçalan arazinin eğimine uygun olarak yapılan konağın güney cephesinde kapısı ve penceresi olan bodrum katında çamaşırhane, odun kömür kabuk saklanan mahrukat (yakıt) deposu gibi hizmet mekânları bulunuyordu. Konağın batıdan ve güneyden görünüşü 3 katlı olduğu halde kuzey ve doğu cephelerinde bodrum katı toprak içinde kaldığından konak 2 katlıymış gibi görünürdü.
Konağın kapısı doğu cephesinde ve tam ortadaydı. Köşeleri değirmi, 4 geniş (taş) basamakla çıkılan iki kanatlı cümle kapısı o kadar yüksekti ki bir atlı atından inmeden ve başını dahi eğmeden kapıdan girebilirdi, Bu kadar yüksek bir kapıya neden gerek duyulmuş olabilir? Acaba zamanın görgü ve teşrifat kurallarının gereği olarak saygın misafirler ve bilhassa hanımlar atla içeri giriyor, iç taşlıkta attan iniyor olabilir miydi? Evet konukları dış kapıda attan indirmek teşrifata ve âdâba aykırı sayılır konuklar içerde taşlıktan yüksekçe bir eşikle ayrılan tahta döşemenin başladığı, ayakkabıların, çizmlerin çıkarıldığı yerde attan inerlerdi ki bu karşılama tarzının selâmlıkta uygulandığını dedem Mahmut Mazhar Bey’in kâhyası Rasim (Doğan) efendiden işitmiş olduğumu hatırlıyorum.
Osmanlı’da merkezi otoritenin zayıfladığı, taşrada devlete ortak olan âyan sınıfı karşısında âciz kalarak sıkıntıya düştüğü ve siyasi birliği koruma konusunda duyarlı olduğu 19. yüzyılın ilk yarısında âyan ve paşa konaklarında 99 dan çok sayıda pencere bulunması malıyla büyüklenme ve mâlik-i mülk (bütün mülklerin sahibi) padişaha nisbet (meydan okuma) veya nazîre (benzer iş yapma) hevesi olarak yorumlanabilirdi. Kim bilir belki de konağı yaptıran Haznedaroğlu inşaat kalfalarına konaktaki pencere sayısının 99’u aşmamasını tenbih etmiş olabilirdi. Acaba konağı yapan ustalardan böyle bir söylence yayılmış ve bu rivayet halkın arasında dillenerek konağın adıyla özdeşleşmiş olabilir mi? Aslında 60 penceresi bile olmayan bu yapıya 99 pencereli konak denmesi belki de Bolaman halkının görkemli ve çok pencereli konağa yakıştırdığı ihtişamı ve büyüklüğü abartarak anlatma özentisinden başka birşey değildir. Halk muhayelesinin masalsı bir abartısı veya şimdiki deyişle bir şehir efsanesidir. İşte bu masum hayallerden bugüne güzel bir ad miras kalmıştır 99 pencereli konak!
Devlet görevi verilen âyanlara ve beylere devlet hizmetinde bulunduğu sürece tanınan maliye, güvenlik ve adaletle ilgili sınırlı yetki ve ayrıcalıkları gösteren belge, nişan ve semboller taşımasına izin verilir, âyan konaklarında devlet adına kulanılan gücü ve otoriteyi temsil eden mekanlar bulunmasına da göz yumulurdu. Bunlardan biri konağın altında suçluların cezalandırılması için zindan bulundurma adetidir ki Bolaman konaklarının hiçbirinde zindan yoktur. Bu gerçek; Haznedarlı beylerin devlet hizmetinde bulundukları yerlerde asayişi ve güvenliği sağlamak amacıyla da olsa despotizme yönelmedikleri, halk üzerinde işkence dayak tehdit gibi zorba zagonu uygulamadıkları, sözün özü derebeyi olmadıkları, sosyal, adlî ve siyasi sorunlarda uzlaştırıcı (arabulucu) olarak çözüm aradıklarının, barışçı tavır sergilediklerinin bir kanıtı sayılabilir.
