ÇANAKKALE
- Osman Kademoğlu
- 30 Mar
- 58 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 9 May

Zaferi dehşetinden büyük bu savaşı anlatmak ciltlerce kitap ister. Oysa bu yazı olaylara sınırlı bir dokunuştan ibarettir.
Çanakkale Gelibolu
hep denizler düşman dolu
körolası düşmanlar
şaşırdılar sağı solu.
Bu savaş türküsünü ilk duyduğumda 7 yaşımda vardım yoktum. Çocuk ruhumda vatan duygusunu ilk uyandıran iki ezgiden biri annem Şerefnur hanımın öğrettiği “Annem beni yetiştirdi bu ellere yolladı, al sancağı teslim etti Allaha ısmarladı...” alay marşı bir de bu türküydü. 109 yıl önce halkın gözünün kulağının Çanakkale’den gelecek haberlere kitlendiği 1915 yazında sevincin kâh doruk yaptığı kâh dibe vurduğu günlerde vatanı en yüce kavram ve şehitliği en yüksek mertebe sayan bir nesil yetişti. Mehmet Akif Ersoy’un Asım’ın nesli meğer nesilmiş gerçek – çiğnetmedi yurdunu asla çiğnetmeyecek diyen istiklâl marşı şairine esin veren işte bu yazının konusu olan Çanakkale savaşıydı.
1958 yılında Hayat mecmuası’nda yayınlanan İngiliz General Hamilton’un ve Çanakkale müstahkem mevkii komutanı Esat (Çobanlı) paşa’nın Çanakkale savaşı hatıraları ve bu yazılara ekli onlarca savaş fotoğrafları. Hele bir resim vardı ki Zığındere’de göğsünden vurulup düşen bir şehitin gökyüzüne dönük kapalı gözleri, solgun yüzü. Hayatta bu resmin betimlediği şehitlikten daha büyük bir mertebe yoktu! O artık Çanakkale savaşına dair okuduklarıyla dolu düşlerinde süngü taaruzunda askerleri, vurulup düşen şehitleri, Anafartalarda elindeki kamçıyı indirerek hücum emri veren komutanı hayal ediyordu. Çocuk yaşta başlayan Çanakkale tutkusu ömür boyu yaş aldıkça çoğaldı. Çanakkaleyi anlamak ve anlatmak ona farz oldu.
Bu yazıda savaşın askeri yanına öne çıkan birkaç sahneyle değinecek, daha çok bu savaşın insanlık arenasında, Avrupa’da yarattığı yankılara, Türk milletinin bu savaşta elde ettiği kazanımları ve uğradığı kayıpları, toplumun düşünce dünyasında vesile olduğu açılımları, uyanışları, yeni kurumları, milletin kaybettiği özgüveni bulmasına, askerlik mesleğinin ve kahramanlık duygusunun Türkler arasında yeniden başat değer olmasına kadar ve daha birçok ilklerin oluşumu üzerine görüşler yer alıyor.
ÇANAKKALE; en kutlu duygularla en azgın ihtirasların çatıştığı savaş. Bir yanda istila işgal ve sömürü için bir yanda evini barkını toprağını bahçasıını dağını yaylasını sürüsünü merasını korumak için ölümü göze alan hayatı hiçe sayan iki ordunun savaşı. Çanakkale aynı zamanda Türk İstiklal savaşının uvertürü (açılış sahnesi) anavatanı istilaya kalkışanlara yakılan ilk uyarı fişeğiydi Osmanlı’dan Türk milletine (1877-78) 93 Harbinin ve Balkan savaşlarında yaşanan toprak kaybı ve savaşın yol açtığı göçler Türk milletine son yüzyılın en büyük trajedisini yaşattı. İmparatorluğun Rumeli’de ve Kafkasya’daki topraklarından kaçan 4.5 milyon insan anavatana sığınmıştı. Bu göçün üzerinden bir yıl bile geçmeden başlayan Dünya savaşının bölük bölük bölünmüş çok uluslu yamalı bohça imparatorluk fikriyatıyla üstesinden gelinemezdi. Bu kere kapıyı çalan savaş elde kalan son sığınak son yurt anavatanı hedef alıyordu. Türkün karadan geçit vermeyeceğini bilen batılı istila güçleri bu kez yüzen kalelerle (zırhlılarla) anavatanın deniz kapısı Çanakkale boğazına dayandılar.
2000 yıllık ordu millet geleneğinin askerlik kodlarıyla hayatta kalan, 1071 Malazgirt zaferiyle, haçlı seferleriyle taçlanan savaş yemini, Namık Kemal’in Vatan yahut Silistre adlı eserinde dile gelen vatan duygusu 93 harbiyle ve Balkan savaşıyla olmazsa olmaz bir kimlik arayışını ve imparatorluğun gittikçe eksilen, artık birleştirici olmaktan çıkan çok kavimli Osmanlı kimliğine karşı Türklük bilincinin uyanışını gündeme getirmişti. Ve öyle oldu Çanakkale savaşı Osmanlı kimliğinden Türk kimliğine dönüşü hızlandıran savaş oldu.
Türklük bilinci askeri okullarda, tıbbiyede, mülkiyede, harbiyede hayat buldu ve bunlara koşut gelişen milli edebiyat cereyanıyla duygu ve ifade imkânına kavuştu. Artık gençlik yeni nazım (şiir) ve yeni nesir (düz yazı hatırat hikâye roman) türleriyle içini döküyor Arapça Fasrsça yüklü Osmanlı Jargonu ya da lisân-ı Osmanî (Osmanlıca) denilen eski ağdalı yazı dili yerine daha arı yalın Türkçeyi benimsiyor geleceğini vatan ve Türklük temaları üzerine kuruyordu. Yeniden filizlenen milli bilinç dimağlarda yıllardır sislenen imparatorluğun unsur-u asli (ana kurucu öge) ilkesinin kuvveden fiile (düşünceden eyleme) dönüşmesini kaçınılmaz kılıyordu.
Çok uluslu imparatorlukta yer alan diğer kavimlerin ayrılık ve kopuş sürecinde son Türk imparatorluğunun kurucu ögesi (unsuru) Türkler kurtuluş çaresi olarak yeniden ve bir daha aslına teveccüh ederek (yüzünü dönerek) Türk kimliğine sarılmıştı. Bu muhkem sarılış Balkan’dan Büyük Taarruz’a (1912-1922) 10 yıl süren savaşın sonunda Anadolu’da yeni Türk devletinin (Türkiye Cumhuriyetinin) kurulmasıyla sonuçlanan, çocuklarını cepheden cepheye savuran kanlı serüvenin, kurtuluşun itikâdı, ruhsal dayanağı ve kurucu ideolojisi olacaktı.
Bu arayışlar elbette çok yönlü, kapsamlı bir entellektüel birikim ve arayış ürünü, vatan sevgisini, ülkenin kurtuluşunu kendi nefsinden bile önceleyen bir inancın eseriydi. Bu tür düşünce temrinleri devletin bekâsından kendini sorumlu gören, sivil ve asker bu yüce vazifeyi kanında hisseden, rüyasında gören neslin idealist aydınları bu duygularla yatıp kalkıyor tüm düşünce ve tartşmalar bu ana tema üzerinde oluyordu.
Vatan: OsmanlI siyasetinde yenİ bir değer.
Namık Kemal’in 1829 Osmanlı Rus savaşında geçen Vatan yahut Silistire adlı tiyatro oyunu İstanbul’da1 nisan 1873’de ilk sahnelendiği gün büyük heyecan yarattı, siyasi gündemi ateşledi. Oyunun verdiği mesaj bir yenilikti. Vatan kavramı tarihte ilk olarak kitleleri harekete geçiriyor, Osmanlı siyasetine yeni bir değer (yeni bir etmen) katıyordu. 1860"lardan itibaren önce bir coğrafi ve hamâsi kavram olarak ortaya çıkan; insanın doğduğu yaşadığı yer, toprak, memleket anlamına gelen vatan önceleri halk arasında fazla bilinmiyordu. Savaşlarla geçen on yılların sonunda belginleşti (netlik kazandı) milletin mefküre ve kutsalları arasında girdi. Vatan mefhumunun halk arasında yayılmasında ve benimsenmesinde Çanakkale savaşının büyük rolu oldu. Vatan sadece belirli bir coğrafyayı tanımlayan kavram olmaktan ileri yurt edinilen toprağın mânevi ve ulvî boyutlarını da ifade eder oldu. Bu Çanakkale savaşının kazanımlarından biriydi. Vatan üzerine özlü (veciz) sözler söylendi şiirler yazıldı. Vatan; millet dediğimiz büyük ailenin yaşadığı toprağı temsil eden, yer ve mekân belirleyen bir kavram olmayı aştı gönüllere yerleşti, kutsal bir duygu, aşk ve heyecan kaynağı oldu.
20 inci yüzyılda şekil ve amaç değiştiren yeni savaşlarda yeni kavramlar yeni söylemler gerekiyordu. Emperyalıst saldırı karşısında askerler savunacakları toprağı temsil eden vatan duygusuyla motive edilmeliydi. Vatan; siyasi coğrafyayı tanımlayan bir kavram olmaktan ileri toprağın mânevi ve kültürel boyutlarını da ifade ediyordu. Talimgâhlarda vatan sevgisi aşılanan askerlerde düşman algısının, bireysel direncin ve savaşkanlığın çok daha güçlü olduğu görülüyordu.
Çeşitli etnik soylardan ve birbirinden uzak coğrafyalardan asker alınan (devşirilen) Osmanlı askeri söyleminde vatan kavramı yoktu. Savaşa giden asker fetih, gaza ve şahadet gibi dünyada ganimet, ahirette cennet vaad eden dini kavramlarla ateşlenir, motive edilirdi. İmparatorluk topraklarına memâlİk-İ mahsusa (padişaha mahsus memleketler) deniyordu. Jön Türklerin fikir dünyasında hayat bulan ve ilk olarak Namık Kemal’in gündeme getirdiği Vatan kavramı meşrutiyet döneminde askeri literature girmiş ama henüz halkın düşünce ve duygu dünyasında yer etmemiş, toplumun kutsalları arasına girmemişti.
Sultan 2. Mahmut döneminde kaldırılan yeniçeri ocağının yerine kurulan modern Türk ordusuyla birlikte ve yeni ordunun mânevi değerleri cümlesinden gündeme gelen vatan kavramı giderek yükseldi, ûlviyet (yücelik) kazandı, Çanakkale savaşıyla millete mal oldu. Ordu artık kapıkulu (padişahın askeri) olarak anılmıyordu. Ordunun sahibi milletti. Vatan kavramını millet askere değil ama asker millete öğretmişti.
ORDU VE SUBAY
İkinci meşrutiyette paşalar (generaller) aynı zamanda hem askeri hem de siyasi makamlara atanabiliyor heriki mercide görev yapabiliyordu. İttihat ve Terakki kongresinde bu uygulamaya karşı çıkan ve ordunun siyasete karışmamasını öneren genç yüzbaşı Mustafa Kemal beyin önerisi iyi karşılanmadı, partiden dışlandı.
Çok geçmeden bu yanlış uygulamanın ağır bedeli yaşandı. Partizan görüşlerden etkilenen komuta kadroları ikiye üçe bölünmüş aralarına nifak ve düşmanlık girmişti. Bu zihinsel (aklî) maraz (hastalık) ordu içinde disiplin kaybına ve Balkan savaşı felâketine yol açtı. Bu uğursuz ikilemin, umarsız bölünmenin önü alınmalı, ittihad (birlik) yeniden ve bir daha kurulmalıydı. Aydınların kamu oyunda ve subayların erkânı askeriye arasında birinci görevi buydu. Bu görev için genç subaylar kolları sıvadılar, Subay kadrolarında büyük tensikat (açığa çıkarılma) yapıldı, alaylı subaylar emekli edildi, mektepli (Harpokulu mezunu) subaylar ordunun komuta kademelerine getirildi.
ÇANAKKALE SAVAŞI
Balkan savaşının boynunu büktüğü mânen yıktığı yılgın kuşakları uyandıran, yeniden umuda kavuşturan bedeli büyük kanlı cidâl.
Balkan yenilgisinin utancı, ruhsal yıkılmışlığı gözünü uyku tutmayan binlerce yılgın asker ve yenilmişliğin dayanılmaz kederiyle tutuşan kalpler. Balkan savaşı ertesi Türk ordusu bu haldeydi. Subaylar sokakta milletin yüzüne bakamıyorlardı. Mümkünü yok olamaz bu nedâmet (utanma duygusu) böyle sürmezdi, için için biz ölmedik yaşıyoruz diyorlar bu hakikati haykıracak bir fırsatın zuhuru (ortaya çıkması) için tanrıya bir yakarış bir dua kadar içten ve kudretli bir ihtiras duyuyorlardı.. Turgut Özakman’ın dediği gibi “Balkan savaşının kara lekesini silip ordunun namusunu tertemiz edeceklerdi.”
Karada topçu, süvari, piyade denizde bahriye üzerine serpilen ölü toprağını silkip atmaya, kendini bir daha ama bu kere tarihe geçecek bir zaferle göstermeye can atıyordu. Bu ordu; karşısına çıkacak düşman kim olursa, ne kadar ne denli güçlü olursa olsun, isterse ve keşke dünyanın en büyüğü en güçlüsü gelsin vatan toprağına saldıracak olan gücü ayaklarının altına alarak üstünde yürüyerek çiğneyerek hıncını almak istilacıların bahtını ilelebed (ebediyen) karartmak ve yeniden milletin gözbebeği olmak istiyordu. Türk Ordusu bu kadar büyük azim ve iradeye ölümüne and içmişti. Onuru yaralanan askerlerin duası o kadar güçlü ve içtendi ki Tanrı katında kabul oldu. Çanakkale savaşı elbet bir büyük kâbustu ama aynı zamanda bir kutlu mihenk (denek) oldu ve büyük uyanışa yol açtı.
