top of page

MAVİ KÜRSÜ!

ree

Eski Kale’de ramazan ayında teravih namazı, kuran kursu, hatim, mevlüt, yasin-i şerif gibi din hizmetlerini yerine getirmek üzere Trabzon’dan Of’tan, Çaykara’dan, Vakfıkebir'den, Şerah’tan, Şarlı’dan hoca ısmarlanırdı. 

Trabzon yöresinde konuşlanmış olan çoğu tarikat ve cemaatlara bağlı medreselerde yetişen kendilerine alim denen hocalar Kale’ye cerre gelir ramazan ayı boyunca yemesi yatması Kale halkı tarafından karşılanan ve ramazan sonu hizmetine karşılık cebine yüklü bir miktar bahşiş konulan hoca gündüzleri çocuklara ayrı büyüklere ayrı kuran kursu (kuran okuma dersi) düzenler Cuma ve teravih namazı kıldırır, akşam teravihden önce iman ibadet, namaz oruç zekat hac hadis fıkıh (islam hukuku) üzerine vaaz eder, ilmihal kitaplarından taharet (temizlik) ibadet teehhül (evlilik) hayatı genel terbiye ve âdab (davranışlar) üzerine okumalar yapar, Cevdet paşa’nın Kısas-ı Enbiya (nebilerin öyküleri) adllı kitabından, başkaca eski Arap kaynaklarından kıssalarla (öykülerle) örneklenen din ve ahlak dersleri verir, insanların kalbini yumuşatan (rikkat-i kalbe getiren) gözünü yaşartan, yüreğinii ürperten insanı aciz bırakan hayrete düşüren dokunaklı keramet hikayeleri anlatırdı.

Argun Kademoğlu çok kitap okuyan aydın bir gençti, İstanbul’da Kabataş lisesini bitirmiş sonra Robert kolej (şimdiki Boğaziçi üniversitesi) ingilizce bölümüne devam etmiş ve hukuk fakültesine gitmişti. Kale’de daha önce hiç olmamış bir deneme yapmaya karar verdi. Camide vaaz etmek için imam Ahmet (Özmen) hocadan izin aldı. Bir ramazan gecesi yatsı namazından bir saat önce Kale camisinde mavi boyalı vaaz kürsüsüne çıkıp bağdaş kurup oturdu. Teravi namazı için toplanan cemaat mübarek ramazan gecesi daha önce hiç tanık olmadığı bir durumla karşılaşmış, gördüğüne şaşıp kalmıştı. Her zaman sarıklı cübbeli ve sakallı bir hocanın bulunduğu kürsüde oturan saçları taralı sakalsız genç adamı meraklı ve hayret dolu bakışlarla süzüyordu.

Her 3 kişiden sadece birinin okuma yazma bildiği 1950’lerin Türkiye’sinde bir ramazan gecesi Kaleli bir genç elinde Türkçe olmayan yeni yazı (o zamanlar okumasız halk sadece Arap harfleriyle yazılı kitaplara Türkçe derdi) lâtin harflerle basılmış bir kitapla kürsüye çıkıyor bu kitaptan okuyarak vaaz ediyordu. Bu görülmüş duyulmuş bir şey değildi. Argun bey bu vaazlarda aylık mânevi değerler ve milli kültür yayını Selâmet dergisinde yayınlanan zamanın tanınmış ilahiyatçı vaiz akademisyen ve fikir adamlarından seçme yazıları okuyordu: Kuran, tefsir, siyer (Peygamberin hayatı) iman, ibadet, fıkıh, güzel ahlak, hüsn-ü hal ve islam tarihinden ibretli olayları anlatan iyiliğe yönlendiren yol gösteren nasihatler öğütler içeren yazılar.

