top of page

Çevreci Ahmet Bey ve Dut Ağacı

Güncelleme tarihi: 20 Tem

ree

BOLAMAN’DA İLK ÇEVRECİ AHMET BEY

Bolaman‘da çevre sağlığıyla, doğa korumayla ilgili ilk akıl yürüten, görüş belirten, doğa kirlenmesine karşı sesini ilk yükselten ilk çevreci rahmetli Ahmet Haznedar beydir. 1950’lerin son yıllarında ve 60’ların başlarında Fatsa’da veya Ünye’de bir çimento fabrikası yapılması gündeme gelmişti. Fabrikanın nerede olacağı tartışılıyordu. O günlerde genel kanaat fabrika olsun da nasıl olursa olsundu.

ree

O yıllarda sanayileşmeye önem ve öncelik veren Türkiye’de fabrika sihirli bir sözcüktü adeta kutsal bir değer taşıyordu. Yeni bir üretim odağı olarak kasabalarda, şehirlerde çok olumlu bir gelişmeydi. Halk fabrikanın mutlaka kendi şehrinde olmasını istiyordu. Böylelikle birçok işsiz insana iş alanı açılacak, gurbetçilik azalacak, alış veriş, pazar, yerel ekonomi, toplumsal hayat canlanacak, sözün özü şehir kalkınacaktı.

Sanayi atıklarının çevre sağlığı üzerindeki olumsuz etkileri, hava ve çevre kirlenmesi gündemde yoktu, bu konular bilinmiyor ve konuşulmuyordu. O yıllarda bu gibi çevreci kavramlar dünyada bile çok yeniydi, Türkiye’de ise henüz duyulmamış, bireylerde ve toplumda çevreyi koruma bilinci oluşmamıştı.

Çimento fabrikasının Fatsa’da yapılması düşüncesi Bolaman’da halk arasında büyük kabul gördü, benimsendi, desteklendi. Bunun için Ordu milletvekilleri nezdinde istekde bulunuldu, Ankara’da lobi yapıldı. Sonuçta Ünye lobisi ağır basmış olmalı ki fabrika Ünye’de yapıldı. Çimento fabrikasının Fatsa’da yapılmasına Bolaman’da ilk ve tek karşı çıkan rahmetli Ahmet Haznedar beydi. Kendine has konuşma tarzıyla - Agam külü dumanı Kale’ye gelir bizim havamızı kirletir, oksijenimizi yakar, huzurumuzu bozar. diyordu.

O zamanlar birçok kimse sanayi kurulmasına karşı çıkıyor diye Ahmet Bey’e kızıyor, Ahmet Bey’in karşı çıkışını ekonomik gelişmeye, ilerlemeye karşı gerici bir duruş olarak yorumluyor, hatta bu düşüncesinden dolayı Ahmet beyle gizli gizli kafayı bulan dalga geçenler de oluyordu. Yıllarca önceden çevreyi koruma duyarlılığı gösteren, Bolaman’da çevre sorununu ilk dile getiren Ahmet Haznedar beyi rahmetle anıyorum. Kıymeti bilinmelidir, nur içinde yatsın.


DUT AĞACI

Konağın önündeki dut ağacıyla 1951 yazında tanıştım, ben küçük bir çocuktum o genç bir ağaç. Dut ağacı çevresinde gezinen ördeklere, dallarına konan kuşlara, gövdesine bağlanan atlara olduğu gibi bana da yakınlık gösteriyordu, erişemediğim dallarından toplanan dutlar çok tatlıydı.

Dut ağacı birlikte büyüdüğü Bolamanlı çocuklarla oynadığı boy atma yarışında oyun bozanlık etti boyu uzadıkça uzadı konağın saçaklarına vardı. Bu ağaç sadece dut vermekle yetinmiyor yazın temmuz sıcağında çeşme başına karınca kararınca, dut ağacı yaprağınca gölgesi düşüyor gündüzleyin esen poyrazda hışır hışır yaprak sesiyle Garipöldüren çeşmesinin şırıltısına eşlik ediyordu.

Haziran körpe dut yapraklarının açık yeşilden koyu yeşile dönüştüğü, dalların tomurcuklandığı zamandır. Temmuzda olgunlaşan gürbüzleşen tomurcuklar birer dut olup çıkar. Sonra dutlar iyice ballanır, tombullanır, artık sıra dut dökmeye gelmiştir. Gün öğlene varmadan kuşluk vakti güneş kızdırmadan olmadı akşam serininde gençler dut dökmeye çağrılır.

ree

Dut dökmek çok eğlenceli bir iştir say ki bir şölendir. Bir delikanlı ağaca çıkar ayaklarını ağacın çatal yerine muhkem basarak dalları sallar. O sırada ağacın çevresinde çember olan kadınlar, kızlar, delikanlılar, çocuklar el ele kol kola ağacın altına açılan yaygıyı birer ucundan tutar pıtır pıtır dökülen dutlardan ye yiyebildiğin kadar ama sakın üstüne hemen şuracıkta ağacın birkaç adım berisindeki çeşmeden gürül gürül akan Garipöldüren suyundan çok değil bir avuç bile olsa soğuk su içim de dut balından susamışlığımı giderim deme. İçersen karnını bozarsın. Adam sende bozarsa bozsun topu topu yılda bir olacak olan işin tadını kaçırma dersin.