İslam inancına göre Tanrı insanı sınamadan onlardan şehitler (şahitler) edinmeden rütbe vermeyecekti. Türk askeri Çanakkale’de bir kere daha rüştünü isbat ve tanrı katında rütbe-i âlâyı (en yüksek rütbeyi) hak edecekti. Âl-i İmran sûresi – ayet 169: “Allah yolunda öldürülenler için ölüler demeyin. Hayır, onlar diridirler, fakat siz bilemezsiniz.”
Âl-i İmran - ayet 140-141 ”... o günler... onları biz insanlar arasında çevirip dururuz kah bir kavme, kah ötekine galibiyet veririz; bazen bir topluma iyi veya kötü günler gösteririz, bazan ötekine. Allah inananları ortaya çıkarmak, sizden şehidler (şahitler) edinmek için zamanı kah lehinize, kah aleyhinize çevirmektedir…”
BALKAN GÖÇLERİNİN ETKİSİ
Çanakkale savaşı Gelibolu yarımadasını savunmaktan ibaret değildi, 93’ten Balkan savaşına (1877-1913) Tuna’dan, Kafkaslar’dan, Rumeli’den, Balkan’dan sürülen göçmenlerin, savaş kaybeden ordunun kırılan onuru söz konusuydu.
Balkanlarda soykırımından kurtulan Türkler sığındıkları son vatanda kalmaya, burada kök salmaya kararlıydı. Bu duygu kalbte sevda sırrı gibi saklanıyor ama yüzlerden gözlerden apaçık okunuyordu. Tamaşvarlı, Tunaboylu, Karaormanlı, Pilevneli, Silistireli, Filibeli, Rusçuklu, Makedonyalı, Priştineli, Giritli, Saraybosnalı, Üsküplü, Manastırlı, Yanyalı, İşkodralı, Selanikli, Onikiadalı ve Kaf dağlı 5 göç görmüş insanlar illâ ki ayyldızın gölgesinde yaşamaya ve ölmeye kararlıydılar. Rumeli; büyükanaların dedelerin anlattığı gözyaşıyla ıslanan hatıralardı ve Gelibolu yarımadası; efsane vatan Rumeli’nin son parçası!. Şimdi hedefte Gelibolu vardı. Yarımadanın düşmesi 600 yıl önce Süleyman paşanın Boğazı sallarla geçerek vatan kıldığı topraklara veda demekti. Balkanlar’dan gelerek Trakya’ya ve batı Anadolu’ya yerleşen Rumeli göçmenleri binlerce evlâdı fatihan “Artık yetti gayrı buradan bir adım geri gitmek yok!” dedi.
Çanakkale kaybedilen topraklarda akan kanların, burçlardan indirilen bayrağın ahını alacak kahramanlığa dönüş ve diriliş savaşı olacaktı. Bu inanç erlere subaylara eğitim çavuşların aklına işlenen dimağına yazılan kutsal telkindi. Erlere verilen eğitimde vatan savunmasının kodlarını taşıyan öğretiler, sözler, ilkeler yazılıydı, gelecek zaferin hayalinde vatan manzaraları vardı!.
Karlı dağlardan, yeşil ovalardan, ormanlardan, kayalı kanyonlardan, akarsulardan, sarı bozkırlardan, mavi denizden, ıslak kumsallardan gelen binlerce asker omuz omuza, sırt sırta, el ele Çanakkale’yi savundular, birlikte kaldılar, birlikte öldüler. Bu askerlerin arasında sözsüz bir ahitleşme gizli bir yemin mi vardı. Olmasa bu savaş nasıl kazanılırdı? Anadolu karasında olmayan bir şey olmuş düşman kapıya dayanmıştı. Cephe şuracıkta yakındı, siperin ardı vatandı. Askerin anası babası, dedesi nenesi, eşi çocukları, bacısı, sözlüsü nişanlısı, evi barkı, tavuğu ineği, koyunu keçisi, kedisi köpeği, atı eşeği, çeşmesi, camisi, dergâhı, kabristanı, yatırı, türbesi hepsi cepheye çok yakındı.
CİHAD-I EKBER İLÂNI
Türkiye Balkan savaşından büyük taarruza kadar (1912 – 1922) 10 yıl sürekli savaştı Çanakkale bu sürecin doruk noktası oldu. Bu savaşta Osmanlı, 600 yıllık tarihinde ilk ve son defa elindeki en güçlü olduğuna inandığı kozu kullandı. Peygamberin sancağı şerifini çıkartarak Kırım Türkistan Ortaasya Hindistan Afganistan Suriye Irak Hicaz Mısır ve Afrika’da yaşayan tüm ümmeti Muhammed’e Cihâd-ı ekber çağrısı yaptı. Eğer bu çağrı tutarsa İtilaf devletleri İslam coğrafyasındaki sömürgelerinden asker alamayacak, alsa da asker din kardeşlerine karşı savaşmayacaktı.
Büyük Cihat ilânı dünya müslümanları arasında beklenen yankıyı uyandırmadı ya da uyandıramadı, belki de halifenin çağrısı islamlara ulaşmadı hiç duyulmadı. İslam âleminin tek bağımsız devleti biricik ordusu Osmanlı’nın cihat ve tevhit (savaş ve birlik) çağrısına islam ümmetinden bir yardım eli uzanamadı. Çünkü 1914 Kasımında islam dünyasında Osmanlı’dan başka bağımsız (istiklâl sahibi) devlet yoktu, geri kalan milyonlarca müslümanın iradesi özgür değildi, hacir altındaydı.
İngiltere sadece Mısır’dan 1,200.000 müslümanı askere aldı ve 500,000 islam İngiliz emperyalizmi için savaştı, can verdi. İslam âlemindeki bu suskunluğa karşın milleti harekete geçirmek üzere cami duvarlarına, asırlık çınarlara hükümet binalarına yapıştırılan tuğralı, albayraklı, kılıç ve tüfek çatmalı Osmanlı armalı çağrı afişleri, davulla zurnayla çalınan hamâsi ezgiler toplumda heyecan uyandırmış olumlu bir moral motivasyonu sağlamıştı. Seferberlik ilanını duyan millet gün bu gün diyerek devleti ebed müddetin çağrısına koşuyordu.
O sırfada 14 yaşında ve Tirebolu’da olan babam Hasan Tahsin bey hatıralarında cihad-ı ekber ilanını şöyle anlatıyor: ‘Köylerde bulunan bütün muhtarlara üzerinde padişahın arması top ve mâdaren ve süngü resmi bulunan kapalı ve mühürlü bir zarf dağıtıldığını ve bu zarfların emredilinceye kadar açılamayacağını ve açanların idam edileceği tebliğ ediliyordu. Herkeste tereddüt ve istifham (soru) belirmişti. Ne olabilir diye çeşit çeşit değerlendirenler oluyordu. Birkaç gün zarflar açılamamıştı. Hz. Peygamberin gazalarda kullandığı temsili Sancak-ı Şerif çıktığı gibi söylentiler dolaşmaya başlamıştı. Müslüman halk arasında Sancak-ı Şerif çıkınca, eli silah tutan yediden yetmişe herkesin işini bırakarak bu sancak altında halifenin emrinde toplanması kat’i emir ve inancı vardı.
Zarflar açılmış seferberlik emri Rûmî 1285/1310 doğumlu 25 kura’nın silah altına alınması emri üzerine kasabada biriken kalabalık askerlik şubesinde toplanmıştı şehir bir mahşer manzarası arz ediyordu. Askere gelenleri şehir barındıramıyor, gelenlerin çoğu sokaklarda yatıyordu.’
Edirne’den, Diyarbakır’a, Halep’e, Erzurum’dan Muğla’ya, Ordu Giresun ve Trabzon’dan Rize’den Izmir’e, Ankara’dan Kütahya’dan, Kastamonu’dan, Bolu’dan Konya’ya Sinop’tan Antalya’ya, Adana’dan Şam‘a, Beyrut’a, Urfa’dan Bağdat’a, Antep’den Basra’ya kadar Osmanlı mülkünün her şehrinden her beldesinden asker alındığı, Mekteb-i Sultânîlerden (liselerden) öğrencilerin gönüllü olduğu, halkın iştiyakla istiyerek ahz-ı asker (askere alma) dairelerine koştuğu görüldü. Tarihte ilk olarak Dersaadet (Payitaht) İstanbul’dan bile asker alınacaktı.
İLK ŞEHİTLER
Çanakkale savaşı 3 Kasım 1914’te başladı. İngiliz Fransız birleşik donanmasına mensup 28 zırhlı Boğazın girişindeki tabyalara 14,000 metre mesafeden ateş açtı. Osmanlı savaş gemilerinin Karadeniz’de Rus limanlarını bombalamasına karşılık (misilleme) olarak ve savaş ilan etmeden boğaz girişindeki Kumkale, Ertuğrul ve Seddülbahir tabyalarını topa tuttu. Bu bombardımanda Seddülbahir Tabyası cephaneliği isabet aldı, infilak etti (patladı), 5 subay ve 81 asker şehit oldu. Bu askerler Çanakkale savaşının ilk şehitleriydi: Kale komutanı Yzb. Şevki bey - Kale muhafızı Üstğm. Cevat Efendi - takım komutanı Üstğm. Hasan efendi - takım komutanı Üstğm. Rıza efendi – takım komutanı Tğm. Eşref efendi ve 81 şehit askerin beden parçaları Seddülbahir kalesinde mutenâ (itinalı özenli) bir yere defnedildi, savaşın ilk şehitleri rahmete erdi mekânları cennet oldu.
İSTİLACILARIN ÖZGÜVENİ
İstilacıların kendi kuvvetine olan sonsuz özgüveni, süper güç olmanın kibri (büyüklenmesi) sebepsiz değildi. Üzerinde güneş batmayan Britanya imparatorluğu, Dünya denizlerine hükmeden donanma, 1915 yılının süper gücü İngiltere!. İngiltere’de ve kolonilerdeki okullarda çocuklara öğretilen milli slogan ‘Future belongs to Brittain” (gelecek Britanya’nındır) aslında yayılmacı emperyal projenin genç beyinlere aşılanmasından başka birşey değildi. İngiliz üst sınıfları oynunun kurallarını iyi biliyordu. Bir yandan vatandaşını “Britons wants you! Join the army” (yurttaşlar seni istiyor, orduya katıl!) diyerek savaşa çağırıyor bir yandan da kendi aralarında What are we fighting for? Arabian oil and mines of Africa! Division of property! (Ne için savaşıyoruz? Arap petrolu ve Afrika madenleri için, mal paylaşımı için) diyerek yanıtı kendisi veriyordu.
İngilizlere göre: “War must be impersonal so we would not be enamoured with it!” Savaş kişiler arasında değildi bu nedenle kişi savaşa tutkun (aşık) olmamalıydı. Savaş emperyal güçler arasında bir yarıştı, uluslar bu oyunu oynamalı fakat oyuna gönül vermemeliydi. Hatta karşı saflarda savaşan bireyler dost olabilirdi. İngiliz yönetimi savaşın çağdaş siyasi sistemin, dünyayı paylaşmanın gerekli kıldığı çağdaş (modern) bir aksiyon, kaçınılamaz bir eylem olarak görüyor, emperyalist sistemi asla sorgulamıyor, bireyleri emperyal aygıtın birer aracı olarak görüyor, savaşa karar verenlere ve savşanlara yasal, ahlâki, mânevi, vicdani hiçbir sorumluluk veya suç yüklemiyordu.
Bu anlayış Çanakkale’de düşmanın esirlere yaralılara revâ gördüğü davranışları, yaralı askerleri İstanbul’a taşıyan kızılay damgalı gemileri batırmasını, sahra hastanelerini bombalamasını açıklıyordu. Bunun anlamı kan döken benim ama sorumlu ben değilim demekti, insanlık suçu işlemeyi siyaset söylemiyle örtmekti..
İngiliz emperyal siyaset sosyetesinin yükselen yıldızı bahriye bakanı Sir Winston Churchill teknolojik üstünlükten kaynaklanan aşkın güven ve küçümseme duygusuyla gözlerini kısarak Gelibolu haritasına baktı. Avrupa’nın hasta adamı Osmanlı’yı artık can çekişen, adetâ yarı ölü sayan, Türk’ü eski yüksek meziyetlerini yitirmiş düşkün millet olarak gören Büyük Britanya Osmanlıyı gözüne kestirmişti. Bahriye Bakanı Churchill Dardanel denilen bu boğazı üstün donanma gücüyle elini kolunu sallayarak bir vuruşta geçeceklerine inanıyordu. En garantili en kolay geçit deniz yoluydu çünkü dünyanın en güçlü donanmasının kaybetme olasılığı yoktu!
Osmanlı’nın payitahtı, yönetim erkinin, eğitimin, irfanın, kültür hayatının, olanca sanayinin, varının yoğunun ve 1. Ordu’nun merkezi İstanbul; Çanakkale boğazından geçerek Dolmabahçe’de demirleyecek ve toplarını şehre çevirecek olan birleşik donanmaya ister istemez çaresiz beyaz bayrak çekecekti. Yenilmiş teslim olmuş esir Konstantinopol (İstanbul) bu muhteris adamın gözünde tütüyordu. Çabuk kazanılacak bir zafer İngiltere’ye ve donanma bakanına büyük perestiş sağlayacaktı. Kendi güçlerinden ve zaferden o kadar emindiler ki işgal askerlerinin ceplerine İstanbul’da harcayacakları paralar bile konmuş, Souvenir of Constantinople (İstanbul hatırası) yazılı kartpostallar basılmıştı. Bu savaş kendilerine medeni dünya diyen istilacılara göre ilkel Türkleri Asya’ya geri sürecekti. Hristiyanlığın doğum yeri, ana rahmi Anadolu’yu ele geçirmeyi amaç edinen ve 11.yüzyıldan beri başka başka adlar ve kimlikler altında yinelenen Haçlı rüyasının mutlu sonu yakındı, son savaşın eli kulağındaydı. Millet-i merhumeye rekuem (ölüm duası) okuyacağından emin olarak boğaza dalan demir gemiler, 18 Mart 1915 günü batının batıl rüyasından çok kötü uyandılar!
