top of page

“Uzun İnce Bir Yol” Demek; Âşık Veysel Demektir!

ree

Güzelliğin on par'etmez

Bu bendeki aşk olmasa

Eylenecek yer bulaman

Gönlümdeki köşk olmasa

Karanlık Dünya…

1952 yapımı, yaklaşık bir saatlik, zift gibi siyah ve de kirli bir beyazdan ibaret, siyah beyaz sinema filmi…

Senaryosunu Bedri Rahmi Eyüpoğlu yazar ve Metin Erksan yönetir. Metin Erksan’ın senaryoya katkısı da olmuştur.

Karanlık Dünya, Âşık Veysel’i anlatmaktadır. Âşık Veysel’e dair çekilen ilk filmdir ve sinema işte, kurgu kaçınılmazdır. Âşık Veysel hakkında hâlâ eksik ve yanlış bilinen şeylerin temelinde Karanlık Dünya’daki kurgular yatar.

Filmin galasında Âşık Veysel salonda, en önde, şeref konuğu olaraktan oturmaktadır. Gözleri hariç tüm uzuvlarıyla filmi seyreder Ozan… Film bitince, hemen orada bazı çevrelerce ağır eleştirilere maruz kalır. Beğenenler kadar beğenmeyenler de vardır ve bu beğenmezlik yüksek sesle dillendirilmekte, Veysel de tüm bu ağır eleştirileri duymaktadır.

En nihayetinde “sen ne diyorsun film hakkında Âşık?” diye sorarlar. “Vaktiyle yoksul, gariban bir kızı çok çirkin bir adamla evermişler” diye söze başlar Âşık Veysel ve devam eder.

“Kimi görse, kocasının çirkinliğinden bahsedermiş. En sonunda, e babamın evinde bu kadarı da yoktu, der kız” diye çuvalın ağzını bağlar Veysel.

“Bu, hiç yoktan daha iyidir. İnsanlar sesimi duyuyordu, dinliyordu, şimdi sıfatımı da görecekler” diyerek oradakilere sağlam bir ders verir ve utandırır.

Tabirin sığmaz kâleme

Derdin dermandır yâreme

İsmin yayılmaz âleme

Âşıklarda meşk olmasa

Âşık Veysel’in, çiçek hastalığından mütevellit yüksek ateş sonucunda kör kaldığı söylenir, bilinir. Bu hem doğru, hem yanlıştır ama kesinlikle eksik bilgidir. Veysel, o dönem Anadolu köylerini kasıp kavuran, aman bilmez çiçek hastalığına yakalanır. Alev alev yanar, günlerce baygın, sayıklar… Öldü sayarlar ki ateşi düşer ve sol gözünü tamamen, sağ gözünü de kısmen kaybetmiştir, ayıldığında…

Küçük Veysel’in canı kurtulmuş, sağ gözüyle bir miktar da dünyanın renklerini görebilmektedir, şükür…

Bir gün, ahırın önündeki su birikintisinde oynarken kıpkızıl bir taş bulur Veysel ve babasına “baba bak ne buldum” der, heyecanla. Babası, ahırdadır ve Veysel’i duymaz. Veysel, birkaç kez daha seslense de duymaz babası, keza elinde sivri uçlu dirgenle ot, saman devşirmektedir babası. İşine öyle kaptırmıştır ki, Veysel’in ahıra girip de iyice dibine sokulduğunu hiç fark etmez.

“Baba, bak ne buldum!” dediğinde Veysel, babası aniden döner ve elindeki sivri uçlu dirgen sağ gözüne girer, Veysel’in.

Çığlık!

Kan!

Panik!

Babası, işliğinden kopardığı bir parça paslı ham keten bezi bastırır Veysel’in kanayan sağ gözüne ve Şarkışla’daki sıhhiyenin yolu tutulur. Bu sıhhiyenin tıp bilgisi de askerlikte “sıhhiye eri” olmasından mütevellittir. Sıhhiye, Veysel’in kanayan göz çukuruna iyice yapışmış paslı keten bezi, küçük Veysel’in çığlıkları arasında usul usul, usulünce çeker alır. Koca bir boşluk, kanlı, korkunç…

İşte Veysel, tam tekmil böyle âmâ kalır…

Kim okurdu kim yazardı

Bu düğümü kim çözerdi

Koyun Kurt ile gezerdi

Fikir başka baş'k olmasa

Bir de ilk karısı Esme’ nin Yanaşma Hüseyin’le kaçması ve Veysel’in Esme’nin çorabının içine, kaçmasından evvel, para koyması meselesi vardır ki, bu da külliyen kurgudur. Yahu Veysel’in kaşınmaya kara tırnağı yok, kocadayken kocaya kaçan karısına kıyak yapması ne mümkün! Sonraki yıllarda Veysel’in oğluyla yapılan röportajlarda bu mevzunun da kurgudan baret olduğu ortaya çıkacaktır.

