GORAZ DERESİ
- Osman Kademoğlu
- 29 Haz
- 4 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 20 Tem

Yeni bir isim… Yeni derken benim yasımdakiler için yeni demek istiyorum. O derenin eski zamanlarda söylenen simdi bir türlü hatırlayamadığım başka bir adı vardı. Eski adı neyse ne, artık unutulmuş gitmiş. Goraz Deresi adı sevimli ve uygun bir yakıştırmadır. O derenin Kale’ye yakın dönemecinde akarsuyun batı yamacında fındık ağaçlarının ve mısırların arasında karayolundan 20-30 adım içeride rahmetli korucu Goraz’ın (asıl adı Abdullah’dır) fındık dallarından çit örme çatısı kubbemsi silindir şekilli bir barınağı vardı. Laleli köyünün korucusu Goraz (Goraz korucu Abdullah’ın lakabıdır.)
Kale’nin çok renkli simalarından biriydi. Bildiğim kadarıyla Goraz Seferberlikte (Harb-ı Umumi’de ya da diğer adıyla Birinci Cihan Harbinde) asker kacaklarının oluşturduğu eşkıya çetelerinin dağlara hükmettiği, köyleri basarak, yolda izde soygun yaparak yaşamını sürdürdüğü o yıllarda Ordu yöresinin en tanınmış eşkıya çetelerinden biri olan Soytarıoğlu çetesinin üyelerinden biriymiş.
Gel zaman git zaman Kurtuluş Savası sonrasında devlet yeniden örgütlenerek ülkede asayişin kurulmasıyla işlevini yitiren bu eşkıya çeteleri de ya Jandarma tarafından dağıtılmış ya da kendi kendine dağılmış, eşkıyaların bir kısmı adli takibat sonucu ceza alırken büyük bir kısmı da affa uğrayarak serbest kalmıştı. O hengâmede rahmetli Goraz Abdullah’ın gerçek serüveni nedir bu konuda sarih acık bilgi sahibi değilim.
Acaba çetecilik yıllarından sonra Kurtuluş Savaşında orduya katılıp asker olmuş mudur? Bilemiyorum. Gel zaman git zaman Allah’ın bu garip kulu herhalde silah kullanmaktaki mahareti nedeniyle korucu mesleğine uygun görülmüş cüzi (çok az) bir aylıkla Kale’ye ve Laleli köyüne korucu tayin edilmiş.
Goraz; sarışın mavi gözlü, çok sert bakışlı, az gülen az konuşan, yanaklarında derin çizgiler bulunan sert tavırlı bir adamdı. Üzerinde kalın şayak kaput kumaşından yapılma haki (askeri) renkli yakası boğazına kadar düğmeli ve dizlerine kadar inen uzun ceket ve aynı kumaştan külot pantolon giyerdi. Kendisini yaz ya da kış başka hiçbir giysi ile gören var midir? Sanmıyorum. Koruculuk mesleğinin icabından olarak omuzunda çoğu zaman bir tüfekle gezerdi. Hava yağışlıysa tüfeğin namlusu yere doğru aşağı, hava acıksa yukarı donuktur. Bir de ceketinin yan cebinde icabında kullanılmak üzere birkaç yedek kursunla sıcak havalarda terini sildiği kocaman yemeni boyu bir beyaz mendil. Çok tütün içerdi parmakları ve pos bıyıklar tütünden sararmıştı. Kalın davudi sesiyle konuşurdu.
Goraz’ın toparlak yüzlü elma yanaklı, acık kumral, beyaz tenli ince güzel endamlı bir kızı vardı. Elmas; cazibesiyle, sözünü esirgemeyen, şakacı ve girişken, erkeklerle rahatça konuşan serbest tavırlarıyla gençlerin gözünü alır, yüreğini hoplatırdı. Elinde girebile hatta bazen omuzunda tüfekle arada bir Kale’ye çarsıya iner... Kahvehanenin önünde durur erkeklerle konuşur, etrafa sempati dağıtarak geçer giderdi. ...İşte o haliyle Elmas gerçek bir folklorik karakterdi. Yoksulluğun çilesiyle dolu hayata tutunmak için olmadık yolları deneyen o fukara kızın hayat hikâyesini keşke daha yakından bilebilseydik.