18 MART ZAFERİ…
MAĞRUR GELDİLER MAĞLÛP OLDULAR
Sabah saat 10.30 da çelik ve ateş tufanı koptu 6 şar gemiden oluşan 3 sıra olarak boğaza giriş yapan 18 zırhlının taşıdığı 15-38 cm çapında 470 namlunun kustuğu ateş toprağı hallaç pamuğu gibi atıyor, derin kraterler (çukurlar) açıyor mermilerin düştüğü yerden kalkan toprak 30-40 metre arşa yükseliyor, gökten taş ve ateş yağıyordu. İtilaf (birleşik) donanması inatla bastırıyordu. Bu kadar güce Türkler dayanamaz yanılgısı düşmanın cüretini artırıyor gördükleri çakma zafer rüyası hayallerinde gitgide daha çok ışıldıyor, daha bir renkleniyor, gözleri kamaşıyordu.
Gemi toplarının menzili kıyı tabyalarındaki eski topların menzilinden çok aşkındı. Çanakkale’de topçular düşman atış menziline girene kadar yer altında beklediler. Gemiler menzile girince saklandığı mevzilerden çıkarak yanıt verdiler bu defa gürleyen deniz üstünde cehennem estiren Türk ateşiydi. Düşman bir kere daha yanılmıştı sahil tabyaları yıkılmamış susmamıştı her bir tabya sanki taştan topraktan değil demirden bir kaleydi. Türk topçusu düşmana ilk şoku yaşattı. Bu sırada denizde neler oluyordu?
Saat 10.00 da ön safa geçen ve Boğazın daraldığı yere yaklaşan zırhlılar iki yakadan aynı anda açılan makas ateşine tutuldular. Bu ateşten korunmak için dönüş yapan 3 zırhlı (HMS İrresistable, HMS Ocean ve Bouvet) Nusrat’ın mayın komutanı Binbaşı Nazmi (Akpınar) beyin 8 Mart gecesi Karanlık Limana döktüğü mayınlara çarparak batmış, sahil tabyalarından açılan ateşle vurulan dört zırhlı (HMS Inflexible, HMS Agamemnon, Goulois, HMS Suffren) ağır yara alarak saf dışı kalmıştı. İtilaf donanması boğaza saldıran tüm deniz gücünün içte birinden fazlasını kaybetmişti. İngiliz ve Fransız amirallerin 18 Mart 1915 sabahı gördükleri erken zafer rüyası Çanakkale minarelerinde akşam ezanı okunurken yılgın ve umutsuz gezindiği gökten indi barut kokan dumanların kararttığı sulara gömüldü! Savaşı kaybeden düşman gemileri birer hayalet gibi boğazı terk ederek Limni adasına dönüyordu.
Çanakkale’den gelen zafer haberi üzerine İstanbul’da halk sokaklara çıktı, evler dükkânlar bayraklarla donandı, insanlar sarmaş dolaş oldular, minarelerde kandiller yandı, Süleymaniye camisinde iki minare arasına çekilen mahya, bu ışıklı madalya! Aslında gökyüzüne değil Gazi milletin göğsüne takılmıştı: Mahyada ÇANAKKALE GEÇİLMEZ yazıyordu...
HMS Agamemnon vuruldu – HMS Queen Elİzabeth kaçtı; 18 Mart deniz savaşında düşmanın moralini bozan, yerle bir eden bir olay oldu. İngiliz donanmasının en yeni, en güçlü zırhlılardan biri M.Ö. 500 de tam da bu coğrafyada Truvalıları yenen Akhalar’ın komutanı Agamemnon’un adını taşıyordu. Türk topçusu tam isabet bir atışla HMS (majestelerinin gemisi) Agamemnon zırhlısının çelik yeleğini parçalamış, batmaktan kıl payı kurtulan zırhlı Malta adasında onarılana kadar aylarca savaş dışı kalmıştı. Antik Yunan’ı batı uygarlığının 3 temel direğinden biri ve ana kaynağı sayan, sembollere büyük önem veren İngilizlerin esin kaynağı, savaşlarda güç sembolu, 2500 yıllık zafer simgesi, bileği bükülmez, yenilmez efsane Agamemnon’un vurulmasıyla düşmanın mâneviyatı bozuldu. Yoksa bu olay aynı kötü akıbetin tüm birleşik kuvvetlerin başına da geleceğinin öncü uyarısı mıydı? Bunun korkusu daha ilk günden İngilizlerin yüreğine yerleşti. Denizde güç ve zafer timsali 16,500 tonluk HMS Agamemnon’un temsil ettiği Royal kraliyetin fiyakası olanca cakasıyla (çalımı, gösterişiyle) İngiliz askerinin gözü önünde parçalanmış tükenmiş dibe vurmuştu. Royal Admiralty (İngiliz Amirallik dairesi) bu olay üzerine Kraliyet donanmasının en yeni en modern en güçlü gemisi HMS Queen Elizabeth’i de benzer bir âkıbete uğramaması için savaş sahnesinden geri çekti. Bu uğursuz boğazda donanmanın gururu bayrak gemisi HMS Queen Elizabeth’in başına bir iş gelirse bunu İngiliz kamuoyuna anlatmak mümkün olamazdı.
SUBAYLARIN GÖREVİ
Sadece aristokratların, seçkinlerin komutan olabildiği, yüksek rütbe ve makam alabildiği Avrupa Kraliyet ordularının aksine Türk ordusunun çekirdeği ana kaynağı toprağın koynunda büyüyen, kadrini kıymetini bilen köylü çocuklarıydı. Bu gerçek milli bir orduydu. Devlet göreve çağırınca koşup gitmek, anaya ataya itaat etmekle birdi. Seferberlik ilanı üzerine köylerden kasabalardan şehirlerden vatan savunmasına çağrılan ve çağrılmadan gönüllü olan eli silah tutan binlerce insan askerlik şubelerine başvurdu.
Kışlalar doldu bugün
doldu boşaldı bugün
gel kardaş görüşelim
ayrılık oldu bugün
Mehmetçik için düşmanın ırkı milliyeti rengi hiç fark etmezdi! Savaş meydanında karşısına çıkanı ayır etmeden düşman bilir ama onları istilaya, savaşmaya, can almaya kan dökmeye süren emperyalist kurgunun ne menem bir şey olduğunu bilmezdi. Yoksa bu alçak itikat uygarlık libası giyinmiş, maddeye tapan yeni bir din miydi? Türk ordu töresinde asker komutanına bakar, anası babası kadar komutanın da sözünü dinlerdi. Subayların birinci görevi düşmanın kimliğini ve meşum uğursuz niyetini askere anlatmaktı. Bizim askerin yüreğinde kazanması, fethetmesi zor bir kale vardı. Subayların görevi bu sessiz ve muhkem kalenin kilidini açmak, orada saklı durağan cevheri, Türkün savaşçı damarını uyandırmak, ateşlemekti..
Subaylar erlere düşmanın; ülkemizi işgal etmek, toprağımıza el koymak, halkı tutsak etmek, özgürlüğünü elinden almak için geldiğini anlattılar. İstila ordusu insanların canını almak alın terine emeğine üretimine el koymak için savaşacaktı. Irkçı batının ahlâksız ahlâkı kendi zatında kendisinden başka herkesi köle edinme hakkı görüyordu. Askerler Çanakkale’de milletin canını malını emeğini alın terini ırzını namusunu onurunu koruyacaktı, mehmetcik ölecek ama geçit vermeyecekti. Bunlar sade bizim değil tüm insanlığın ortak değerleriydi ve birilerinin bunu emperyalist batının başına vura vura öğretmesi gerekiyordu. O büyük dersi vermek biz Türklere nasip oldu. Savaştan 33 yıl sonra 1948’de yayınlanan insan hakları evrensel beyannamesinde yazılı ilkeler Mehmetciğin Çanakkale’de ölümüne savunduğu ilkelerdi.
Subaylar konuyu askerin anlayacağı dilde kelâm-ı has ile en açık en özlü en yalın sözlerle anlattılar. Mehmetçiğe emperyalizmin ne olduğunu, Batının sadece ve yalnız çıkara kenetlenmiş bencil siyasetini Anadolu insanına öğretmek, uşakların, kızanların, dadaşların pir-ü pak (saf ve temiz) iyilik dağarcığına işlemek kolay değildi.
Anadolu ve Rumeli kırsalından gelen saf köy çocukları bu kadar kötü bir niyeti hayal bile edemiyordu. Gâvurun bu topraklarda ne işi vardı? Amennâ ve saddaknâ (inandık ve tasdik ettik) gelsin konuğumuz olsun ayranımızı içsin yufkamızı aşımızı yesin isterse gece yatısına kalsın köyümüzü yaylamızı ovamızı görsündü ama bunca top tüfekle, demir gemilerle, teyyareyle, tahtelbahirle (denizaltıyla) gelmek neyin nesiydi? Ne demekti? Bu nasıl bir vicdan, ne hayın ne gaddar bir niyetti! O halde günah bizden gitti! Kavgaya gelen kavga bulacak rüzgâr eken fırtına biçecekti!.
Çanakkale Müttefikler için bir çıkar savaşıydı. Türkler içinse “olmak ya da olmamak” yaşamak ya da ölmek savaşıydı. Çanakkale ya batının çakma rüyasına ket vuracak ya da Türkün bahtını karartacaktı!
ÇANAKKALE OSMANLI’NIN SON İKİ ZAFERİNDEN BİRİ
Sanayi çağını ıskalayan Avrupa’dan geri kalan, sürekli toprak kaybeden imparatorlukta; Türk köylüsü ordunun ana insan kaynağıydı. 4 imparatorluğu tarih sahnesinden silen Birinci Dünya Savaşında Çanakkale’ye saldıran müttefiklerin ateş gücü karşısında dağlar taşlar çatlayacak toprak göğe savrulacak, deniz tutuşup yanacak, savaş çok kanlı olacaktı ve aynen öyle oldu. 600 yıllık Devlet-i aliyye tarih sahnesinden çekilirken düşmanlarına kök söktürdü. Çanakkale Osmanlı’nın son 2 zaferinden biriydi: Çanakkale ve Kut-ül Ammâre.
Vatan savunması depo alaylarında toplanan acemi erata anlatıldı çavuşların, erlerin aklına yazıldı, nefsine yüklendi. Bu öğretiler itikat kuvetinde birer kutsal telkindi. Gelecek zaferin kurgusunda vatan manzaraları, toprağı vatan yapan yaşayan canlı ögeleri, hayatın ta kendisi vardı. Bir muhayyel ve mücerret (sanal ve soyut) kavram olan vatan; ona sarılıp inandıkça, uğrunda savaştıkça, taaruzda, savunmada, her süngü parlayışında, her mermi patlayışında an be an deşifre oluyor, hayalden resme, soyuttan gerçeğe, dağa denize ovaya ormana suya pınara ağaca çiçeğe anaya babaya eşe sevgiliye dönüşüyor, tüm yaşamı içine alarak büyüyor belginleşiyordu. Çanakkale vatan duygusunun yeniden keşfedildiği gaybdan gerçeğe, sanaldan varlığa evrildiği gökten yere indiği savaş oldu!.
Çanakkale uzak ve yakın topraklar için yapılan bir savaştı, Anadolu”da haçlı seferlerinden Sultan 1. Kılıçarslan’dan ve Moğol istilasından beri görülmemiş bir şey olmuş düşman kapıya dayanmıştı, cepheye yakın köylerde top sesleri yankılanıyordu, Anası babası, eşi çocukları, sözlüsü, nişanlısı, evi barkı, tavuğu ineği, koyunu keçisi, kedisi köpeği, atı eşeği, okulu, çeşmesi, camisi, namazgâhı, kabristanı, değirmeni, dergâhı, yatırı, türbesi hepsi oradaydı ve bunların herbirinin başka bir kutsiyeti vazgeçilmezliği vardı. Yakını kaybetmek uzakların yolunu açmak demekti, ayak bastığımız her adım en yakun her karış toprak son asker düşene kadar savunulacaktı.
BOŞA DÖNEN KASNAK
Harb-ı umumi (genel savaş) denilen Birinci Dünya Savaşı o güne kadar dünya tarihinde yaşanmış en geniş kapsamlı savaş oldu. Bir ucu Avrupa’da, Atlantik’te, bir ucu Afrika’da, Uzak Doğu’da ve Pasifik’de olmak üzere Dünya coğrafyasını ele geçirmek isteyen emperyalist kampların orduları çarpışıyordu. Ya Çanakkale? Bu büyük savaşın tek ve biricik farklı sahnesi! Çanakkale bir yanda emperyalist (sömürgeci yağmacı) orduların bir yanda vatan savunması yapan milli ordunun yer aldığı hakla batılın hesaplaştığı yerdi. Bu farklı sahnede renk renk çeşit çeşit tür tür oyuncular vardı. İngiliz, Fransız Rus Alman siyasiler, omuzları sırma apoletli, göğüsleri altın ve madalya dolu muhteris potansiyel katiller, savaş senaristleri, yönetmenler (generaller), aktörler (askerler) Britanyalı, Fransalı, Avustralyalı, Yeni Zelandalı, Kanadalı, Senegalli, Afrikalı, Bedevî, Mısrî ve Arap, Hindî ve Gurka askerler.
Mehmet Akif Ersoy’un deyişiyle:
Eski Dünyâ, Yeni Dünyâ, bütün akvâm-ı beşer,
Kaynıyor kum gibi, tûfan gibi, mahşer mahşer.
..............................................
Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk;
Sâde bir hâdise var ortada: vahşetler denk.