Esme’ye hiç beddua etmez Veysel ama Hüseyin’e çok ilenir. Hüseyin ki, yanaşmadır ve her kapıdan ekmek yemiş, su içmiştir, işte bundan ötürü de hainlik bilmiştir Yanaşma Hüseyin’in uçkuru gevşekliğini.

Esme’den biz kızı olur ama daha bebeyken, Esme kızını emzirirken uyku hâlinde, bebesi nefessiz kalır ve ölür.

Sonraki yıllarda Veysel yeniden evlenir, Gülizar’la. Gülizar, anasının adı, ağzının tadıdır; oğlu kızı olur, zaman her şeyi unutturur.

Veysel, evinin eşiğine oturmuş üzüm yemektedir. Üzümü çok sever Veysel, o ara Esme evin önündeki yoldan geçmektedir ve Veysel, kokusundan tanımıştır Esme’yi ya, belli etmez.

“Ne yapıyorsun Veysel?” diye sorar Esme.

Veysel, hiç istifini bozmadan “üzüm yiyorum” der.

“Bana da versene. Bilirsin, üzümü çok severim” der Esme.

“Vermem” der Veysel.

“Niye ki?” der Esme, şaşırarak.

“Madem üzüm yemek istiyordun, evden kaçmasaydın” der ve ikisi birden gülüşürler.

Güzel yüzün görülmezdi

Bu âşk bende dirilmezdi

Güle kıymet verilmezdi

Âşık ve Maşuk olmasa

Rıfat Ilgaz, Beyoğlu’nda tek gözlü Yaşar Kemal’le âmâ Âşık Veysel’i kol kola görür… Yaşar Kemal üç buçuk yaşındayken talihsiz bir kaza sonucunda sağ gözünü kaybeder. Hayvan derisi yüzen babasını seyrederken bıçağın aniden kaymasıyla, sivri ucu sağ gözüne girer Yaşar Kemal’in ve gözünü kaybeder.

“Şu Allah’ın işine bak, tek gözle iki adamı idare ediyor” der Rıfat Ilgaz.

Âşık Veysel 25 Ekim 1894 tarihinde Sivas’ın Sivrialan Köyü’nde dünyaya gelir. Alevidir. Köy Enstitüleri’nde bağlama eğitmenliği yapar. Atatürk’ün övgüsünü alıp maaşa bağlanır. Ata’ya ve dönemin önde gelen devlet erkânına çalar söyler. Âşıklar Bayramı’nın en baş ozanı olaraktan tahta kurulur.

21 Mart 1973 tarihinde Sivas Devlet Demiryolları Hastanesi’nde kanserden ölür…

“Dünya nasıl bir yerdi” dediklerinde “iki kapı arasında bir dakikalık” der Veysel…

Senden aldım bu feryadı

Bu imiş dünyanın tadı

Anılmazdı Veysel adı

O sana âşık olmasa

Dünya için “iki kapılı bir han” benzetmesi kadar sağlam ve somut, sanatsal bir ifade bir daha icat olunmadı.

Âşık Veysel’in heykeli yapılacaktır.

“Âşık, heykelin yapılacak. Nereye yapılsın? Kapına mı yoksa bir meydana mı?” diye sorarlar, nezaketen.

“Kaça mal olacak bu heykel?” der Veysel.

“Yaklaşık beş yüz lira falan” derler.

“Siz o parayı bana verin, ben heykel gibi dururum istediğiniz yerde” der.

Bugün ülkenin birçok yerinde Âşık Veysel heykeli vardır. Sivas ili Şarkışla ilçesi Sivrialan Köyü’ndeki evi de müzeye dönüştürülmüştür.

Yorumlar

5 üzerinden 0 yıldız
Henüz hiç puanlama yok

Puanlama ekleyin
bottom of page