MARAŞAL
- Osman Kademoğlu
- 2 gün önce
- 4 dakikada okunur

70 yıl önce bir yaz günü Perşembe Yason Hoynat Medreseönü ve Belicebaşı yönünden Kale’ye bir taka geldi. Sürmene'de yapılmış olan bu takanın bordası deniz yeşili (akuamarin), bezir sarısı, uçuk gök mavisi, yumrusu siyah, su kesimi kırmızı, talazlıkları sunabaşıydı, denize konan ve uçan bir sukuşu kadar canlıydı. Görenler rengine kesimine baka kaldı, görmeyenlere haber salındı. Haberi duyan Kaleliler kumsala geldiler hayırlı olsun dediler.

Takanın sahibi ve kaptanı Dursun Mehmet Yeşiltaş Kale'de ilk günün hatırasını yaşatmak için bir hoş geldin seferi yapmaya karar verdi. Sandalını, çaplasını, pabucunu, lastiğini çıkarıp eline alan çocuk, büyük, genç, ihtiyar her yaştan insanlar iskeleye yanaşan takaya koştular. Taka düğün kayığı gibi doldu, deniz kaynalara kadar yükseliyordu. Güvertede adım atacak yer kalmayınca Dursun Mehmet makineye yol verdi önce dağ yeşili gölgeli Kale koyunda turladı, İnyanı’dan dönerek Boklutaşı selamladı, taşa konan akkuşların olurunu aldı! Oradan açık denize sonra Fatsa yönüne yol verdi, IIlıca ırmağına kadar gitti geldi! Takanın ilk yolcuları birşeye çok hayret ettiler, bu yeni takanın makinesi bildiğimiz kızma kafa lâmbalı pat pat duman atan motorlara kıyasla çok sessiz çalışıyor ve çok yollu (hızlı) gidiyor motorun hızından oluşan rüzgâr sesleri alıp uçuruyordu. Kaleliler yeni makineyi konuştular tartıştılar takdir ettiler, maşallah dediler nazar duaları okuyup üflediler..
Karadeniz’de küçük teknelere ad koymak adeti yoktu, kayıklar sahibinin adıyla anılırdı ama herkesin beğenisini kazanan takanın şiyerinin (borda eğrisinin) hilali andıran şekline, renk uyumuna, ince çubuklu boyasının sürmeli göz bakışına, 30 guvat makinanın yollu gidişine yakışacak, motorun gücünü temsil edecek bir ad gerekti. Beklenen ad kendiliğinden geldi. Makine kamarasında saklı motorun üstünde Marshall (marka) yazıyordu. Marshall Türk söyleyişine uydu Maraşal oldu. Maraşal adı hem güç kuvvet belirtiyor hem de en büyük askeri rütbeye ve en büyük komutana gönderme yapıyordu, sözün özü Maraşal çok saygıdeğer bir addı. Maraşal’ın gelişi Bolaman’da balıkçılıkta çığır açtı bir dönüm noktası oldu, Maraşal’ın balıkçı filosuna katılmasıyla Bolaman’ın denizde eli güçlendi. Artık balıkçılar denize daha güvenle çıkacak, uzak denizlere gidebilecek, akşam Kale’ye dönmeyecek, gerektiğinde günlerce gecelerce denizde kalacaktı.

Aylar aylara, mevsimler mevsimlere, yıllar yıllara eklendi, balıkçılıkta Boğaz ağzından Sinop’a, Sinop’tan Sarp’a kah yalıda kah açıkta, morinada kurşunculukta (yunus peşinde) durmadan 2 gün kuzeye giderek Ukrayna, Kırım ve Rus sularına kadar Maraşal’ın kolaçan etmediği volta atmadığı Karadeniz kalmadı. Kimi gün tenha yalnız, ufuk çizgisiyle başbaşa, kimi geceler solgun mavi yıldız ışığıyla, kimi Sovyet kadın balıkçılarla yârenlik edilen birbirine sigara ve çukulata atılan, kimi denizde uzaydan gelen saf ipekten uydu paraşütü bulunan av günleri birbirini kovalıyor, uzun seferlerden dönüşte Maraşal'ın yolu gözleniyor, Balıkçılar her seferden başka başka anılarla dönüyordu.

