Küsleri Barıştıran Koyun Yününün Kaderi ve Döşek Mucizesi
- Yavuz KALYONCU

- 25 Haz
- 4 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 20 Tem

Karamsar olmak istemiyorum ama yaylalar için kötü bir haber yavaş yavaş yaklaşıyor. Koyun yetiştiriciliğini meslek haline getiren sürü sahipleri koyunculuğu bırakıyor. Bunun sonucunu düşünmek bile istemiyorum.
Yüzlerce yıldır Türk’ün geleneği olan koyun yetiştiriciliği, tedbir alınmazsa yok olmaya mahkûm ediliyor. Önceki yıllarda 170-180 binlerde olan koyun sayısı 100 binlere düştü. Koyun yetiştiricileri artık geliri hızla düşen koyuna bakmayı bırakıyor.
Eskiden koyununu kendi yayar, sütünü sağar, peynirini ve yününü kırkıp satardı. Şimdi koyun gütmek için çoban tutuyor çünkü çocuklar köyleri terk etti, baba mesleği çobanlığı küçümsüyor. Çoğu ailenin fertleri yaylaya gelmiyor, şehirde kirada oturmayı tercih ediyor. Bu yüzden koyun sütü sağılmıyor, yün ise para etmediği için satılamıyor. Yünü atmaya yer aranıyor. O yüzden yayla kırlarında koyun sayısı hızla azalıyor.

Yayla; yeşil çimenlerde yayılan koyunsuz, meleyen kuzusuz, sizi uzaktan görünce gür sesiyle karşılayan koyun köpeği olmadan olmaz. Bu ne demek? Artık yaylalarda, okulları kapanan, tarımı bitirilen köylerimizde olduğu gibi gerçek sahipleri tarafından yavaş yavaş terk edilecek. Tatil beldesi haline gelecek, deniz turizmine alternatif olarak yayla turizmi gelişecek. Arap, Fransız, İngiliz, İtalyan, Rus yayla yapmaya gelecek.
Yaylacılık yapan bir ailenin mensubu olarak buna üzülüyorum. Bir şeyler yapmalı, koyun yetiştiriciliğini cazip hale getirmeliyiz. Yayla gezilerimde artık para etmeyen, kullanılmayan koyun yününü yerlerde, yarı yanmış bir vaziyette görünce, Hüsne Hatun büyükannemin yün döşek hakkında anlattığı bir olay aklıma geldi.
Köyde kavga eden iki kardeşi, akşam aynı yün döşekte yer yatağında yatırdı.“Bu gece sarmaş dolaş yatsınlar, sabaha barışırlar,” dedi. Gaz lambasının fitilini kıstı ve odasına gitti.
Çocuk aklımla hiç anlam verememiştim. Kavga ettiler, yün döşekte yatmakla nasıl barışacaklardı? Aynı odada, aynı döşekte, aynı yorgan altında yatan iki amcaoğlunu uykum gelene kadar izlemiştim. Önce sırt sırta küs yattılar. Gaz lambası ışığı zayıflayıncaya kadar bekledim. Sonra sabah konuşma sesleriyle uyandım. İki kuzen uyanmış, birbirlerine gülerek bir şeyler anlatıyorlardı. Şaşırmıştım.
Nenem gelince göz göze geldik. Pek güldüğünü görmediğim nenemin bakışlarından cesaret alarak yaklaştım:
“Hüsne Nene, nasıl başardın? Barışmışlar,” dedim.
Sevgi dolu bakışlarla bana bakarak anlattı:
“Yorganı kaldır, bak. Yatağın ortası çökmüş, yanları yüksek kalmıştır. Gece soğuk ve uzun; üşüdükçe birbirlerine sokulurlar, yalnızlıklarını paylaşırlar. Birbirlerini ısıtırlar. Gecede uzun; sabah uyanınca soğuğa dışarı çıkmaktansa uzun süre yatağın içinde kalırlar ve her şeyi unuturlar. Yıllardır bu böyle olmuştur. Mayıs, haziran, temmuz, ağustos doğumlular dünyaya gelmelerini bu yün döşeklere borçludur. Bu kural hiç değişmez,” demişti.

O zamanlar pek anlam verememiştim. Şimdi ekim ayında başlayan soğukları, sıcak yün döşekleri ve anne-babayı aynı sayfaya koyup dokuz ay sayınca, yün döşeğin hikmetini anlıyorum. Onun için ben, küsleri barıştıran yün derim koyun yünü için.
“Buğday ile Koyun, Gerisi Oyun”
Koyun çok bereketli bir hayvandır. Eski Türkler konar-göçer, çadır hayatı yaşadıkları yıllarda hep koyunculuk yaparlardı. Sloganları “Buğday ile koyun, gerisi oyun” sözüdür.
Koyun: eti para, sütü para, yünü ve kuzusu para olan bir hayvandır. Rahmetli Ali amcamın arkadaşlarına koyunla ilgili sorduğu bir matematik sorusu vardır:“Bir koyunun var. Bu koyun her sene kuzuluyor. Kuzular da her sene doğuruyor ve hem kuzular hem annesi her doğumda dişi kuzu doğuruyor. On sene sonra kaç koyunun olur?”Bu sorunun cevabını bulduğunuzda, koyunun bereketine şahit olacaksınız.
Yün Döşekle Biz Mutluyduk
Döşek sözünü bilmeyen yeni nesil için açıklama gereği duyuyorum. Bundan yirmi sene öncesine kadar, yatmak için koyunlardan kırkılan yünlerden yapılan yataklar kullanılırdı ve bu yatağa “döşek” denirdi.