İngiliz - Fransız deniz kara ve hava güçlerinden oluşan savaş çarkı geldi Çanakkale boğazına kuruldu. Avrupa bu çarkın karşısına çıkacak direnecek orduyu çelik dişleri arasında öğütüp çekip bitireceğine, un ufak edeceğine inanıyordu. Oysa bu çelik çark avara kasnak gibi aylarca boşa dönüp durdu. İngiliz savaş lordlarının bunu anlaması idrak etmesi 9 ay sürdü.
1915 yılında tarihin en büyük anfibik (çıkartma) harekâtı - ilk deniz kara hava savaşı
Birinci dünya savaşı; yeni strateji ve taktiklerin uygulandığı modern savaşın öncüsü, başka bir deyişle savaşın çağdaş evreye geçişidir. Gerek dünya coğrafyasında yayıldığı alanın büyüklüğüyle, gerek yeni silahların yüksek yıkım gücüyle gelecek 50 yılın savaş modelini belirleyen, savaşın cephe gerisini, sivil yaşamı etkisi altına aldığı topyekün savaş kavramının ilk ortaya çıktığı sahneydi.
1915 yılına kadar tarihin gördüğü en büyük anfibik harekât (çıkarma) Çanakkale’de yapıldı. Aynı günde 7 ayrı yerde 60 bin askerin anfibik (deniz kara ortak harekât) çıkarma yaptığı savaş. Savaş gemilerinden ve monitorlardan açılan topçu ateşiyle desteklenen, havadan sabit gözetleme balonlarının ve uçakların askeri birliklerin intikalini (yer değiştirmesini) ve tüm hareketleri izlediği istihbarat sağladığı, topçulara nokta hedef gösterdiği savaş. Çanakkale’de yapılan çıkarmalarda kazanılan deneyimler anfibik harekâta yenilikler getirdi. Gelibolu; 2. Dünya savaşında Anziyo (İtalya) ve Normandi (Kuzey Fransa) çıkarmalarına, pasifik adalarında anfibik harekâta örnek oldu.
Çanakkale uçak, uçak gemisi, dretnot, denizaltı, torpido, mayın, makineli tüfek, el bombası, şarapnel, dikenli tel, zırhlı araç, gözetleme balonu, kara mayını ve yeraltı (lağım) savaşının uygulandığı ama teknik üstünlüğün insan iradesine yenildiği savaştı.
Askeri teknolojideki gelişmelerin verdiği aşırı güven duygusu kusursuz işleyen mekaniğin, pırıltılı dev çelik namluların ruhlara hükmetmesi, yüksek ateş gücü bomba ölüm makinaları karşısında bireyin mutlaka yetersiz kalacağına ve yenileceğine inanan maddeden başka beşeri kuvvetleri insanın sabır ve direncini ruhsal ve mânevi gücünü cesareti yeterince dikkate almayan hatta yok sayan, ilkeleri sadece ve yalnız daha çok çelik, daha çok patlayıcı bazında ölçülenmiş emperyal savaş vizyonu teknolojide çağın gerisinde kalan Osmanlı’yı hiç sayıyordu.
Büyük savaş öncesi İngiltere ve Fransa’yla uzlaşma arayışına giren Osmanlı devlet adamları batılı başkentlerde soğuk karşılanmış, uzlaşmak için Osmanlı’dan kabul edemeyeceği ödünler istenmiş, parası ödenmiş 2 savaş gemisine İngiltere tarafından el konarak Osmanlı devletiyle uzlaşma yolları kapatılmış adeta savaşa çanak tutulmuştu.
Balkan savaşını kaybeden devletin itibarı sarsılmış Avrupalı siyasilerin gözünde yenilen ordunun hiçbir kıymet-i harbiyesi kalmamıştı, savaşta işe yaramaz aksine ayak bağı olurdu, Osmanlı; ittifakı istenmeyen bir devlet konumundaydı.
Ama Büyük Britanya yanıldı küçümsediği hasta adamla 4 yıl savaşmak zorunda kaldı. Bu savaşın asıl nedeni Britanya’nın Doğu Akdenizi ve Hindistan yolunu kontrol eden Osmanlı topraklarnda, petrol zengini coğrafyada gözü vardı. Hidrokarbon yakıt çağına geçildiği yıllarda sömürgeci devlet gelecek yüzyılda tüm makinaların ana tahrik kaynağı olacak petrolün başkaları tarafından kullanılmasına razı olamazdı, pahası ne olursa olsun petrol yataklarını ele geçirmeliydi.
TÜRKLERE KARŞI YAPILAN EN TEKNİK SANVAŞ VE YENİ SİLAHLAR
Gelibolu çıkarması modern silahlarla donatılmış kara deniz ve hava kuvvetlerinin eşgüdümüyle yapılan ve savaş tarihinin o zamana kadar gördüğü en büyük anfibik harekâtdı. Son teknik imkânlarla savaşın tahrip skalası (yıkım yelpazesi) birkaç kat büyümüştü. Osmanlı’nın bu güce direneceği akla ziyandı. Acaba gerçekten öyle mi olacaktı. Bu postülayı sınamanın bedeli çok kanlı oldu.
Çanakkale savaşı; Batının o güne kadar doğuya (Türklere) karşı yaptığı en teknik savaştı. Daha önceki savaşlarda atölyelerde kalıba dökülen dökme demir gülle atan toplarla ya da el tezgâhlarında üretilen kılıç kargı ve tüfek ateşiyle denenmiş olan Türklerin sanayi ürünü seri ateşli silahlarla, gemi toplarının yüksek imha gücüyle, binlerce çelik misket saçan şarapnelle, makineli tüfekle, uçaklarla denizaltılarla sınandığı, dünyanın daha önce görmediği yeni savaş usulleriyle yüzleştiği sahne oldu. Askerin siperden çıkıp koşarak atıldığı süngü savaşı ise cesaretin korkusuzluğun özverinin bugün dahi aşılamamış olan en aşkın evresi tepe noktasıydı.
Makineli tüfek…
Dakikada 200 mermi yakan makinalı tüfek vurduğu bedeni delik deşik ediyordu. Tarlada ekin biçen tırpan gibi hızlı ve verimli çalışan bu ölüm makinalarının kahreden gücü çok can pahasına anlaşıldı. Makineli tüfek ateşinden korunmak için binlerce kum torbası gerekiyordu – Türk tarafında zayiatın büyük bölümünün savunma sırasında değil ama karşı saldırılar sırasında verilmiş olmasının bir nedeni açılan yoğun makineli tüfek ateşiydi. Düşmanın makineli tüfek sayısı bire üç üstündü. Türk tarafında bu açığı biraz azaltmak için Midilli kruvazöründen sökülen 12 makinalı tüfek birliklere dağıtılmıştı.
Gemi topları
Denizden görünen savunma hatları donanma ateşinden çok kayıp veriyordu. Türk siperlerinin yarımadanın derinliğine değil ama daha çok düşman hatlarına paralel organize olması ve ileri hatlara kuvvet yığılması tek bir top mermisiyle çok sayıda askerin ölmesine yol açıyor, tahkimat malzemesinin kıtlığı nedeniyle yeterli korunak ve sığınma tesisleri yapılamıyordu.
Torpido
Suüstü gemilerinden ve denizaltıdan ateşlenen torpidolar en büyük zırhlılardan en küçük nakliye gemilerine hasta ve yaralı taşıyan Kızılay işaretli gemilerin bile korkulu rüyası olmuştu. Torpido toplu ölüm demekti, çok acımasız bir silahtı.
Şarapnel
Oldukça yeni bir silahtı. 38 cm lik bir top mermisinin patlamasından çevreye saçılan on bin çelik misketin sadece yüzde üçü isabet etse bile bir atışta 300 askeri ölü veya yaralı olarak saf dışı bırakabiliyordu.
Aynalı tüfek
Savaşın son evresinde İngilizlerin kullandığı basit ama etkili bir sistemdi. Ahşap üçgen bir düzenek üzerine iki ayna eklenerek sıradan piyade tüfeği periskoplu bir silaha dönüşüyor, asker siperden çıkmadan düşmanı periskoptan görerek vuruyordu.
Monitor
Üzerine top yüklenen, istimbotla çekilerek hareket eden monitorlar (yüzer platform veya dubalar) denizaltı ve mayın tehlikesine, sahil bataryalarının ateşine karşı maliyeti yüksek savaş gemilerini tehlikeye atmadan denizden kara hedeflerine ateş açmakta kullanılıyordu.
Zırhlıarabalar
Kamyonet şasisi üzerine oturan zırhlı otomobillerde bir sürücü ve bir de mitralyözcü (makinalı tüfekçi) iki asker bulunuyor şoför arabayı sürerken makinalı tüfekçi iki parmak eninde mazgal aralığından ateş açıyor. Derin çukurlarla, tümseklerle, taşlık, kayalık engebeli arazi şartlarına uygun olarak alt yapısı çelik levhalarla güçlendirilmiş olan bu araçlarda şoförün önünde cam yerine çelik zırhlı panolar bulunuyor şoför korumalı aralıktan dışarıyı görebiliyordu. Zırhlı arabalar siperlere berkitilmiş savunma yuvalarına yaklaşarak ateş ediyor, arkasına ekli demir çengelle dikenli telleri söküp alıyordu. Yine birinci dünya savaşında kullanıma giren ve düz arazide çok etkili olan tank Çanakkale’de kullanılmadı. Yarımadada arazinin dar ve engebeli olması mekanik yapısı ve ikide birde kopan paletleriyle henüz emekleme evresinde olan tank kullanımına uygun değildi.
X-Layter (X-Lighter) çıkarma aracı
25 Nisan çıkarmalarında gemilerden sahile asker taşıyan kürekli filikaların yeterli sayıda asker almadığı, güvenli ve hızlı olmadığının farkına varan İngilizler askeri kıyıya taşıyacak, kıyıda kumsala oturarak sabit duracak, boyu 35m eni 7m, başında açılıp kapanan çıkarma rampası olan, bir seferde 500 asker taşıyan, kurşun geçirmez çelik gövdeli, orta yerinde yüksek bir platform üzerinde makineli tüfek monteli ve motorlu 200 adet X-Layter (X-Lighter) çıkarma aracını hizmete soktular. İki seferde 1 tabur (1000) asker taşıyan X-Layter anfibik harekata sürat ve kolaylık sağladı. Bu araçlar ilk olarak Suvla’da Anafarta çıkarmalarında kullanıldı.
Uçak, uçak gemisi ve tarassut (gözlem) balonları, Zeplinler
Çanakkale savaşı hava kuvvetlerinin ilk kullanıldığı sahnelerden biriydi. İngiliz hava gücü Çanakkale’ye 7000 tonluk HMS ARC ROYAL uçak gemisi ile geldi. Uçaklar geminin güvertesinden vinçle alınarak denize indiriliyor ve denizden havalanıyordu. 7 uçak taşıyan ARC ROYAL e sonradan birçok uçak daha katıldı. Bu uçaklar gözlem yaparak, havadan fotoğraf çekerek keşif ve alçak uçuş yaparak yürüyüş halinde (intikal eden) birliklere saldırıyordu. Başlıca silahları bomba, çivi ve makineli tüfekti. Çanakkale’de müttefiklerin 42 uçağına karşılık Türk tarafının sadece 3 uçaktan ibaret olan hava kuvveti sonradan artarak 7 uçak sayısına ulaştı. O yıllarda daha kuruluş aşamasında olan Türk hava gücü Çanakkale’de üstün düşman kuvvetleri karşısında büyük iş başardı bu savaşlarda onlarca kahraman havacı yetişti.
Hava aracı olarak uçaklardan başka tarassut (gözetleme) balonları vardı. Arıburnu çıkarması balonlarla uçaklarla desteklendi saldırı kuvvetlerine ve topçulara uçaklar ve sabit balonlar hedef gösteriyor hangi yönde kaç km’ye atış yapılacağını Türk birliklerinin yerini, yürüyüş yönünü, topçu bataryalarının konumunu bildiriyordu.
Denizaltı
Denizaltı ilk olarak birinci dünya savaşında denizde bir kuvvet çarpanı niteliği kazanan yeni bir silahtı. Müttefik denizaltılarına karşı önlem olarak boğaza denizaltı engel ağları çekildi. Buna rağmen İngiliz denizaltıları Marmara’ya sızarak lojistik nakliyatı (erzak cephane ve asker naklini) önemli boyutta tehdit ettiler gemilerimizi batırarak taşımayı aksattılar. Düşman denizaltıları 96 günde 94 gemimizi batırdılar. Bu olayların birinde yaralılarımızı cephe gerisine hastaneye taşıyan Halep vapuru İngiliz denizaltısı tarafından torpillenerek batırılmış 200 yaralı asker şehit edilmişti. Medeni İngilizler üzerinde kızılay işareti bulunan hastane gemilerine bile torpil atıyorlardı. Buna karşılık Türk sahil bataryaları 5 ocakta Fransız Saphir denizaltısını batırmış, 30 Ekim 1915 günü Kilitbahir'de topçu eri Müstecip onbaşı Fransız denizaltısı Turquoise'ı esir almıştı. Periskopu kırılan denizaltı satha çıkarak teslim olmuştu. Başkaca Sultanhisar torpidosu İngiliz E-2 denizaltısını teslime zorladı ele geçirdi.