Tekne her yıl temmuz ayında boya ve bakım için karaya çekilir, Kaymakam (Dursun Mehmet) motoru söker dağıtır elden geçirir, bujileri ve diğer hareketli aksamı yağlar yeniler parlatır, motor yeni kurulmuş bir saat gibi işlerdi. Bazan bir hafta süreyle makine üzerinde çalıştığı olurdu. Bu öyküyü anlatan çocuk; Maraşal’ın güvertesine çıkar, kamara ağzında oturur makinayı söküp takan Kaymakam abisini seyreder dururdu.
Zamanla boyası güneşten, denizin tuzundan solgunlaşan Maraşal direkten serene, güverteden kamaraya dümene, yumrulara talazlıklara, su kesimine kadar yoklanır, varsa armozların aralandığı yerlere kalafat yapılır macun çekilir, boyanır renk renk donanırdı. Maraşalın boyanması en güzel yaz günlerinde yapılan adeta kutlanan bir sanat olayı bir şenlikti, ince yerleri ince fırça kullanmakta, çizgi (çubuk) çekmekte usta Yalçın Hazne boyardı. Maraşal boyanırken kardeşim Mahmut ve ben bu fırsatı kaçırmaz, evden oyuncak takalarımızı alır boyanmaya götürürdük. Dursun Mehmet abimiz bizi kırmaz oyuncak takaları alır gözlerini süzerek bakar, dikkatle boyardı. Maraşal ile aynı renkleri paylaşmak çocuklara gurur verirdi. Ne de olmasa iki oyuncak takayla Maraşal aynı denizde yüzen kayıklardı.
Sıcak yaz günleri taze boya güneşte kavrulmasın gölgede yavaş yavaş sağlıklı kurusun diye takanın üstü çadır gerilerek ve de bol yapraklı akasya defne dallarıyla örtülürdü. Kale’de eyyamı buhur’da bunaltıcı sıcak günlerde kaçıp sığınacak poyraz esintili en güzel yer kumsalda çekili duran Maraşal’ın güvertesiydi. Çocuk pabuçlarını çıkarır takayı ırgata bağlayan gergin çelik halata basarak gölgeli ve serin güverteye çıkar talazlıklarda, kamaranın üstünde ya da dümen tahtasında oturur kah kitap okur kah denize bakarak denizli hayaller kurardı.
Kale’de yaz ortasında ağustos ayında palamut avına gidilir günübirlik denize çıkılırdı… Bir yaz akşamı Odayanı’da kaymakamla konuştum; “Yarın sizinle birlikte palamuta çıkmak istiyorum” dedim izin istedim. Çocukları hiç kırmayan Dursun Mehmet bir an bile düşünmedi; “Sabah gün ağarmadan iskeleye gel!” dedi izin verdi.
Sevinçten içim içime sığmıyordu, sabah kurulmuş saat gibi karanlıkta kalktım, gürültü etmeden ayağının ucuna basarak ve kimseyi uyandırmadan evden çıktım, Kale sessizdi uykudaydı iskelede bağlı duran Maraşal'a geldim, Deniz cam gibi berrak kıpırtısız durgundu. Halatı çekerek takayı yanaştırdım anbarüstü güverteye çıktım.
Kaymakam (Dursun Mehmet), kardeşi Ahmet Yeşiltaş, Kahya Dursun Gülboy ve Kaya Coşkun kamarada ve başaltında uyuyorlardı. Ayak sesine uyandılar. Bir gün önceden hazırlık yapılmış 120 kancalı çapari hazırlanmıştı. Sabah gün ağarmadan palamuta çıkılacaktı. Kahya Dursun gitti fırından taze ekmek aldı. Dursun Mehmet motoru çalıştırdı, hava henüz alacakaranlıktı doğu ufkunda tan kızıllığı yeni beliriyordu usul usul tornistan ederek (geri giderek) iskeleden açıldık. Taka karanlık denizde bir an sessiz ve hareketsiz durdu. Bu bekleyişte denizi bakışlarıyla kolaçan eden Kaymakam makinayı ileri vitese taktı. Maraşal ayakları suda saklı bir kuğu gibi geniş bir daire çizerek döndü önce doğu yönüne sonra kuzeye açık denize yol verdi.
Gün çabuk ağarıyordu, dağların gölgesinden çıktıkca deniz aydınlanıyordu. Gün ışıyana kadar birbirine dolaşan oltaları ayıklıyarak bir süre öyle gittik. Güneş yükselirken bizimle birlikte gelen kah üstümüzde uçan kah ardımız sıra kanat çırpan birkaç akkuş saçma atan çifteyle vuruldu, tüyleri yolunup kancalara sarıldı, kuş tüylü kancalar (çapari) motorun iki yanından denize salındı.
Ağır yol giderek sürme avı yapıyoruz oltalar toplandıkça Karadeniz’in bereketi çekilip geliyor palamutlar üçer beşer güverteye dökülüyor. Şansımıza o gün balık bol deniz bereketliydi, öğlen vakti Fatsa açıklarında Murçuval adası (şimdiki Fatsa Fener Adası) kayalıklarında demirliyoruz. Sert poyraz demir üstünde takayı sallayıp dururken gaz ocağında kalaylı bakır tepside pişen bol domatesli soğanlı palamut buğlama ziyafeti çekiliyor. Tabii limon eksik değil üstüne tahin helvasıyla demli çay.
Sonra yine akşama kadar avlanmaya devam. Saat dörtten sonra poyraz yatışıyor. Geceden kalan uykusuzluğu başaltında iki saat uyuyarak çıkarıyorum. Denizin beşiğinde; takanın karnında çekilen uykunun tadı başka oluyor. Ve akşam alacasında, batı ufkunda renkler kırmızıdan mora dönerken biz de Kale’ye dönüyoruz.. Dursun Mehmet günün bereketinden (tutulan balıktan) 10 adet palamut veriyor, çocuğu eve eli boş göndermiyor. Bana bu güzel günü yaşatan sevgili Kaymakam Dursun Mehmet, Ahmet Yeşiltaş, Kahya Dursun Gülboy ve Kaya Coşkun sizi hep sevgiyle, duayla, saygıyla anıyorum ve çook çok özlüyorum...
RESİMLER:
1.fotoğraf : Maraşal Eski Tavla'da (Yalıköy) Arkada dümende Kaymakam (Dursun Mehmet) ve Kahya Dursun Gülboy, başüstünde Ahmet Yeşiltaş
2.fotoğraf : Maraşal Kale'ye geldiği gün hoş geldin gezisinde.
3.fotoğraf : Kale koyunda sabah. Tan kızıllığı (Fotoğraf Asım Ekiz)
4.fotoğraf : Maraşal boyanıyor. Herkes mutlu herkes neşeli, Maraşal'ın boyanması adeta bir sanat şenliği, bir kutlama gibi...
Yorumlar