Halkın ağzı torba değil ki büzüp kapatasın; babasının 300-500 lira başlıkla kocaya verdiği Elmas’ın kocasının yanında birkaç gün kaldıktan sonra yeniden satılmak için baba evine kaçıp geldiği dedikodusu söylenirdi. Sonunda Balaman’ın sevimli cüretkâr genç kızı Elması genç yaşında vurdular. Allah ona rahmet etsin…
Goraz Abdullah; Cumhuriyet bayramlarında düzenlenen törenlerde o zamanlar mülki amir olan nahiye müdürünün emrinde görev yapar sağa sola koşturur, törensel islerde; bayrak çekilmesi, yapraklı defne dallarından tak-ı zafer kurulması gibi islerde çalışır, geceyi aydınlatan meşalelerin ışığında davul zurna eşliğinde çekilen halaya katılır gece geç saatlere kadar oynar eğlenir, içer, nara atar, bayramın tadını çıkarırdı…
Goraz Abdullah’tan hatırımda kalan bir yasanmış hikâye:
Erkek ecinni… Seferberlik yıllarında bir yandan savaş bütün şiddetiyle sürmekte, halkın elinde yiyecek ne var ne yok askeriye emrine tahsis edilmiş, erkeklerin büyük kısmı cephelere gittikleri için tarlaları ekip biçecek ekini kaldıracak çiftçi rençber kalmamış. Ekmek aslanın ağzında, halk açlık çekiyor. İşte bu ahvalde, Çete mensupları birer ikişer ayrılarak karınlarını doyuracak bir şeyler bulabilmek ümidiyle ortalığa dağılırlar. Herkes başının derdine düşmüştür. Goraz yanında yine Bolamanlı bir arkadaşıyla düşünür taşınırlar nerede yiyecek buluruz diye aç karnına kafa yorar dururlar. Birden akıllarına gelir yiyecek bulunacak en garantili yer halkın zahire öğüttüğü değirmenlerdir.

O zamanda nerde suları yüksekten düsen bir dere varsa orada bir değirmen bulunmaktadır. Deresi çok Bolaman’ın dağları değirmen doludur. Halkın yaygın inançlarına göre değirmenler pek de tekin yerler değildir.
Değirmende cinlerin perilerin asık attığına dair hikâyeler anlatılmaktadır. İki kafadar günü orada burada uyuyarak geçirirler, aksam hava kararırken gider bir değirmenin yakınında ağaçların arasına saklanır pusuya yatar av beklerler.
Değirmeni çeviren derenin uğultusu su sesinden başka her sesi bastırmaktadır. Birazdan köylüler ellerinde mısır çuvallarıyla zahire öğütmeye değirmene gelirler. Mısırlar çekilir öğütülür torbalara doldurulur. Taze mısır ununun değirmenden buğulayan kokusu aç insanlara cennet tahami gibi kokar. Zahireyi ele geçirmek isteği artık dayanılmaz bir duygudur. Beklenen an gelmiştir, Mısır unu torbalara doldurulmuş hazır beklemededir. Hava iyice kararınca bizim iki kafadar anadan dogma çırçıplak soyunurlar, Her ikisinin de saçı sakalı çoktan beri ustura görmemiştir, önceden topladıkları yividin otuyla ellerini yüzlerini, ayaklarını bacaklarını ve de bedenlerinin her bir uzvunu bir güzel koyu yeşile boyarlar.
Dört ayaklı bir hayvan gibi kâh yürüyerek, kâh sıçrayarak, basını bir sağa bir sola çevirerek aradabir ayağa kalkar gibi yapıp sonra yine dört ayak üzerine düşerek hırıldayarak bağırarak hayvan sesleri çıkararak değirmene girerler, içeride zahire öğüten insanlar gecenin karanlığında yılp yılp eden yağ kandilinin cılız ışığında değirmene giren göğ yeşil bedenli dört ayaklı iki yaratığa korkudan fal taşı gibi açılmış gözlerle bakarlar, gördükleri manzara karsısında solukları kesilmiş, dilleri tutulmuştur. Nihayet ilk korkuyu atlatan biri “bunlar ecinni olsa gerek her hal dere ecinnisi” der. Yaratıkların arkasından baka kalan bir diğeri “ula hakket ecinni bunlar hem de erkek ecinni d.... da var” diye söylenir. İki uyanık kafadar sağa sola hırlayarak gider zahire dolu torbalarını sırtlayıp yine dört elli ve hırıldayarak değirmenden uzaklaşırlar.
Goraz o zorlu günlerde yiyecek bulmak ve sağ kalmak için yasadıkları tirajı komik serüveni aynen böyle anlatmıştır.
Sanıyorum Bolaman’ın doğu yanındaki derenin adı işte orada bu derenin kenarında çitten örme bir barınakta yasayan Goraz’ın (korucu Abdullah’ın) adına izafeten verilmiş olabilir diye düşünüyorum. Yoksa Goraz kelimesinin başka bir anlamı var mıdır? Araştırmaya değer.
Hatırladığıma göre o yıllarda (1950’ler 60’lar) Kale’de Goraz’ın Nazım diye anılan Nazım adında çok efendi tabiatlı, hatırnaz ve de çok yakışıklı bir genç vardı. Acaba Nazım Goraz’ın oğlu muydu emin değilim. Ya da aralarında nasıl bir sıhriyet (yakınlık) vardı? Nazım halen sağ midir hayatta midir bilmiyorum…
S O N
Yorumlar