Baharın yaylaya çıkan sürü sahipleri, sıcakların artmasıyla su işlemeyen, uzayan yünleriyle rahatsız olan koyunların yünlerini haziran ortasında özel aletlerle kırkarlardı. Her koyundan 2-3 kilo yün kesilirdi. Bu yünleri ziyan etmeden toplayıp bir kısmını yıkayıp, yatak yorgan yaparlar; artanlarını ise yün toptancılarına satarak gelir elde ederlerdi.
Yün çok değerliydi. Tereyağı ile eşdeğerdi. Bugün tereyağı 400-500 lira ama koyun yününün alıcısı yok.
Koyun yünü evdeki radyasyonu emer, statik enerjiyi alır, sıcak tutar, dinlendirici ve rahat bir uyku sağlar. Hâlâ yaylalarda, yıkanmamış kirli yünleri saklayan insanlar, eklem ve romatizma ağrıları için bu yünleri ağrıyan yerlere sarıp yatarlar.
Düğün sahibinin evladına verdiği yün döşek sayısı, o ailenin zenginliğini gösterirdi. Eve gelen yatılı misafirler için her evde yere serilmek üzere 4-5 kat döşek bulunurdu. Güneşli havalarda döşekler havalandırılır, çarşafların üstüne yün serilir, didiklenir ya da çubuklarla dövülerek kabartılırdı.

Koyun Yününe Karşı İthal Yataklar Savaşı Kazandı
Sonra bizim yüzlerce yıldır yaptığımız koyunculukta, yün yatakların yerine ithal yataklar geldi. Önce kolay taksitlerle satıldı, sonra fiyatları katlandı. Tüfek icat oldu, mertlik bozuldu misali; sentetik ve elyaf gibi ne olduğunu anlayamadığımız malzemelere yün teslim oldu.
Desinler merakı, çağdaşlaşma, modaya uyma… Ortopedik olanı, yaylısı, yaysızı, visco’su, lateksi, süngeri, jeli, pedlisi, pedsizi… Her geçen gün yeni malzemelerden üretilip reklamlarla satışa çıkan yataklar...
Koyun yünü, medeniyetin açtığı bu savaşı kaybetti. Ama unutulan bir şey var: Biz zaten uyuyorduk! Koyun yününden yapılan döşeklerde sıcak ve sağlıklı yatıyor, mis gibi uyuyorduk. Romatizma olmuyor, radyasyondan korunuyor, kışın üşümüyorduk.
Yün, Artık Kıymetsiz: Milli Servet Çöpe Gidiyor
Alıcısı olmayan yünler, “kemrelik” dediğimiz ahır pisliğinin atıldığı yerlere atılıyor. Ordu ve ilçelerinde yaklaşık 110.000 koyun var. Her koyunun ortalama 3 kg yün verdiğini düşünürsek, yılda 330.000 kilo yün demek bu. Türkiye geneline vurduğunuzda ciddi bir milli servet çöpe gidiyor.
Bir şeyler yapmalı. Küsleri barıştıran yün, eskisi gibi değerli hale gelmeli. Yoksa Orta Asya’dan bu yana geleneksel olarak yaptığımız koyun yetiştiriciliği sona erecek.
Yün Eğiren Ninemiz ve Kaybolan Bir Kültür
Eskiden altın gibi değerli olan koyun yünü artık yük oldu. Yanmadığı için ortalıkta yığınla duruyor. Yün satıldığında koyunun kışlık yem ihtiyacı karşılanırdı. Şimdi çözüm arayan koyuncular, yünü toprağa gömüyor ya da ormana atıyor.
Ama ben inanıyorum ki gün gelecek, içinde yıllarca uyuduğumuz, yalnızlığımızı paylaştığımız yün döşekler eski değerine kavuşacak. Nenelerimizin eğirdiği yünler, yeniden çoraplara, döşeklere dönüşecek.
Eğer bunu başaramazsak, atalarımızdan bize kalan bu miras, yaylaların süsü olan koyunlar, meleşen kuzular, gür sesli çoban köpekleri— tarihe karışacak. Tıpkı boşalan köyler gibi yaylalar da boşaltılıp birilerine peşkeş çekilecek diye korkuyorum.












Yorumlar