Yeraltında savaş (Lağım savaşı)
Savaş uzadıkça taraflar düşmanı habersiz yakalayacak baskın nitelikli savaş metodları arayışına girdiler. Bunlardan biri lağım faaliyetiydi. Toprak altında tünel kazarak düşman siperlerinin altına patlayıcı (dinamit) yerleştiriliyor siperler patlatılarak havaya uçuruluyordu. Askerlerin kulağını yere dayayarak kazma kürek seslerini dinlediği ve karşı tünel kazarak önlem aldığı dehşet savaşıydı. “Esat paşa tünel açma konusunda bilgilerinden yararlanmak için Zonguldak’tan usta madenciler istedi. Öncelikli sorun düşmanın nerede tünel kazdığını anlamak ve karşı önlem almaktı. Pratik zekâlı biri bir çözüm buldu. Yeri dinlemek için orta boy yemek kazanları kullanılacaktı. Kazanın ağız kısmını toprağa, kulağını da kazanın dibine dayıyor ve yeraltını dinliyorlardı. Eğer düşman tünel kazıyorsa uzakta bile olsa kazma tıkırtısı kazanın içinde yankılanarak büyüyor yerin kazıldığı anlaşılıyordu. Bu ilkel zor zaman aygıtı çok işe yaradı düşmanın yeraltı etkinlikleri izlenmeye lağıma karşı önlem alınmaya başlandı”. (DİRİLİŞ-Turgut Özakman).
ÇANAKKALE DENİZDEN SAVUNULAMADI
Birinci dünya savaşına girdiğimiz 1914 Ekiminde Adalar Denizi’ni (Ege’yi), Çanakkale Boğazı’nı ve Gelibolu yarımadasını savunacak, düşmanı anakaraya yaklaştırmayacak güçte deniz kuvvetimiz yoktu. Eğer olsaydı Muttefikler Bozcaada’ya ve İmroz’a gelemez bu 2 adada üs kuramaz, yığınak yapamaz ve yarımadaya çıkarma ve kara harekâtı yapamazdı. Sözün özü donanma gücümüz yetmediği için savaşı karada kabul etmek zorunda kaldık. Bunun bedeli büyük oldu. Binlerce askerimiz doğduğu yaşadığı ektiği biçtiği topraklarda can verdi. Şehitlere ana sütü kadar helâl sularda düşman zırhlıları dolaşıyordu, onları kovacak gemilerimiz yoktu. Denizde ölmeyen karada ölecekti!
Çanakkale düşmanı karaya çıkarmadan denizden savunulabilirdi, savunulamadı. Osmanlı denizcileşme ülküsünü yitirmiş, karanın en kolay denizden savunulacağını unutmuştu. Doğu Akdeniz’i, Girit’i, Rodos’u, Onikiada’yı, Adalar Denizi’ni (Ege) çoktan kaybetmişti. Denize hükmeden Müttefikler Çanakkale savaşına bizden bin adım önde başladılar!
KARA SAVAŞLARI - AKDENİZ SEFERİ KUVVETLERİ
18 Mart yenilgisi İngiltere’de şok etkisi yaptı. İnanılmaz birşey olmuş birleşik armada Dardanel boğazını geçememişti. Toprakları üzerinde güneş batmayan imparatorluk İngiltere denizde yenilmişti. İmparatorluk savaş konseyinin elbette bir B planı vardı. Bu plan donanmanın Marmara’ya güvenli geçişini sağlamak için Gelibolu yarımadasında Boğaza hakim tepeleri ele geçirmeyi öngörüyordu. Boğaz savaşı için Bahr-i sefid kuvvayi seferiyesi (Akdeniz seferi kuvvetleri) Mediterranean Expeditionary Force (MEF)) adı altında İskenderiye’de (Mısır) 75,000 asker toplandı. Bu kuvvetin dökümü şöyleydi:
- İngiliz Anavatan Birliklerinden 29.tümen (17,000 asker)
- Avustralya, Yeni Zelanda ordu birlikleri ANZAK kolordusu (30,000 asker).
- İngiliz Kraliyet Deniz Tümeni (10,000 asker).
- Fransız müstemleke (sömürge) tümeni (16,000 asker).
-16,000 hayvan (at, katır v.b.)
- İngiliz Fransız birleşik donanmasının 85 savaş gemisi 470 top + 250 yardımcı gemi ve deniz aracı.
25 Nisan 1915 sabahından 9 Ocak 1916 sabahına kadar 259 gün süren Çanakkale kara savaşlarında 33.000 hektar alanda büyük çarpışmalar yaşandı, büyük kayıplar verildi. Iki tarafta toplam bir milyon askerin katıldığı Çanakkale; topoğrafyadan yararlanmanın öne çıktığı, kurmay zekânın, komutanlık yeteneğinin, bireysel direnme gücünün, bedensel ve ruhsal takatın kazandığı, teknik üstünlüğün kazanmaya yetmediği ve emperyalist orduların kaybettiği ilk savaş olarak tarihe geçecekti.
TÜRK TARAFI – SAVUNMA KUVVETLERİ
Denizden Marmaray’a geçemeyen düşmanın geçiti karadan zorlayacağı kesindi. Bu Türkler için yeni bir durum değildi, Gelibolu yarımadasında anfibik harekât (çıkarma) ve kara savaşları bekleniyor, bunun için gerekli önlemler alınıyordu.
Müttefik donanmanın 18 Mart deniz savaşında üçü mayına çarparak batan ve dördü ağır yaralı 7 zırhlı kaybederek geri çekilmesi, İtilaf devletlerinin yenilebilir bir güç olduğunu göstermiş, Türk tarafında askerin özgüveni artmıştı. Subaylar denizde yendiğimiz düşmanı karada haydi haydi yeneriz diyordu..Boğazı savunmak için kurulan 5.Ordu’nun komutanlığına (Liman Von Sanders) Liman paşa atandı. 5.Ordu birlikleri Çanakkale’de 4 ayrı gurup olarak konuşlanacaktı.
1.Grup – 1. ve 7. Tümen Saros ve Bolayır
2.Grup – 3. ve 11. Tümen Çanakkale’de
3.Grup – 9. Tümen Yarımadanın güneyinde Seddülbahir ve Kabatepe mıntıkasında.
4.Grup- 19.Tümen Ordu yedeği olarak yarımadada Maltepe Bigalı arasında. Gruplar arasında 1 - 2 günlük yürüyüş mesafesi vardı.
Çanakkale’de; kara kuvvetlerinden ibaret tek kuvvet çarpanına dayalı Türk ordusu, kara deniz hava ve denizaltı gücü olmak üzere 4 kuvvet çarpanına sahip 4 boyutlu düşmanla savaşacak, güçlerin eşit olmadığı bir savaş olacaktı. Türk savunma kuvvetlerinin tek üstünlüğü (avantajı) Gelibolu Yarımada’sında kıyı başlarını ve belli başlı yükseltileri tutmuş olmasıydı.
Müttefiklerin en büyük artısı 3 tarafı denizlerle çevrili yarımadada müttefik donanmanın 470 namlulu ateş gücüne ek olarak karaya çıkarılacak olan 100’den çok kara topuna sahip olmalarıydı. Türk birlikleri atış menzili 18 kilometreye ulaşan gemi toplarıyla denizden sargıya alınmıştı. Bu durum düşmana büyük bir ateş üstünlüğü sağlıyordu. Türk tarafında tabya ve bataryalarda 74 adet müstahkem mevki topu + 82 havan ve obüs + 58 adet küçük çaplı olmak üzere toplam 214 top vardı. Makineli tüfek sayısı ve mühimmat çokluğu itibariyle de düşman büyük fark atıyordu. Türk topçusunun bir bir sayarak ateşlediği mermilere karşılık düşman topçusu sınırsız sayıda mermi yakabiliyordu buna ek olarak İngiliz Fransız ortak hava kuvvetinin 18 uçakla başlayan ve giderek 42 uçağa yükselen sayısal üstünlüğüne karşı Türk tarafı başlangıçta 3 uçağı olan ve savaşın son evresinde bile en çok 7 uçak uçurabilen kuvvetti.
Namlu sayısı, sınırsız mühimmat, silahların teknik üstünlüğü karşısında savaşı dengeleyecek, iki ordunun kazanma şansını eşitleyecek tek ilke tek strateji ölümüne savaşmaktı ve bizim askerimiz bunu yaptı, Türk milletin kaabiliyeti karakteri eğilmez bükülmez inadı buna uygundu.
18 Mart günü topçu mülâzım (teğmen) Aşir Arkay’ın - Çarpışan kuvvetlerin insana dehşet verici farkı karşısında bizde galibiyet ümidi yok gibiydi dediği, ümitsizliğin önce ümide ve sonra zafere dönüştüğü savaştı.
SAVAŞIN ANA ETMENİ - COĞRAFYA
Çanakkale’de savaşın yazgısı coğrafyanın ve topoğrafyanın dikte ettiği ilkeleri hangi komutanın doğru okuyacağında ve savaşın değişken seyyaliyeti (akışkanlığı) ve dinamizmi içersinde ele geçecek anlık fırsatları kullanma noktasında düğümleniyordu.. Bu açıdan bakınca kendi vatan toprağını savunacak olan Türklerin kazanma olasılığı daha çoktu ve sonunda strateji bilimi haklı çıkacak zafer yakıştığı yerde hak edende kalacaktı.
Yaklaşık 5 km'lik bir çizgiden oluşan Seddülbahir cephesiyle yine yaklaşık 15 km lik Arıburnu cephesinde karşılıklı 350,000 askerin savaştığı zamanlar oldu. Çıkarma ertesi dar kıyıbaşına sıkışan müttefiklerin cephe gerileri yok denecek kadar azdı. Kıyıdan içeriye en çok 4-5 km girebilmiş olmaları düşman birliklerine hareket alanı bırakmıyor arazide yaşanan yer darlığı ve sıkışıklık askerlerin psikolojisini bozuyordu. Bir baskın veya bozgun durumunda kaçacak sığınacak yer yoktu, denize dökülmek tam da bu coğrafyaya uyan bir tabirdi.
Yarımadanın güneyinde arazi daha az engebeli olduğu için Seddülbahir’de savunmanın mantığı toprağı olabildiğince derin kazarak yerleşmek, Arıburnu’nda ise arazi engebeli olduğu için düşman hatlarına olabildiğince yakın olmaktı. Baskın ve sürpriz burada çok önemli bir faktördü. Ateş hattında askerler aralıksız alarmda uyanık ve süngüler takılmış olarak bulunmak zorundaydı. Dalgınlık, sere serpelik, hayal kurma, uyuklama rüya görme gibi doğal beşeri hallere izin yoktu. Ön hat siperlerde hayat duruyor motamot, yüzde yüz askerlik başlıyordu.
Buna karşılık Türklerin en büyük gücü kendi öz vatan toprağını savunmanın, mutlak haklı olmanın ateşlediği ruh gücüyle zirve yapan bedensel takat, irade, direniş ve mutlak kazanma azmi birlikte yoğrulup yumruk olmuş bir itikat kuvvetiyle kalplerde yer etmişti. Bu mânevi kuvvetlere ek olarak Türk birlikleri avucunun içi gibi ezbere bildiği yarımada topoğrafyasında askeri stratejinin dikte ettiği en uygun noktalara yerleşmiş boğaza hâkim olan yükseltileri tutmuştu.
Türk deniz gücü zamanın dünya devi müttefik donanma karşısında Adalar Denizine (Egeye) çıkacak düşmanı denizde karşılayacak durumda değildi. Gemi sayısı ve donanımı ancak Marmara denizinde lojistik nakliyata koruma sağlamaya yetiyordu. Donanmanın eski atıl zırhlılarından sökülen gemi topları karada topçu birliklerine katılmıştı. Muharip birimler ancak baskın yaparak varlığını gösteren çok iyi eğitilmiş personeli bıçak gibi bilenmiş küçük gemilerden ibaretti. Bu gemiler minimal gücüyle üzerine düşen görevi fazlasıyla yerine getirdi.
Bu kahraman gemilerden: 8 Mart 1915 gecesi Karanlık limana döktüğü mayınlarla 3 düşman zırhlısını yok eden Nusrat mayın gemisi, Morto limanınında İngilizlerin HMS Goliat zırhlısını gece baskın yaparak 3 torpidoyla batıran Muavenet-i Milliye muhribi, İngiliz denizaltısı AE-2 yi 2,5 saat süren ısrarlı bir deniz savaşından sonra teslim alan Sultanhisar torpidosunu, Marmaraya sızan İngiliz ve Avustralya denizaltılarının ölüm tehdidine karşın İstanbul’dan Akçay’a asker taşıyan Şirket-i Hayriye vapurlarını sayabiliriz. Bunlar kendi küçük ama başarısı büyük kahraman gemiler olarak tarihe geçtiler.
SİPERLER - SAVUNMA ve TAARRUZ ÜSLERİ
Dar ve uzun yarımada coğrafyasının şekillendirdiği savunma hatları geriye doğru derinliği fazla olmayan fakat denizden gelerek karaya yürüyen düşman saflarına koşut uzun ve dolambaçlı siperlerden oluşuyordu. Siperler topoğrafyanın zorunlu kıldığı engebelere göre düz ya da yay gibi eğri, inişli çıkışlı köşeli dönüşlü, duvarları kalaslarla kütüklerle berkitilmiş, kum torbalarıyla perdelenmiş adam boyunu aşkın derinlikte, karmaşık bir şebeke oluşturuyor bu nedenle düşman siperleriyle Türk siperleri yer yer 20-30 metreye kadar birbirine yaklaşıyor ve uzaklaşıyordu bir yerde siperler neredeyse birbirine girecek kadar yanaşmış arada sadece birkaç metre kalmıştı.
Ulaşım yollarının gündüz donanma ateşine açık olması hem de tayyare saldırılarından korunmak için savaş alanından geride konuşlanan İhtiyat birliklerinin ön hatlara intikali yorucu gece yürüyüşüyle yapılıyor, saatlarca yürüyen asker kısa bir dinlenme molasından sonra savaşa giriyordu..
Metrekareye düşen top mermisi, tüfek ateşi ve makinalıların aralıksız mermi yağmuru nedeniyle çatşma alanının büyüklüğüne oranla çok fazla cephane yakılan bir savaş olmuş ve bunun sonucu olarak asker zayiatı da çok yüksek sayılara tırmanmıştı.
