top of page

ALPLER’E BAK, ORDU’YA AĞLA!

ree

Sevgili okurlarım,

Yaklaşık 31-32 yıldır İsviçre’ye, Avusturya’ya, Alpler’in Almanya yakası olan Bavyera bölgesine gider, tatil yaparım Ordu’yu özlediğimde.

Alpler’in eteklerinde minicik köyler var…

Çatısı ahşap, penceresi çiçekli, yanından dere akıyor, arkasında yemyeşil ormanlar...

Ve bir de sessizlik!

Ne korna sesi var, ne egzoz, ne de kafamızı şişiren bir “beton uygarlığı.”

ree

 

Adamlar turizmi yeniden yazmış.

Bir karar almışlar:

“Turizm olacaksa doğayla olacak. Doğa yoksa turizm de yok!”

Bakın İsviçre’ye…

Zermatt diye bir kasaba var, belki duymuşsunuzdur.

Dünyanın en ünlü kayak merkezlerinden biri.

Ama bir farkla: Arabayla giremiyorsunuz!

Trenle, teleferikle, elektrikli minicik araçlarla ulaşıyorsunuz.

Dağ havası tertemiz, gökyüzü masmavi, gürültü sıfır.

Turist oraya nefes almaya, şehrin kaosundan kaçmaya gidiyor.

Bizde olsa ne olur?

İlk iş, kasabanın girişine üç tane devasa AVM kondururuz.

Yanına da "beş yıldızlı otel" diye koca bir beton blok!

Sonra da deriz ki:

“Neden turist gelmiyor?”

ree

 

Avusturya’da “Plan T” diye bir strateji var.

Otelden teleferiğe, yürüyüş yolundan enerji kullanımına kadar her şey doğayla uyumlu olmak zorunda.

İsviçre’de “Lex Weber” yasası var; ikinci ev yapımına sınırlama getirmişler.

“Daha fazla bina, daha fazla para” mantığıyla değil,

“Daha fazla doğa, daha kaliteli turizm” anlayışıyla hareket ediyorlar.

Sonuç?

Sadece 2024’te İsviçre, 42,8 milyon gecelemeyle tarihî rekor kırmış.

Avusturya deseniz: 154 milyon geceleme, 46 milyon turist…

Bizimkiler hâlâ “Bir Karadeniz Sahil Yolu yapalım da turizm patlasın” kafasında!

ree

Gelelim bizim güzel Ordu’ya…

Denizi, yaylaları, dereleri, şelaleleri, fındık bahçeleri…

Hani Allah vergisi bir coğrafya...

Ama ne yapıyoruz biz?

O güzellikleri betona gömüyoruz, yolları delik deşik ediyoruz,sahili doldurup sonra da “Niye turist gelmiyor?” diye birbirimize bakıyoruz.

Yahu bir Boztepe var...

Bütün Ordu’nun, hatta Karadeniz’in sembolü…

Ama öyle bir betonlaşmış ki, yukarıdan bakınca sanki doğayı değil de bir inşaat maketini izliyorsunuz.

Toprağı suyla buluşturamıyoruz, yeşili koruyamıyoruz.

Sonra da kalkıp “Ekoturizm yapalım” diyoruz.

 

Ekoturizm, sevgili okurlarım…

Ekoturizm dediğin şey, otobüslerle sahile insan yığmak değildir.

Kafamıza göre otel, AVM, rezidans dikmek hiç değildir.

Ekoturizm, doğayla uyumlu yaşamak demektir.

Ama bizim anladığımız “eko” farklı:

“Ekonomik çıkar, ek beton, ek rant!”

 

Ordu, doğru stratejiyle Karadeniz’in İsviçre’si olabilir.

Yaylalarımız, fındık bahçelerimiz, şelalelerimiz dünyaya pazarlanabilir.

Ama bunun için önce bir karar almamız lazım:

“Turizmi doğayla barış içinde mi yapacağız, yoksa doğayı öldürüp turizmi de mi kaybedeceğiz?”

Biliyor musunuz, Avusturya ve İsviçre “çok turist” değil,

“doğru turist” peşinde koşuyor.

Biz hâlâ “ne kadar kalabalık, o kadar bereket” diye düşünüyoruz.

Sonra da sonuç ortada:

Doğa yok, turist yok, huzur yok!

 

Belli ki biz önce kendimizle bir sözleşme yapmalıyız:

Doğayla kavga etmeyeceğiz.

Yoksa bir gün Ordu’nun yaylalarına da beton bloklar diker, üstüne tabela asarız:

“Burada bir zamanlar şelale vardı…”

Ve turist gelir mi, gelmez mi…

Artık orası da nasip kısmet!

Yorumlar

5 üzerinden 0 yıldız
Henüz hiç puanlama yok

Puanlama ekleyin
bottom of page