Dutlar döküldükten sonra toplanan yapraklardan ipek böcekleri de nasibini alır. İşte tam da o günlerden bir gün kız eli büyüklüğünde kenarları tırtırlı, ayası oval ve ucu kalemucu gibi sivri yaprakların çokluğundan ağacın bir yanından öbür yanı görünmez olmuşken sözün kısası dut ağacının en alımlı, en çalımlı, ve en nazlı olduğu zamanda nazar mı değdi ne olduysa oldu birden havanın keyfi kaçtı dağların üstünden çözülüp uçuşan bulutlar kıbleden yıldıza lodostan poyraza gökyüzünü kapladı güneş örtüldü, ışık eksildi, gök karardı. Maraşalın kamarasındaki barometre düşüyor, ufka yakın denizin üstünde başlayan rüzgâr kırışığı karaya doğru koşuyordu.

Bu hayra alâmet değildi. Reisler ellerini alınlarına götürüp gözlerinin üstüne siper ederek bozarıp dumanlanan ufka baktılar “hava kaçık yapacak” dediler. İlk iş denizdeki kayıklar karaya çekilip bağlandı. Kayık balıkçının canının yongası ya, olura olmaza bırakılamaz, denizle, hele de Kardeniz’le hiç ama hiç oyun olmaz. Bolamanlı reislerin bu iklimde havaya bakıp da yanıldıkları pek görülmemişti.

Yaklaşan fırtınanın, yağacak yağmurun, esecek rüzgârın şiddetini algılayan Bâki reis, Kaymakam Dursun Mehmet ve Çıtıl Abdullah endişeliydi. Bozaran kuzeybatı ufkundan önce kurşun gibi düşen yağmur ardından top gibi patlayan karayel geldi.

Rüzgâr arttıkça artıyordu. Yüksek basınçlı hava kitlesi üfledikçe üflüyor estikçe esiyordu. Ben fırtınanın görkemiyle büyülenmiş konağın penceresinden deli rüzgârda çılgınca sallanan ağaçları, yere yatıp kalkan dalları seyrediyordum. Sadece dut mu? Hayır o gün Bolaman’ın akasyaları, elmaları, armutları, kızılağaçtan taflana, fındık ocaklarına bütün ağaçları şaşırıp kalmıştı. Bu esen o güne kadar görülmüş, duyulmuş, konuşulmuş, anlatılmış, adı sanı kalmış nice fırtına gibi değildi. Ağaçların gökyüzüne en yakın ve toprağa en uzak dalları yere değecek kadar eğiliyor, bükülüyor, sonra doğrulup kalkıyor, bir soluk alımı ayakta kalmaya çabalıyordu.

O hengâmede dut ağacı say ki kasırgaya tutulmuş bütün yelkenleri fora bir gemi ve dalları (serenleri) çatır çatır çatırdıyor, kırm kırım kırılıyor, ağaçların dev bir tarakla taranmış saçları havada aynı yöne uçuşan ince kalın çizgiler çiziyordu. Önce nârin dallar sonra kalınca olanlar en nihayet çatal gövdeler rüzgâr dolu yaprakların basıncıyla alçalarak, yaprakların hatırına yere eğilip toprağın elini öptüler toprak anadan yardım dilediler. Dut ağacının gövdesi, ağacın en geniş en kavî yeri gücü yettiğince deli rüzgâra direndi ama onun da takatı tükendi pes etti, yıkıldı.

ree

Devrilen dutun kökleri toprağı yarıp yeryüzüne çıktılar. O kökler ağacın gövdesi kadar dallı budaklıydılar. Ben küçük çocuk bu gördüklerimden okulda öğrenilemeyecek bir tabiat bilgisi dersi almıştım. Konağın önündeki dut ağacı devrildi, boylu boyunca yere yattı, yelkenleri yaprak gemi battı. Hıncını alan deli rüzgâr azaldı fırtına dindi. Aradan birkaç gün geçtikten sonra yıkılan ağaç iyice budanarak ayağa kaldırıldı yeniden eski yerine dikildi… Ağacın yıkıldığını gören çocuklar büyüdü,

Kimi Bolaman’dan ayrıldı gitti. Dut ağacı olay unutulana kadar rüzgâra yenilmişliğin, yenilip de yıkılmışlığın utancından Bolamanlılara karşı hep mahcup kaldı, mahcup ağacın dutları azaldı.

Yıllar geçti dut ağacı yeniden yeşerdi

büyüdü boy attı dutlar yine ballandı

bir daha hiç eğilmedi bükülmedi yıkılmadı        

ne fırtınalar geldi geçti

neçe rüzgârlar esti.                                                    

Sonra ne oldu biliyor musunuz?

konağın önündeki dut ağacını

ağacın dutlarıyla beslenen insanlar kesti!.

Bilin bakalım ne için?

meydanda hamsi kamyonlarına yer açmak için.

Önce Garip öldüren çeşmesini yıktılar

Kale meydanında

dut ağacını yalnız bıraktılar

yalnız dut kahrından kurudu

kesildi odun oldu.

Keşke gövdesinden bir tanbura yapılsaydı

hiç olmasa sesi yâdigar kalsaydı…                                              

 

SON

                                         

SON

Yorumlar

5 üzerinden 0 yıldız
Henüz hiç puanlama yok

Puanlama ekleyin
bottom of page