Konakta Yıkanmak : Bakır Leğen - Karagüğüm - Gümüştas
- Osman Kademoğlu

- 7 gün önce
- 3 dakikada okunur

Büyük bakır leğen mutbakta asılı olduğu yerden indirilir yuvarlanarak, yankılı madeni sesler çıkararak gelir sobanın yanına kurulurdu. Biz çocuklar (kardeşim Mahmut ve ben) kışın soba yanan odada bu büyük bakır leğende banyo yapar yıkanırdık.

Yıkanma töresinin ikinci önemli bakırı Karagüğümdü. Yıllarca odun ateşinde yanmaktan dışı kurum bağlamış olan Karagüğüm’ün selâmlıkla yaşıt olduğu söylenirdi ki bu hesapça 140 yaşında vardı. 7-24 ateşte kaynar gündüz gece konağa sıcak su sağlardı. Mutbakta yanan ocakta, köz dolu taş maltızda ya da sobanın üstünde durduğundan daima sıcak ve kızgındı, kaynar su dolu olduğundan dokunulmazlığı vardı. Karagüğüme dokunmak çocuklara yasaktı ateş gibi sıcak sapından tutmak için eline havlu veya çaput dolamak gerekti,. Kadınların taşıdığı gibi güğümü bele (leğen kemiğine) oturtarak taşımak alışkanlık isterdi.

Isındıkça tıslar fıkırdar buhar gücüyle itilip aralanan kapaktan dışarı buğu salardı. Karagüğüm ilk Samsun’da gördüğüm çığlık atar gibi düdük çalan bacasından duman salan buharlı kara lokomotife benzerdi ama Karagüğüm bakırdan Lokomotif demirdendi biri buharla yürüyor biri ateşte kaynayıp duruyordu.

Çocukların yıkanma işinde kullanılan üçüncü bakır: suyu ılıştırmakta kullanılan ve sadece hamam veya çamaşır günü görücüye çıkan içi kalaylı dışı kızıl bakır altı düz büyük tencereydi.
Yıkanma töresinin son madeni elemanı ortası kubbeli ve kubbesi işlemeli gümüş hamam tasıydı. Ben bu asar-ı atika gümüş tası çok seviyordum yıllar sonra bir eşini müzede gördüm meğer bizim gümüş tasın aynısı Beylerbeyi sarayı hamamında varmış kimbilir belki Sultan Abdülaziz de bu tasla yıkanmış (!).

Banyo günü 8 penceresi ve iki kanatlı kapısı sıkı sıkı kapanan 64 metrekare kışlık oda harıl harıl yanan sobayla ve kaynar sulardan tüten buharla ısınır sahici bir hamama dönerdi. Annem eteğinin ucunu kuşağına sıkıştırıp yere çömelerek bizi yıkardı. Gümüş hamam tasıyla başıma sıcak su döker tüm vücut iyice ıslanıp ısınana kadar sabunlamazdı.
Başıma üst üste dökülen birkaç tas sıcak sudan soluğum kesilir; “Anne duncuktum” diye bağırırdım! Duncukmak bunalmak soluksuz kalmak demekti.
Temizliğe çok düşkün olan Şerefnur hanım çocuklarını hiç el değmemiş yeni bir kalıp sabunla yıkardı. Yıkanırken sabun kaçmasın diye gözler yumulur baş yıkanıp durulanıp köpük akıp gidene kadar gözü yumuk durmak bana yıl kadar uzun gelir gözlerimi açınca hafifçe başım döner dünyaya geri dönmüş gibi sevinirdim.
Başımdan aşağı akışan suların içinden görünen odada: Ocağın beyaz taş davlumbazı, içi karanlık fincanlık gözler, buğulu pencereler, sobada ateşin alevi, yerde serili kilimlerin alaca rengi, divan halısının lâciverti şarabî kırmızısı ve turkuaz mavi camdan gaz lambası... Bunlar leğende yıkanan çocuğun aklında yer eden resimlerdi.
Artık vücut sıcak suya alışmış üşüme geçmiş sabunlanmaya sıra gelmiştir el dokuması hamam lifi köpürtülür, şimdi köpükle oynaşmak sırasıdır! Yıkanmanın en oyunlu en çocukça yanı budur. Tabii eğer gözüne sabun kaçmazsa! Ama nasılsa banyo yapan çocukların gözüne mutlak sabun kaçar sabun gözü yakar bu yangıdan olan kızarıklık bir süre kalır, yıkanma bitip leğenden çıkarken üşümemek için hemen hazırda bekleyen havlulara sarınılır.