Akdeniz seferi kuvvet komutanları yaptıkları ilk kestirimlere göre 80 bin askerle Gelibolu yarımadasının ele geçeceğini hesap etmişler ama kısa zamanda bu sayının yetersiz olduğunu anlamış, ek olarak 50 bin ve daha sonra 60 bin asker daha takviye istemiş ve almıştı. Osmanlı’nın Kanal (Süveyş) saldırısının başarısız olması üzerine İngilizler Mısır’da konuşlanan 50 bin askeri de Çanakkale’ye getirmişti. Savaş sürdükçe Türk direnişi karşısında bir türlü sayısal hesapları tutmayan müttefikler Çanakkale seferi boyunca yarımadaya 500 binden çok asker yığmak zorunda kaldılar. Türk tarafı da Çanakkale’ye 500 bini aşkın asker sevk etmişti. Her iki ordunun bu kadar çok askeri Çanakkale savaşına ayırması dünya savaşının gidişatını da etkilemişti.
Müttefiklerin ana hedefi donanmanın Çanakkale boğazından sorunsuz bir şekilde geçişini sağlamaktı. Bunun için yapılacak anfibik (deniz kara ortak) harekâtın ağırlık merkezi Gelibolu yarımadası olacaktı. Yarımadanın kuzeyinde Kabatepe Arıburnu arasına ve güneyde üçgen bir çıkıntı şeklinde Ege’ye uzanan Seddülbahir’de 5 ayrı yere çıkarma yapılacak, karaya çıkan birlikler kıyıda tutunduktan sonra donanma desteğinde iç kesimlere yürüyerek tepeleri ele geçirecekti. 60,000 askerin katılacağı harekâtın ikinci evresinde kuzeyden ve güneyden ilerleyecek birlikler Boğaza hâkim Kilitbahir platosunda buluşacaktı. Kilitbahir bataryaları susturulduktan, Kepez burnuyla geçit arasında yer alan 10 sıra (377) mayın taranıp temizlendikten sonra birleşik donanma mayından arınmış güvenli suyolundan Marmara’ya çıkarak İstanbul’a ulaşacaktı.
Suvla’dan Eski Hisarlığa kadar bütün güney bölgesi Eceabat komutanlığına bağlıydı. 19.tümen komutanı Yarbay Mustafa Kemal Seddülbahir’e yaptığı teftişten deniz yoluyla Eceabat’a dönerken yarımadanın Rumeli yakasında yer alan büyük dağ kitlesini işaret ederek “Kocadağı ele geçiren Gelibolu yarımadasına hakim olur.” demişti. İngiliz Fransız birleşik komuta heyeti elbette bu gerçeğin farkındaydı. Amiral gemisi HMS Queen Elizabeth zırhlısının subay salonunda harita üzerinde yoğun kurmay etkinliğiyle hazırlanan plana göre Kabatepe’nin kuzeyine 30,000 kişilik Anzak kolordusu, Seddülbahir’e İngilizlerin 29. tümen (17,000 asker) ve Fransız kuvvetleri çıkacaktı buraya ayrılan kuvvet toplam 40,000 kadardı.
Ana planı örtmek için 2 yerde aldatma amaçlı gösteri yapılacaktı. Fransızlar Anadolu yakasında Beşike’de, İngilizler Saros körfezinde çıkarma yapacakmış gibi donanma gezdirerek gövde gösterisi yaparken bir Fransız alayı da Kumkale’ye çıkarak buradaki Türk birliklerini oyalayacak, boğazın Rumeli yakasında Seddülbahir’e destek olmasını engelleyecekti. Bu yalancı gösterilerin amacı ikisi Maydos’ta ikisi Anadolu yakasında yedek (ihtiyat) olarak bekletilen 36,000 (4 tümen) askerin savaşa katılmasını önlenmekti. General Hamilton’un aldatma planı başarılı oldu. Saros körfezinde çıkarma bekleyerek oyalanan 5. Ordu komutanı Liman paşa’nın Seddülbahir’de ve Arıburnu’da başlayan çıkarmaları ciddiye almaması ve ana çıkarmanın Saros körfezinden olacağında ısrar etmesi, asıl çıkarma yerlerine takviye göndermekte gecikmesi müttefiklerin karada tutunmasına ve savaşın uzmasına sebep oldu.
Kabatepe Arıburnu çıkarmasını 30,000 kişilik Anzak kolordusu yapacaktı. Kıyıları sarp bayırları fundalık Kabatepe Kocaçimen Conkbayırı hattı engebeli, doğal engellerle dolu, savaşması zor bir yerdi. Burası için Anzak kolordusunun seçilmesi raslantı değildi. Anzak askerlerinin çoğu sivil yaşamında kazma kürek kullanmış, çapa sallamış, ekin biçmiş taş taşımış at binmiş toprak adamı ya da altın arayıcı, madenci ve iyi silah kullanan avcılardan oluşuyordu. Anzak askeri düzeni savaşçı yeteneği olan gözüpek ve savaşa kolay alışacak, motive olacak (isteklenecek) avantürist (macera heveslisi) kimi para canlı, kimi eski vatanı İngiltere için savaşmayı göze alan gönüllüleri seçmişti.
Yıllar öncesinden gezgin ya da arkeolog kimliğiyle Türkiye’ye gelerek askeri bölgeleri adım adım dolaşan İngiliz ajanlarının yaptığı 1/20,000 ölçeğinde ayrıntılı haritalar subaylara dağıtıdı. Birlikler savaş alanında araziyi haritadan okuyarak ilerleyecek, plan matematik kesinliğiyle işleyecekti. Müttefik komutanlara göre bu plan 3 gün içinde sonuç alacaktı. Kilitbahir platosundan aşağı inecek birlikler Türk sahil bataryalarını ele geçirerek suyolunu açacak, donanmanın boğazdan güvenli geçişini sağlayacak bir altın vuruştu.
MUSTAFA KEMAL FAKTÖRÜ
Bu sırada Türk tarafında kimsenin farkına varmadığı başka bir altın vuruş oluşuyordu. Sofya askeri ateşeliğinden istifa ederek cephede aktif görev isteyen ve 19.tümen komutanlığına atanan kolağası (kurmay Yarbay) Mustafa Kemal 19.Tümen karargâhının bulunduğu Tekirdağ’a gelmiş, kurulma kararı olan ama henüz mevcut olmayan 19. tümenin kuruluş ve eğitim ilkelerini belirleyerek gerekli emirleri vermişti. Mustafa Kemal 3 yıl önce Balkan savaşı sırasında Akdeniz kolordusu harekât Şube müdürü olarak Gelibolu yarımadasını baştanbaşa dolaşmıştı. Nerede tepe, bayır, dere yatağı, patika, kayalık, fundalık, ağaçlık var, çıkarma yapılabilecek kumsalların uzunluğu, derinliği ne kadardır v.b. doğal özellikleri tesbit etmiş, bir yerden bir yere intikal süresini ölçmüş, muhtemel savaş alanlarını bizzat yerinde görerek adımlayarak keşf etmişti, arazide gördüğü ayrıntılar harita ve topoğrafya bire bir aklına yazılıyordu. Savaş alanının doğasıyla ilgili bir komutanın bilmesi gereken tüm bilgileri edinmişti. Anzaklar; Arıburnu’da topoğrafyayı doğru okuyan ve en uygun savaş planını yapan tam donanımlı bir komutanın karşılarına çıkacağını bilmiyorlardı.
Yarımadayı dolaşarak birlikleri teftiş eden Türk komutanlar savaşın nerede olacağına dair varılan ortak öngörüye dayanarak çıkarmadan önce Sedülbahir’de 26.Alaya ve Kabatepe’de 27. Alaya muhtemel harekât alanında savaş oyunları yaptırarak askerleri bölgenin yüzey şekillerine, vadisine yamacına tepesine, bayırına, taşına toprağına fundalığına çalısına çubuğuna alışkanlık kazandırmıştı. Yerinde eğitimin amacı askerin savunacağı toprağı saldıracak düşmandan daha iyi tanımasıydı. Savaş tesadüfe şansa bırakılamazdı. Tüm iyi ve kötü ihtimaller hesaplanmalı, asker kafaca ve bedence hazırlıklı olmalıydı.
LİMAN PAŞA SAVUNMA PLANLARINI DEĞİŞTİRİYOR
Türk savunma stratejisi düşmanı kıyıda karşılayarak karaya çıkarmamaktı. Düşman en zayıf olduğu yerde ve zamanda (filikalarla kumsala yanaşırken ve karaya çıkarken) yoğun ateşle karşılanacak karaya ayak basmadan kurşunlanıp denize dökülecekti.
Türk kurmaylarının kıyıda savunma stratejisini 5. Ordu komutanı Liman Von Sanders (Liman Paşa) kabul etmedi. Bu strateji uygulanırsa kara savaşları çabuk sonlanır, Çanakkale cephesi Almanya’nın Avrupa savaşına destek olmaktan çıkardı. Yarımadada savaş sürdükçe batı cephesinde Alman ordusuyla çarpışan Ingiliz - Fransız kuvvetleri takviye alamayacak Almanya’nın işi kolaylaşacaktı, o halde yarımadada savaş uzamalıydı. Liman Von Sanders’in Almanya’nın çıkarını düşünerek Türk savunma stratejisini değiştirdiğini ileri süren görüşler vardır. Bu görüş doğru mudur yoksa gerçek olmayan bir suçlama mıdır? Kesin hükmü Alman belgelerini de inceleyecek olan daha ayrıntılı araştırmalara bırakmak doğru olur sanıyorum.
Liman Paşa’nın kurguladığı plana göre muhtemel çıkarma noktalarında gözcü postaları ve düşmanı bir süre oyalayacak küçük birlikler: Bir takım (40 asker), bir bölük (150-200 asker) bazı yerlerde sadece bir manga (9 asker) bırakılacak, çıkarmanın ağırlık merkezinin nerede olduğu kesin belli olduktan sonra geride yarımadanın derinliklerinde bekleyen ihtiyat birlikleri oraya intikal edecekti. Bu plan kıyı bölgelerinden uzakta konuşlanacak ana kuvvetlerin donanma ateşinden korunmasını ve nereye çıkarma yapacağı bilinmeyen düşmana karşı birliklerin bölünmemesini öngörüyordu. Ancak bu gibi durumda ihtiyat birliklerinin çıkarma yerine yetişip gelmesi saatlar alabilir ve bu gecikme düşmana kıyıda tutunma imkânı sağlardı.
Liman Paşanın planına Türk kurmayları şiddetle itiraz ettiler. Düşmanı kıyıda karşılayarak karaya çıkarmamayı öngören Türk planının uygulanmasında ısrar ettiler. Esasen yarımadada çıkarma beklenen noktalarda hazırlıklar yapılmış siperler kazılmış tel örgüler çekilmiş makineli tüfek yuvaları kurulmuş, birlikler tatbikat yapmış eğitilmişti.
Çanakkale müstahkem mevki komutanı Cevat paşa, Albay Halil sami bey, Yarbay Mustafa Kemal bey, Binbaşı Kazım bey (İnanç), Albay Fahrettin bey (Altay) Başkomutan vekili Enver Paşa’ya ayrıntılı raporlar yazarak görüşlerini bildirdiler. Karaya çıkarken karşılanarak denize dökülmediği takdirde düşman karada tutunacak, yığınak yapacak, siper kazarak mevzilenecekti. Tırnaklarını geçirerek toprağa yerleşecek olan düşmanı süngü savaşıyla geriye sürüp denize dökmenin çok güç olacağını, bu tür savaşın büyük can kaybına ve savaşın uzamasına neden olacağını haykırarak anlatmaya çalıştılar ama fayda etmedi. Enver Paşa silah arkadaşlarının haklı uyarılarını, çığlıklarını duymazdan geldi, Liman Paşanın planını benimseyen Enver bey Alman askeri gücüne itikat derecesinde güveniyor büyük savaşı mutlaka Almanların kazanacağına inanıyordu.
Türk komutanların savunma planının değiştirilmemesi yönündeki sözlü ve yazılı uyarıları Başkomutanlığın kararını etkilemedi. Bir aydır büyük emeklerle hazırlanan berkitilen yerlerden alınan birlikler 5.Ordu komutanı Liman Paşa’nın planına göre yer değiştirdi. Muhtemel çıkarma yerleri (kımsallar, plajlar) küçük birliklerin gözetimine bırakıldı asıl savunma kuvvetleri yarımadanın derinlerinde kıyıdan uzakta konuşlandı.
Yarımada’da en muhtemel çıkarma bölgesinde sadece 9.tümen (12.000 asker) çıkarma yapacak 60,000 kişilik düşman kuvvetlerini durdurmakla görevlendirilmişti. Müttefiklerin öncelikli hedefi Kilitbahir tabyalarını susturmak ve donanmaya İstanbul yolunu açmaktı.
Yarımada
Savaş alanı yarımada; Dik yokuşlar, taşlı kayalı dere yatakları, sarp yarlar, bayırlar, çevreye hakim tepeler, eli yüzü kesen dizleri yaralayan sık fundalıklar, yer yer dikenli taşlı, ormanlı, yer yer bataklık, kıyıları dar ve geniş, kısa ve uzun, çakıllı, kumlu, taşlı plajlarla dolu ve yer yer duvar gibi düz bıçak gibi keskin Gelibolu!
ilkbahar, yaz, sonbahar kış 4 mevsim boğaz boğaza savaşan iki ordu ve savaşa katılan milyonu aşkın asker. Tabiat güçlerinin elinde oyuncak, yağmurun sırım sıklam ıslattığı, siperlerde diz boyu balçık ve çamurun yürümeyi zorlaştırdığı, rüzgârın tozu toprağı savurduğu, kızgın güneşin kavurduğu, karın, dondurucu soğukların kucağında, doğa kuvvetlerinden daha vahşi ve daha aşkın insan yapısı dinamit, bomba ve çapı 15 inç (38.1 cm) ye varan patladığı yerde çevreye 10,000 çelik misket (şarapnel) saçan top mermileri, makinalı tüfek ölüm tırpanları, kangal kangal yüzlerce metre dikenli tel ve her an baskın tehdidi altında geçen uykusuz geceler. 24 saat uyumadan tetik durmayı gerektiren aralıksız savaş. Moral bozan, insanı öğürten ceset kokuları, arkadaşların, yoldaşların, tertiplerin, ahretlik kardaşların kopmuş beden parçaları. İnsanı insan olmaktan çıkaran süngü savaşları. Bomba ve top mermilerinden hasıl olan boğucu kara dumanın bastığı haşerat ve ceset dolu siperlerde öldürmeye ve sağ kalmaya savaşan bir milyon insan.