Konak son sahibesi Şâkire Ergenekon hanımefendinin adıyla anılıyor. Şâkire Hanım fındık bahçeleri olan varsıl bir insandı, devamlı yas tutar gibi hep siyah giysiler giyerdi. Kışın Ünye’de oturur, yazın fındık zamanı Kale’ye gelir 2-3 ay kalırdı. Konağı çekip çeviren, işleri gören evlât edindiği iki kızı vardı. Yakın ailesinde kendisini koruyacak bir kimse olmadığı için malına kast edecek kötü niyetlilerin şerrinden sakınmak amacıyla konağın mâbeyn salonunda oturduğu pencerenin önüne kurşun geçirmez bir bakır sini yerleştirir ve sininin koruması altında otururdu. Biz çocuklar şeker ve kurban bayramında Şâkire Hanım’ı ziyaret ederdik. Şâkire Hanım tatlı dilli hatırnaz ama otoriter bir insandı.
Girişte yer alan geniş sessiz ve serin sofadan konağın en büyük ortak yaşama mekânı olan, ufka kadar deniz görünen muhteşem manzaralı büyük salona (mâbeyne)) geçilirdi. Konağın baş mekânı olan mâbeyn konağın kuzey tarafındaydı, konuklar burada ağırlanırdı. İki kanatlı yüksek kapının karşısında boydan boya uzanan bir sedir ve sedirli duvarda herbirinde 4+4 = 8 parça kare cam bulunan aşağıdan yukarı sürülerek açılan giyotin pencerelerin tavana yakın üst bölümü yarım daire bir kemerle sonlanıyordu. Pencerelerin önünde uzanan sedirde saman kıtıklı sırt (dayanma) minderlerinin üstünden başlayan yüksek pencereler mekâna derinlik ve bol ışık sağlıyor odaya hânedânî (emperyal) bir ambians (atmosfer) katıyordu. Konağın mimarisi Osmanlı barok üslûbundan izler taşıyordu. Ahşap oyma işli kapılar, dövme demir menteşeler, raflar, terekler, lâmbalıklar, dolap kapakları, üst kata çıkan muhteşem yuvarlak dönüşlü ahşap trabzanlı merdiven, desenli ve düz renkli yer karoları vardı. Tavan yüksekliği normal bir ev tavanının iki katı olan ana yaşama mekânı mâbeyn çok aydınlıktı. Kapının sağında yatak yorgan yastık ve çarşafların saklandığı yüklük işlevi gören musandıra denilen kapakları işlemeli yüksek dolaplar yeralıyordu
Sözü burada bana bu bilgileri veren, çocukluğunda bizzat bu muhteşem konağın içinde yaşamış koşup oynamış İhsan Bey’e (İhsan Hazne) bırakalım:
“ Salonun girişe göre sol tarafındaki köşe mutfakdı. Her katta 6-7 ayrı bölüm (oda) vardı. Bu katta çalışan hizmet eden yardımcı kızların kadınların bir kısmının da odaları vardı. Girişin sol tarafına geldiğinde çok güzel kıvrımla yukarıya çıkan harika bir merdivenle karşılaşılırdı. Merdivenin köşeyle temas ettiği yerde merdiveni tamamlayan üçgen çok güzel bir dolap vardı. Bu geniş evde oynayan çocukların saklandığı bir yer olurdu.
Üst kat da alt kat gibi çok odalı bir katdı. Genellikle yatak odaları bu katda idi. Her odanın bir banyosu vardı ve dolap içinde bulunurdu. Dış kapının üstüne denk gelen yerde babaannem Fadime Hanım’ın odası vardı ve birkaç merdivenle çıkılan farklı bir odaydı. Üst katdaki odalardan en havadar en sıhhatli olan oda erzak odası olarak ayrılmış olan kilerdi zira yufkasından kavurmasına kadar yiyecekler ve meyveler böyle odalarda saklanmalıydı”.
Şâkire Hanım konağından hatırımda kalan görüntüleri konaktan kalan birkaç solgun fotoğrafla doğruluyarak sizlere bu güzel yapıdan bir hayal sunmak için ilişikteki mütevazi resmi çizdim eksiklerini yanlışlarını mazur görün. İlerde zaman buldukça bu tarihi konağın gerçeğe yakın bir mimari rölövesini yapmaya çalışacağım. Eğer yapabilirsem bu rölöveye göre bir maket yapılarak teşhir edilebilir diye düşünüyorum.
Kommentare