ree

Fotoğraf: Argun KADEMOĞLU

Argun beyin cami kürsüsünde okuduğu yazıların dili medreseli hocaların Arapça kelimeler yüklü lisanından, ahiret korkusu salan üslûbundan, ateşli cehennem tasvirlerinden hayli farklıydı aydınlatan muştulayan islamı anlatıyordu. Dini dünyada inzivaya çağrı olarak değil ama hayır iyilik çalışma paylaşma düşküne yardım şefkat ve merhamet yolunda bir yolculuk olarak anlatan bu okumalar cami cemaatının düşünce ufkunu genişleten, ruhunu serinleten ferahlık veren bir yenilikti. Bu girişimle Kale camisinde islamın güler yüzünü barışçı yanını anlatmak yolunda bir adım atılmış inanç hayatına farklı bir pencere açılmıştı. En azından Argun bey ve onu teşvik eden destekleyen birkaç arkadaşı böyle düşünüyordu. Bu vaazların cemaat üzerinde nasıl bir etkisi olmuştu ya da etkisi olmuş muydu?

Argun beyin kitapdan okuduğu yazıların alışılmış geleneksel vaazlardan farklıa bir üslûbu vardı. Dili, konuya yaklaşımı, konuyu ele alışı itibariyle medrese ekolünden farklıydı. Cemaat bu yeni tarz vaazları nasıl algıladı, halk nezdinde ne kadar kabul gördü ne derece beğenildi benimsendi? Bilmiyoruz. Birşey var ki Kaleliler kendi içinden yetişen tanıdığı bildiği güvendiği genç kuşaktan okumuş eğitimli bir gencin dini konulara ilgi duymasına sevinmiş, doğu ve batı kültüründen haberli ilmi açıdan yetkin fikir (düşün) ve ilâhiyat adamlarının yazılarını beğeniyle karşılamış, düşünce ufkunda yeni ışıklar uyanmış olmalı ki hiç olmasa Argun beyi yaptığı okumalardan, vaazlardan caydıracak bir tepki veya hoşnutsuzluk emaresi (belirtisi) göstermemişti hatta bu vaazlara devam etmesini isteyenler de olmuştu. Argun bey bu denemeyi niçin yapmıştı?

İstiklal Savaşı ve onu takip eden Cumhuriyet devrimi siyasi iradeyi monarşiden padişahtan almış halka vermişti artık egemenlik kayıtsız şartsız milletin deniyordu. Cumhuriyet ilanı bir milattı. Tarımdan diplomasiye eğitimden sanayiye mecelleden medeni kanuna alfabeden takvime kadar birçok yenilikler yapılıyor ülkenin çağdaşlaşması için adımlar atılıyordu. Bu yeniliklerden biri de laikliğin kabuluydu. Tarikatların halk üzerindeki müessiriyeti (etkinliği) azalıyor halkın düşünme karar alma merkezleri tekke ve cemaatlardan yeni eğitim ve kültür kurumlarına el değiştiriyordu. Bu durum eski gücünü göreceli olarak yitirmekte olan tarikatlar ve cemaatlar nezdinde hoş karşılanmadı.

ree

Medreseli hocalar diyanet işleri başkanlığının elinin uzanamadığı mevcut kadroların yetmediği mahalle ve köy camilerine (o yıllarda Türkiye’de yaklaşık 40 bin köy vardı) ramazanda cerre gidiyor, Kuran’ın tercüme ve tefsirini (çeviri ve yorumunu) en yenisi birkaç yüzyıl önce yazılmış eski kitaplardan okuyordu. Kuran lisanı olduğu için halkın saygı ve hayranlık duyduğu arapça kelimeler telaffuz ederek millete mukaddes alandan, kutsal duygulardan yaklaşıyor içtimai hayatta kaybetmekte olduğu müessiriyeti (etkinliği) yeniden kazanmak için islam dininin tek ve bir doğru yorumu olduğunu bunu da sadece kendilerinin anlattığı fikrini yayıyordu.

