HIZLI HIZLI GİDEN YOLCU,BU MEZARDA BİR GARİP VAR...
- Birol Öztürk

- 7 Mar
- 3 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 9 May
Ve gitti baba yadigârım… Gitti, bin yıldızlı ülkeye, gidip de dönülmezlere…

Bir çift öküz yeter mi
aha Mehmet emmi
Böyle baca tüter mi
de ha Mehmet emmi
Çoluk çocuk uyumaz
aha Mehmet emmi
Aç insanlar yatar mı
de ha Mehmet emmi
Bu tarla susuz tarla
aha Mehmet emmi
Daha zorla ha zorla
de ha Mehmet emmi
İlçeye yolculuk var
aha Mehmet emmi
Sür eşeği tımara
de ha Mehmet emmi…

Mahzuni Şerif’in birbirinden enfes eserlerinden biri “Mehmet Emmi” yi en güzel, en içli, en manalı icra eden sanatçı Edip Akbayram’dır, bence yani. Edip Akbayram’ın ses rengine uygun yüzlerce şarkı türkü vardır şüphesiz ama “Mehmet Emmi” nin yeri ve manası bambaşkadır, bende yani.
“Mehmet Emmi” yi 1976 yılında “45’lik” olarak çıkarır Edip Akbayram. 45’lik demek; şimdiki tabirle 7 inç çapında ve dakikada 45 kez dönmesi demektir. Tamam biraz karışık ama çok da durma üzerinde, internette epey detaylı ve de görsel bilgi mevcut. Şimdi yemek tarifi yapar gibi… Neyse…
Bu plaklar “pikap” denilen cihazlarda çalınırdı…
Büyükdağ’a cereyan 1970’lerin sonuna doğru gelmişti. Cereyan gelmişti dedim ya, az dedim, eksik dedim; bildiğin devrim olmuştu la. Öncesinde gaz lambası vardı, ölgün bir sarılıktaki ışığın yörüngesinde titrerdi gölgelerimiz. Giyotin pencereleri muhkem olsa da dardı, dışı dolma taşlı, damı çinko saclı, altı ahır, kenefi dışarıda evlerin. Ataerkil geniş aile terkibi bir hayat ve halalar, yengeler, anneler gün demez gündüz demez her yanı yuğar yıkar dururdu. Baksan sorsan, pirüpaktı her yan. Cereyan dediklerini getiren direkler, direklere teller, tellere borular ve boruların ucuna kel kafalı ampuller döşenip de dip köşeye tutturulan anahtara çökünce “çıt” diye, nur indi sanki odalara… En ücra köşeler bile aydınlandı ve ben, ayak topukları çatlak nasırlı ve mal boklu evin tekmil kadınlarının onca çabasına rağmen, odaların bunca pisliğine şaşırıp kalmıştım. Bir parça aydınlık, tekmil pislikleri ifşa etmeye yetermiş meğer şimdilerde anlamlandırmışım, ironik.
Babam rahmetli, o zamanlar, Mehmet Emmi Plağı çıktığı zamanlar, daha 25’indeymiş ki bana, bin yıllık gibi gelirdi. Güçlüydü babam, kolları “yarmaca odun” gibiydi, diri diri, lif lif kaslı.
Babam, şu devrin gördüğü, bildiği en iyi silah kaçakçısıydı. “Körük” dediğimiz atölyede on dörtlü, yedi altmış beş başta olmak üzere envaı çeşit silah yapardı ve Büyükdağ’ın sisi gibi sessiz sedasız gelip sonra da yok olan kaçakçılara satar, bir tomar para alırdı… At sırtında gelen bu kaçakçılara evin “Böyük Oda” sında, bakır sinide mükellef rakı sofraları da işin şanından olsa gerekti. Anason kokardı, tomar tomar paraların geldiği günün geceleri…
Körükte tabanca yapılırdı, tekmil Büyükdağ’da ve 1970’lerin sonunda ülke de kafalar da karmakarışıktı. Bir solculuk sağcılık hikâyesidir alıp gitmişti ki, Büyükdağ’a bile sirayet etmişti. Mal çobanı biz çocuklar bile “sağcı solcu” diye bölünmüştük on hanelik köyde, tam da orta yerinden.

Büyükdağ’a jandarma baskın verecek olsa, yolu yok izi yok o dağ köyüne kuşun kanadında haber uçardı ve körüklerdeki takım taklavat, dibi çalıçileği ve ağu çortuyla döşeli ormana zulalanırdı. Yani iki gözüm, tüm bunlar, tüm yaşananlar ve de yaşanmışlıklar “Çalıçileği” tadında dönem romanı gibiydi… Belki bir gün biri çıkar da yazar, diye dileyelim.
Neyse…
Babam, kırmızı bir pikap getirdi. Koydu başköşeye. Pikabın kırmızısı, meşin kaplamasından mütevellitti. Sonra bir plak çıkardı, zarfından. Okul çağım gelmemiş daha, ne okur ne de yazarım ama çok iyi izliyor, dinliyor ve düşünüyorum.
“İzliyordum” ve izlemekle seyretmek ayrı şey, bambaşka şeydir. “Plak” ın plak “pikap” ın pikap olduğunu ve plak zarfı üzerindeki o, kara uzun saçlı, ince sivri burunlu, gür kaşları kara kıllı adamın Edip Akbayram olduğunu hemen yani derakap biliyordum. Bir de “Edip Akbayram” adı, o kadar fonetikti ki, hâlâ da öyle hissederim.
Pikapın fişi prize, iğnesi 45’lik plağın köşesine ve Edip Akbayram’ın muhteşem sesi gök kubbeye…
On çocuk arpa yiyor
aha Mehmet emmi
Beyler buna ne diyor
de ha Mehmet emmi
Sarı sıcak yamandır
aha Mehmet emmi
Gölge bunu bilmiyor
de ha Mehmet emmi
Mehmet emmi irezil

aha Mehmet emmi
Vallahi yalan değil
de ha Mehmet emmi
Gidelim mahkemeye
aha Mehmet emmi
Mahzuni Şerif kefil
de ha Mehmet emmi
1950 yılında doğan Edip Akbayram babamdan sadece 3 yaş büyükmüş, bu satırları yazarken öğrenmiş oldum. Babam, hayat oyununu 33 yaşında bırakırken Edip Akbayram’ı da çocukluk hatıralarıma eklemiş meğer, tabi ki sıfır farkındalıkla. Babam, oyunbozanlık etmeseydi, bugün, 71 yaşında olacaktı.
O Edip Akbayram, yoğun bakımdaymış, entübe edilmiş, iç kanaması varmış, çok çok ağırmış; duy da inanma. Bari sen gitme be…
Hayat ne garip!
Hayat çok garip!












Yorumlar