Son centilmenler savaşı…
Çanakkale birbirini hiç tanımayan, birbirinin dilini anlamayan, düşman olması mümkün olmadığı halde düşman olan insanların savaşı. Uygarlığın sözüm ona tepe yaptığı 20. yüzyılın ilk büyük dramı insanlık trajedisi hem de kahramanlık yiğitlik cesaret sahnesi. İnsanın direnme gücünün sınandığı, kimi askerlerin yaşanan cehennemi not edip yazdığı, kayda geçen korkunç ibretli ölüm anlarının yanısıra ince duygulu insanca sahnelerin yaşandığı savaş!. Çağdaş savaş kıstaslarına (ölçütlerine) vurulduğunda batı cephesinde kullanılan kimyasal silahlar ve zehirli gaz kullanılmamış su kaynaklarının zehirlenmemiş olması insanlık ölçeğinde Çanakkale savaşını bir kerte yüksek kılıyor ve bu nedenle Son centilmenler savaşı olarak anılıyor.
18 Mart zaferi Türklerin önünde yeni bir ufuk açmış, tüm memlekette moraller düzelmiş, yüzler gülmüştü. Deniz zaferinden sonra şimdi sıra kara zaferindeydi. Milletin gönlündeki coşku askere yazılan mektuplara da yansıyordu. Askeri teşci eden (yüreklendiren) güven dolu cümleler Mehmetciğin mâneviyatını yükseltiyor, zafer arzusunu kamçılıyordu. 25 Nisan 1915 bu havada geldi çattı.
Ya bu günlerde İngiliz kamuoyunun düşünce ve duyguları neydi? Gelecek yüzyılın başat enerji kaynağı petrol bölgelerinin ele geçirilmesi İngiliz dış siyasetinin ana ilkelerinden biri hatta birincisiydi. En zengin petrol yatakları Ortadoğu’da Osmanlı coğrafyasındaydı. Emperyal yayılma petrol hâkimiyetini öngörüyordu. Yeni savaş gemileri drednotlar, fabrikalar, sanayi makinaları tümü petrolle çalışıyordu ve gelecek bir yüzyıl petrolle çalışacaktı. Sözün özü Britanya petrole muhtaçtı. İngiliz devlet aklı bu yeni stratejik amaca evet diyecek, sorgulamayacak bir kamuoyu yaratmalıydı. Bu yolda İngiliz istihbaratı MI-6 devreye giriyor, batı uygarlığının yayılması söylemi, tarihin öcünü almak hatta Hristiyanî dini duygular propoganda amacıyla kullanılıyordu.
Savaş muhabiri E.Ashmead Barlette son yazısında “Son Haçlı seferinden beri ilk defadır ki Batı, Doğuya yönelmiş bulunuyor. Hristiyanlık âlemi, Fatih Sultan Mehmet’in 29 Mayıs 1453 uğursuz tarihinde Bizans imparatorluğuna indirmiş olduğu şiddetli darbenin öcünü almak için toptan harekete geçmiş bulunuyor. Birkaç gün içinde kanlı savaşlarla karşılaşacağız. Sonunda ya Ayasofya Hristiyan âleminin eline geçecek ya da Hilal İstanbul’a girdiği günden daha fazla şan ve şerefe kavuşacaktır.” Diyordu. DİRİLİŞ (Turgut Özakman).
İstanbul, benzer duyguları İngiltere’nin sevilen genç şairi Rubert Brooke’ta da uyandırmıştı. Şair, yedek subay olarak ‘İstanbul seferine’ katılmak için yola çıkarken şöyle yazmıştı: “İnanılmayacak kadar güzel birşey bu. Kaderimizin bize bu kadar yardımcı olacağını tasavvur edemezdim. Demek Galata Kulesi 15’ lik toplarımızın altında param parça olacak. Demek deniz top gümbürtüleriyle kana boyanıp leş gibi olacak. Demek Ayasofya’nın mozayiklerini, lokumları, halıları yağmalayacağım! Demek ki bizler tarihte bir çağın dönüm noktası olacağız. Oh tanrım! Hayatımda bu kadar mutlu olmamıştım. Birden anladım ki hayatımın tek arzusu İstanbul’a karşı bir askeri sefere katılmakmış.” DİRİLİŞ (Turgut Özakman).
Çıkarmadan bir gün önce 24 Nisan’da 300 den çok savaş gemisi, yardımcı gemi ve deniz aracı Bozcaada’nın ve Gökçeada’nın gölgesinde toplandı. Bu kadar çok geminin çıkarma için bir araya gelmesi gemilere 60,000 asker bindirilmiş olması dünya savaş tarihinde bir ilkti. Tarihin o güne kadar gördüğü en büyük çıkarma gücüydü. Şimdiye kadar bu ölçekte bir anfibik (deniz kara ortak) harekât yapılmamıştı.
Harekâtın başarılı olacağına güven tamdı. Birliklerin morali yüksekti. Askerler deniz üstünde görüş alanını kuşatan zırhlıların sayısından ve top taretlerinin çokluğundan güven duyuyor Türklerin bu kadar büyük bir Avrupa gücü karşısında kazanma şansı olmadığı kanısına kapılarak rahatlıyor neşeleniyordu. İronclad (zırhlı) ya da İron Castle (demir kale) denilen savaş gemilerinde denizi inleten bandoların çaldığı hücum ve zafer havalarıyla ruhları tutuşan binlerce müttefik asker, kendilerini bekleyen yazgıdan bihaber, bir an önce çıkarma kumsallarına ayak basmak ve nam kazanmak için can atıyordu.
Bu bölümde; 8.5 ay süren, anlaşılması ve anlatılması hayli zor, çok yönlü, çok girdili Çanakkale muharebelerinde: Anfibik harekâtın, karşılıklı saldırı ve savunma hamlelerinin, siper ve süngü savaşlarının binlerce ayrıntılarında kaybolmadan, sadece Seddülbahir’de, Arıburnu’nda, 1 inci ve 2 inci Anafartalar savaşlarında yaşanan, her an ölümle sarmaşan çatışma anlarını ve savaşın kanlı encâmını az çok anlatacak birkaç sahne yer alacak.
SEDDÜLBAHİR - KAN VE ATEŞ KUMSALLARI
25 Nisan 1915 sabaha karşı Bozcaada’nın arkasında toplanan birleşik donanma (85 gemi) görev yerlerine göre 9 guruba ayrılmıştı. 6 gurup çıkarma koylarına 3 gurup aldatma (gösteri) koylarına gidecekti. Asker yüklü nakliye ve savaş gemileri Bozcaada’dan hareket ettiler. Müttefik donanma ay batana kadar ufkun gerisinde bekleyecek ay battıktan sonra çıkarma yerlerine rota tutacaktı. Gece deniz ve hava o kadar sakindi ki tabiatana sanki savaşı kim kazanacak kim kaybedecek diye meraklı sessiz bekliyordu. Adalar denizi (Ege) yüzyıllar boyunca birçok savaş görmüş yöre insanları kazanınca sevinmiş kaybedince üzülmüştü.
Birleşik donanma 18 Mart yenilgisinin hıncını çıkarmaya intikamını almaya sözleşmişti. Bu kere kıyıda kumda kayada toprakta tek canlı kalmayıncaya son karınca son örümcek son yengeç ve son asker parçalanıp ölünceye kadar ateş yağdıracaktı.
İngiliz Anavatan birliklerinden 29.tümenin (17,000 asker) donanma desteğiyle Türk savunmasını zorlanmadan geçeceği bekleniyor, General Hamilton birinci gün akşam olmadan birliklerin Seddülbahir’de Alçıtepe’yi ele geçireceğini, Anzak kolordusunun Arıburnu’nda Kocaçimen Kabatepe hattına ulaşacağını ve böylece savaşın en zor bölümünün aşılmış olacağını öngörüyordu.
Yarımadanın savunmasından Albay Halil Sami beyin komuta ettiği 9. Tümen sorumluydu. Yarbay Hafız Kadri beyin 26. Alayı ihtiyattaydı. 35 km kıyı şeridinde 26. alayın bir taburu 1000 asker ve bir istihkâm bölüğü (180 asker) vardı, ağır makineli tüfek yoktu, 4 hafif top vardı. 3.Tabur komutanı Mahmut Sabri Bey Tekke koyuna ve Ertuğrul koyuna birer bölük ayırmıştı. Asker yüklü filikalar sahile 200-300 metre yaklaşana kadar ateş açılmayacaktı. Birleşik donanma ateş gücünün dörtte üçü 345 namlusu üç tarafı denizle çevrili Seddülbahir’e yönelmişti.
Yarımadanın Ege denizine uzanan güney ucunda 5 ayrı yere çıkarma yapılacaktı. Pınariçi koyu, İkiz koy, Tekke koyu, Ertuğrul koyu ve Eskihisarlık koyu. Ana çıkarma Tekke koyu ve Ertuğrul koyu’nda olacak diğer plajlara çıkacak kuvvetler ana çıkarma birliklerinin kanatlarını koruma görevi yapacaktı. Seddülbahir’de ilk hedef kıyıdan 10 km içerdeki Alçıtepe’yi almaktı.
Binbaşı Mahmut Sabri Bey 24 Nisan günü havada ve denizde olan hareketlenmelerden ertesi gün çıkarma yapılacağını sezmişti. Askere akşam öğününde sıcak yemek verildi, yatsı namazı kılındı birlikte dua edildi, güzel sesli bir hafız Kuran okudu. İki günlük cephane ve iki günlük yiyecek dağıtıldı, mataralar ve tenekeler su dolduruldu. Asker o gece iyi uyumalı, sabah uykusunu almış ve dipdiri olmalıydı. Gece saat 2.50 de ay battı, gökte yıldız ışıması vardı, gözcüler denizi dürbünle tarayarak kolaçan ediyor, ufukta peydah olacak her bir karaltıyı, denizde en küçük bir hareketlenmeyi anında rapor ediyorlardı. Daha sabah alacası bile olmamıştı ki gözcüler ufukta beliren ve gittikçe çoğalan kara noktaları gördüler komutana haber verdiler. Gemiler geliyordu. Asker uyandırıldı mevzilere girdi silah başı yaptı.
Ertuğrul koyu’nun batı köşesinde Ertuğrul tabyası doğu köşesinde Seddülbahir kalesi vardı. 300 metre uzunluktaki Ertuğrul koyu’nda kumsal duvar gibi yüksek kayalık ve toprak bir yalıyarla (falezle) çevriliydi. Bombardıman sabah alacasında sahil biraz ayan (görünür) olunca saat 04.30 da başladı. Türk askeri Anadolu insanlarına özge sabırla tevekkülle beklemek üzere asırlık tabyaların serin taş mahzenlerine indiler. Pınariçikoyu hariç diğer 4 koya kayaları parçalayan, yerden kaldırdığı taşı toprağı gökten indiren yoğun ateş açıldı, toprağın şekli değişti çukurlar oyuldu tepeler oluştu. Ertuğrul ve Seddülbahir tabyaları 4 ay önce 9 Kasım baskınında tahrip olmuş asırlık topların namluları parçalanmıştı. Karşı ateş açılamadığı için düşman zırhlıları korkmadan kıyıya yaklaşıyordu.
Bombardıman 1.5 saat sürdü. Kulakları sağır eden gümbürtü ve ateş tufanı saat 06’da birden kesildi. Sanki savaş sona ermişti, taş mahzende bir an sessizlik oldu sükûnetten askerin kulakları çınlıyordu ve bu sessizlik düşman geliyor demekti. Ertuğrul tabyasının serin taş mahzenlerinde saklanan 270 asker tüfeklerini alarak ve fişeklikleri kuşanarak dışarı çıktılar. Kumsala çöken kara duman henüz dağılmamıştı hava barut kokuyor, duman genizleri yakıyordu.
Mehmetcikler hilal şekilli doğal yükseltinin (falezin) üstünde Ertuğrul tabyasından kalan yarı açık yarı kapalı korunaklarda ve yıkıntı taşların arkasında mevzilendiler. Koyun batı ucuna 1000 kişilik İrlanda taburu çıkarma yapacaktı. Kumsalda çıt yoktu, bölük tüfeklerin sürgü kolu (makenizması) kurulu olarak taş gibi sessiz sakin bekliyordu, uzaktan bakan biri Ertuğrul koyunu terk edilmiş ıssız bir yer sanırdı. İrlandalı askerler kumsala yaklaşan filikalardan denize atladılar, ilk İrlandalının kumsala ayak basmasıyla bir cayırtı koptu 270 tüfek birden ateşlendi. Yürekli cesur İrlandalılar kimi parçalanan filikalarda kimi göğsüne kimi dize kadar gelen sularda can verdiler. Bin kişilik İrlanda taburundan ancak 200 asker sahildeki kayalıkların arkasına sığınarak kurtuldu.
TRUVA’NIN İNTİKAMI
İngilizlerin Ertuğrul koyu için hazırladığı planda kumsala çıkacak İrlanda taburundan başka İngiliz kurmayların kurguladığı bir sürpriz vardı. Herbiri 40 asker taşıyan ve kıyıya bir bir yanaşan filikaların yerine baştankara ederek karaya oturtulacak olan River Clayde kömür gemisine bindirilmiş İngiliz Anavatan birliklerinden seçme 2400 asker bir vuruşta karaya çıkarak sayıca düşmanın onda biri kadar olan Türk kuvvetlerine baskın verecekti.