Halk nezdinde ilim arapça bilmekle, kuran tefsiri yapmakla özdeş bir değer, alim ise arapça okuyan ve kuranı açıklayan hocalara mahsus bir sıfattı. Çoğu halkın habersiz olduğu, hiç duymadığı, bilmediği müsbet (pozitif) bilimler ilimden bile sayılmıyordu. Bir sohbet sırasında Argun abim Bolamanlı rahmetli Kadı Hoca’ya – Hocam ilaçları tıbbi cihazları, her çeşit teknik aletleri, treni, uçağı, otomobili, radyoyu, telefonu, elektriği hep gavur dediğimiz insanlar icad ediyor nasıl olur insanlık hizmetinde bu kadar hayırlı işler iyilikler yapan adamlar cehenneme gidecek ve bu icadları kulanan bunlardan yararlanan müslümanlar cennete gidecek bu tanrının adaletine uyar mı? Diye sormuş hazır cevap Kadı Hoca  İcadı gâvur yapar müslüman kullanır, eşek de sana hizmet eder ama akşama ahıra bağllarsın diye yanıt vermişti. Rahmetli Kadı hoca’nın bu sözüyle sadece bir şaka yapmak istediğini araştırmacı icatçı buluşçu batı karşısında güç ve yenik durumda kalan islam dünyasının müşkül ve muhtaç durumunu, yürek yangısını bir nükteli sözle geçiştirmeyi yatıştırmayı amaçlamış olduğunu sanıyorum.

Argun bey birçoğu darülfünunda eğitim görmüş ilahiyatçıların yazılarını okuyarak vaaz ediyordu ama çoğu son Osmanlı döneminde yetişmiş bu ilahiyatçı akademisyenlerin düşünce ve yorumları, dine bakışları birçoklarının zan ettiğinin aksine cumhuriyetin aydınlanma ilkeleriyle çelişkili değildi. Argun beyin bir aydın sorumluluğuyla hareket ettiğini ülkenin laik düşünceden, pozitif bilimden lâiklik karşıtı alana, eğitimde rasyonel (akılcı) düşünceden özgür düşünceyi yok sayan dinde içtihat kapısı kapanmadan önce kabul edilmiş olanların dışında yeni yorumlara kapalı (iskolastik) tedrisatı (öğretimi) öngören yaklaşıma karşı entellektüel bir seçenek sunmak üzere, cami kürsünün okul kürsüsüyle çelişmeyen paydaş bir öğretim yeri olması gerektiğini vurgulamak, bu düşünceye uygun bir örnek sunmak amacıyla mavi kürsüye (vaaz kürsüsüne) çıktığını sanıyorum.

Bu okumaların bir amacı; köy camilerine hakim olan medrese ekolüne karşı üniversite ekolünün de temsil edilmesiydi. Medreseli hocalar tedrisatta geleneksel iskolastik anlayışı üniversiteli ilahiyatçılar ise cumhuriyetin tevhidi tedrisat (öğretimde birlik) ilkesine dayalı bilimsel düşünceyi de denkleme katan irdeleyen anlayışı temsil ediyordu.

Argun beyin girişiminin Emevi saltanatından beri süregelen kalıplaşmış ritüelci (törensel) dini önceleyen Emevi islamına karşı ufkun ötesi kadar uzak bir hayale yaklaşmak, özgün ilahi mesajı anlamak ve anlatmak yolunda bir çaba olduğunu sanıyorum.

Özgün islam asr-ı saadet’te (Hz. Muhammedin yaşadığı zamanda) kitlenip kalmıştı. Yüzyılların karmaşık siyasi birikimiyle gölgelenen, arı duru imanı ve güzel ahlâkı önceleyen, uydurma hadis ve israiliyattan (İbrani mitolojisi ve dinsel rivayetleri) arınmış Muhammedî islamı anlatmak kolay bir iş değildi. Argun bey bu atılımıyla cami kürsüsünün sadece din görevlilerine değil bilgi sahibi her cana açık olduğu mesajını veriyordu. Bu sayılı vaazlar ramazandan sonra devam etmemiş, ilginç bir deneme olmaktan ileri gitmemişti.

Bolaman’da bir öncü eylem aydınlığa okunan bir çağrı olan bu olayı Bolaman tarihine not düşmek amacıyla yazdım.

Kale camisinde görev yapmış cümle imam müezzin ve hizmetlilerden ahirete intikal edenlere gani rahmet duasıyla.

Yorumlar

5 üzerinden 0 yıldız
Henüz hiç puanlama yok

Puanlama ekleyin
bottom of page