Yaşımız biraz daha büyüyünce mahremiyet gereği konakta gusûlhâne denilen ancak büyücek bir yerli dolap kadar hamamlıkta yıkanmaya başladık. Hamamlıkta yıkanmak çocukluktan çıkma işaretiydi. Kalaylı bakır leğenden hamama yükselmek onbaşıyken çavuş olmak gibi bir şeydi (!).
Selamlığın odalarında yerden üç basamak yüksekte seyyar (taşınan) tahta basamakla çıkılan gusûlhâneler vardı. Ortasında yuvarlak göbek taşı ve bir köşesinde üçgen oturma sekisi olan 2.5 metrekare taş gusûlhâne yıkanmadan yarım saat önce içinde fındık kabuğu yakılan kapaklı bakır mangalla ısıtılır kaynar su iki kulplu küçük boy kazanda ılıştırılırdı.
Yıkanmadan önce sıcak hamamda bir süre oturup vücudun hamlaması beklenir, hamlayan vücut hafifçe kızaracak kadar keselenir (herkesin kesesi ayrıdır) sonra pamuk ipliğinden tığ işi beyaz sarı pembe mavi veya filizi yeşil hamam lifi köpürtülerek yıkanılırdı. Bizim evde en çok Ömer Muharrem ve Hacı Şakir sabunları kullanılırdı. Annem konağa ziyarete gelen köylü kadınlara birer kalıp sabun hediye ederdi. Markalı damgalı kalıp beyaz sabun nâdirattan sayılan (az bulunan) kıymetli bir şeydi.
Eskiden canın ne zaman çekerse yıkanmak mümkün değildi. Hele de kışın hamam hazırlıkları zahmetli bir işti. Sıcak su kaynayacak, hamam ısıtılacak temiz çamaşırlar havlular ve daha başka ne gerekiyorsa hazırlık yapılacaktı. Hamam bohçası Türk çeyiz kültüründe olmazsa olmaz, aranan sorulan bir şeydi. Yıkanmak eski nesilden yaşlılar için önemli bir ritüeldi. Hazırlıklar bir gün önceden başlardı. Yıkanmada kullanılacak malzeme sabun fırça kese lif tarak ayna rastık v.b. gerekli şeyler tedârik edilerek el altında bulunmalıydı onlar olmadan ne hamam ne de sefası olmazdı.
Yıkanma sona erince havlulara sarınarak oturmak ve bir dinlenme çayı içmek adetti.
Yaşlılar üşütüp soğuk almamak için yıkandıktan sonra vücudun mülahham (hamlamış) zayıf halden olağan (normal) hale gelmesi için en az üç gün veya hava soğuksa yağıyorsa karlamışsa meteorolojik koşullar normale dönene güneş tekrar görünene kadar evden çıkmaz adeta bir hamam ertesi nekahat dönemi yaşanırdı. Yıkanan bedenin zayıf düştüğüne üşütmeye, marazalanmaya (hastalanmaya) müsait olduğuna inanılırdı. Yaşlılar bu adeti çocuklara da öğretmeye çalışır sıkı sıkı tenbih eder çimdikten sonra sokağa çıkmak yasak derlerdi…












Yorumlar