İngilizlerin River Clayde planı; 2500 yıl önce aynı coğrafyada yaşanan Truva savaşında denizden gelen istilacı Akhaların savaş hilesi Truva Atı’ndan esinlenerek kurgulanmıştı. Kömür gemisi River Clayde modern çağın Truva atını oynayacaktı. Okuması yazması olmayan mitoloji bilmeyen Türk askeri Truva Atı’nı nereden bilsindi ama Türk subayları arasında Antik çağı okumuş olanlar ayrıntılı bilenler vardı, onlar elbet Truva savaşı’nı da Truva atı’nı da biliyorlardı. Başında çelik kalkanlı çift namlulu ağır makineli tüfek taşıyan River Clayde’ın sıradan sade bir kömür gemisi olmadığı belliydi. River Clayde’ın bile bile karaya oturtulmasının bir savaş planının gereği olduğunu öngören Binbaşı Mahmut Sabri Bey Ertuğrulkoyu’nu 2 takım askerle takviye etmiş ayrıca River Clayde’ın tam karşısına gelen yere bir ağır makineli tüfek yerleştirmişti.
Düdükler çalındı kapaklar açıldı, River Clayde’dan çıkan askerler yoğun ateşle karşılaştı. İngilizler kömür gemisinin güvenli demir gövdesinden dışarı çıktığına bin pişmandı, dışarda aralıksız makinalı ateşi vardı ve geri dönmek için çok geçti. River Clayde’dan komutanların kesin zafer söylemiyle çıkan askerler karaya ayak basmadan gemiden uzatılan seyyar çelik köprülerin ve kumsala yanaştırlmış mavnaların üzerinde kurulu platformlarda can verdiler. Türkler boşa mermi yakmıyor attığını vuruyordu. River Clayde’dan çıkanların çoğu vuruldu azı kurtuldu. Kurtulanlar kıyıda kumtepelerinin arkasına sığındılar. Bu ölüm çıkışı durduruldu. Gemide 1000 asker mahsur kaldı. 2500 yıl önce batıdan gelen istilacı Akhaların savaş hilesiyle yenilen Truva’nın intikamı alınmıştı. Kıyıda savaşın iyi gitmediğini, birliklerin bir türlü kıyıbaşı tutamadığını gören zırhlılar hedefleri tam vurabilmek için iyice sahile yanaştı. Türk birlikleri yakından açılan yoğun top ateşi altında eriyordu.
“İngiliz hava birliği komutanı Yarbay Samson keşif uçağı ile savaş alanlarının üzerinde uçmakta, durumu gözlemekteydi. Ertuğrul koyunda gördüğü şey hiçbir yerde hiç kimsenin göremeyeceği bir şeydi. Mavi deniz 50 metre açığına kadar kandan kıpkırmızı kesilmişti.” (DİRİLİŞ-Turgut Özakman).
Ertuğrul koyunda durumun iyiye gitmediğini gören tümen komutanı General Hunter Weston çaresiz çıkarmayı durdurdu. İngilizlerin en seçme Anavatan birliklerinden 29. Deniz piyade tümeni ve onlara katılan (Fransız ve İrlanda) birleşik kuvvetleri Alçıtepe’yi almak ve Kilitbahir platosuna varmak için tam 8.5 ay uğraştılar alamadılar! Saros körfezinden Hellas (Mehmetcik) burnuna kadar 60 km lik Gelibolu yarımadasının güney ucunda müttefiklerin ulaştığı en ileri yer kıyıdan sadece 8 km içerde bir eğri çizgiden ibaretti. Seddülbahir’de savaş binlerce can aldı. Zığındere’de Aytepe’de birinci ve ikinci Kirte savaşlarında. Kerevizdere’de bedenler süngülendi, parçalandı oluk oluk ılık ılık kan aktı, sonunda istilacılar yenildi. Seddülbahir bizde kaldı yeniden ve ebediyen vatan oldu.
25 Nisan1915‘in tarihe geçecek bir gün olacağını ne geceyi ışıtan ay ne de sabah doğan güneş biliyordu! Arıburnu – Tepey-i bâlâ – Conk bayırı- Kocaçimentepe
Ay batarken gözcüler gemilerin göründüğünü haber verdiler. Vakit gece yarısını geçmişti. Kabadağ kuzeyi ile Balıkçı damları arasında görevli 8.bölük komutanı Yzb. Faik efendi dürbünü gözlerine kaldırdı, batı ufkunda ard arda sıralı noktalar vardı noktalar gittikçe büyüyor önce kalın birer çizgi sonra gemi şekline giriyordu. Saat 02.57 de ay battı, batan ay düşmana iyilik etti, artık düşman görünmüyordu.. Yzb. Faik efendi emir verdi, avuç içinde saklanan sigaralar söndürüldü, bölük silah başı yaptı. Sağ elin işaret parmağı tetikte bakışları denize kitlenmiş 250 asker kıyamet anını bekleyen günahsız insanlar kadar kendinden emindi. Aradan sabırları sınayan uzun bir süre geçti. Lâcivert gecenin içinde beyaz filikalar ve her filikada 40 Anzak askeri sahile yaklaşıyor, sadece küreklerin ucundan suya düşen damlaların sesi duyuluyordu. Kolordu komutanı General William Birdwood plajın bombalanmasını istememişti. Anzaklar kumsala sessiz yaklaşacak çıkarma baskın şeklinde olacaktı. Gece sessizliğinde birden karanlığı yırtan bir şey oldu bir tenevvür (aydınlatma) fişeği göğe yükseldi denizin yüzü ışıdı sır çözüldü filikalar göründü karada bir tüfek patladı. En öndeki filikanın başında duran Anzak başından vuruldu. Bir Türk keskin nişancının açtığı ateşle Arıburnu’da savaş başladı. Mehmetcik sürgü kollu (makenizmalı) tüfeği bir makine hızıyla kullanıyordu 250 namludan aralıksız çıkan kıvılcımlar Anzakları yanılttı, günlüklerinde ‘Türkler makineli tüfek ateşi açtılar’ diye yazacaktı.
“Vurulan askerlerin kimi denize kimi filikaların içine düşüyordu taşıdıkları ağırlık yüzünden denize düşenler ölüyordu. Sağ kalan Anzaklar kumsala baştankara eden filikalardan hurraaa! Diye haykırarak atladılar Gelibolu toprağına ayak bastılar. Ateş sağanağıyla karşılaştılar. Vurulmayanlar sağa sola dağıldı.” DİRİLİŞ (Turgut Özakman)
Arıburnu kumsalına ilk bir saat içinde 4000 Anzak askeri çıkacak arkasından ikinci dalga 4000 asker daha gelecekti. O gün Arıburnu’nu savunan bölük; 4000 Anzak’a direnen 250 kişiydi. O sırada 2 savaş gemisi de kumsalın arkasındaki tepelere ateş yağdırıyor geriden gelecek takviye kollarının önünü kesmeye çalışıyordu. HMS Queen Elizabeth’in köprü üstünde dürbünle çıkarmayı izleyen General Hamilton ve Amiral DeRobeck zaferden emindiler ama bir türlü içlerinden atamadıkları 18 Mart boğaz savaşından kalan bir yara tamı tamına morallenmelerine izin vermiyordu.
İlk çıkışta Anzakların eli ayağına dolaştı, sessiz ıssız bir kumsala çıkacaklarını sanıyorlardı, kurgulanan baskın olmadı birlikler karıştı ama ilk şaşkınlığı attıktan sonra toparlandılar, kumsalda yayılıyor kıyıbaşını tutuyorlardı. 4000 e karşı 250 tüfekli eşitsiz kurşun yağmurundan 8. bölük hızla eriyordu. Bölükten bir tek subay ve pek az asker hayatta kalmıştı. Arıburnu koyunun sağ yanında Balıkçı damlarında asteğmen İbrahim Hayrettin komutasındaki takım ilk çıkan Anzakları bire kadar kırmıştı ama arkadan gelen birliklerin ardı arkası gelmiyor kıyıya çıkan Anzaklar Kabadağ eteklerine doğru ilerliyordu. Arıburnu çıkarmasının amacı Kocaçimentepe Kabatepe hattını ele geçirmekti. Astğm. İbrahim Hayrettin kalan askerleriyle Kocadağ’ın yükseltilerine doğru çekildi. Düşman yükseklere ulaşmadan doruğa varmadan önlenmeliydi.
27. Alay ve Yarbay Şefik Aker
24 Nisan gecesi tatbikattan geç dönen 27. Alay gece derin uykudaydı. Sabaha yakın alay komutanı Yrb. Şefik Aker uyandı derinden derine top sesleri geliyordu. Asker uyandırıldı sabah çorbası içildi. Kabatepe’den görünen Arıburnu koyu arı kovanı gibi vınlıyordu. Koy savaş ve nakliye gemisi doluydu, filikalar sahile asker taşıyordu. Bu bir gösteri değil gerçek çıkarmaydı. Durumu hemen bağlı olduğu 9.Tümene bildirdi.
Saat 5.45 te 27. Alay 9.Tümenden aldığı emirle Kabatepe Arıburnu yönüne hareket etti. Yrb. Şefik Aker 27. Alayın 2 bölüğünü ileri sürdü iç bölgelere doğru ilerleyen Anzaklara ateş açtı. Durum ciddiydi düşman Arıburnu’nda yamaçlara sırtlara doğru yürüyordu. 9.tümen komutanı Yrb. Halil Sami Bigalı’da bulunan 19.Tümenden (Yrb. Mustafa Kemal’den) 1 tabur destek istedi. Anzaklar beklemedikleri bir anda saat 9 da tepeden inme bir saldırıya uğradılar. Kabatepe’den gelen 27. Alay (2000 asker) 10,000 Anzak’a karşı taarruza geçmişti. Düşmanın ele geçirdiği Kanlısırt’ın büyük bölümü geri alındı ama gemilerden açılan yoğun ateş 27. Alaya göz açtırmıyor, durum gittikçe zorlaşıyordu. Askerin en çok bunaldığı sırada müjdeli haber geldi, 19. Tümen komutanı Yrb. Mustafa Kemal 57. alayla Bigalı’dan yola çıkmış Kocaçimentepe’ye yaklaşmıştı. 57.Alayın yolda olduğu haberi siperden sipere, kulaktan kulağa yayıldı, askerin üzerinden bir ağırlık kalktı, yüreği hafifledi, çoşku geri geldi, umut yeniden ışıdı, 57. Alayın gelişi yalnız güç durumdaki 27. Alay için değil, Arıburnu için, Boğaz ve İstanbul için en hayırlı en güzel haberdi.
19.Tümen ve Yarbay Mustafa Kemal
19.tümen karargâhında telefon çaldı 9.Tümenden gelen habere göre Düşman Arıburnu’na çıkarma yapıyordu. Yrb. Mustafa Kemal haritayı açtı Arıburnu’na yapılan çıkarmanın amacı ne olabilirdi? Düşman Kabatepe’yi, Kocadağ’ı ele geçirmek Kilitbahir yolunu açmak için harekete geçmişti. Bu hareketin mutlak önü alınmalıydı.19.Tümenin süvari bölüğü en hızlı şekilde Kocaçimentepe’ye gidecek oradan görünen Arıburnu’da ve Kabatepe’de ne oluyor bildirecek, eğer düşman yaklaşırsa bölük son askere kadar savaşacaktı.
Arıburnu’da anide gelişen durum en ufak bir tereddüte yer bırakmayacak kadar açıktı. Karşı harekât ya hemen yapılacak ya da geç kalmış olacaktı. Savaşın beklemeye tahammülü yoktu. Durum 5.ordu merkezine ve 3.Kolorduya bildirildi. Ordu komutanı Liman von Sanders bu mutlak tehlikeyi umursamaz aldırmaz bir tutum içinde sanki herşey yolundaymış gibi davranıyor Arıburnu’ndaki durumu ciddiye almıyor, aksine ana çıkarmanın Saros körfezinden olacağı takıntısıyla dürbün başında körfezde gösteri yapan İngiliz savaş gemilerini gözlüyordu. 3.Kolordu komutanı Esat paşa da Liman Paşa’nın kararını bekliyor, Ordu komutanından emir almadan harekete geçmiyordu. Yrb. Mustafa Kemal Bey yeni bir durum değerlendirmesi yaptı. Kolordudan veya Ordu komutanından izin ve emir beklenecek zaman değildi. Bu de-fakto (fiili) durum mutlak ve derhal eylem gerektiriyordu. Burada komutanın insiyatifi (önalışı), özgüveni, öngörüsü tümü birden komutanlık yeteneği devreye girmeliydi ve öyle oldu. Örs ve çekiç doğru yerde doğru komutanın eline geçmişti, artık demir tavında dövülecekti.
Arıburnu’na çıkan düşmanın planı Kocaçimentepe’yi ve Conkbayırı’nı ele geçirerek savaşı daha birinci gün başlamadan bitirmekti. Kilitbahir platosundaki yükseltileri tutacak tepeyi bâlâyı (dağ dizisinin en yüksek yerlerini) ele geçirerek mevzilenecek sonra arkadan gelecek olan birliklerle harekâtın ikinci evresine geçilecekti.
Doruklardan aşağı boğaz mavi bir çanak gibi görünüyordu. Karadan Kilitbahir bataryalarıyla ve denizden 10 sıra mayın hattıyla korunan suyolundan müttefik donanmanın geçebilmesi için önce mayın tarama gemilerine göz açtırmayan sahil bataryalarını saf dışı bırakmak gerekiyordu. Anzak planı Kilitbahir platosundan aşağı boğaza inen yamaçları ele geçirerek kıyı bataryalarını susturmaktı. Bu planın başarılı olması boğazın güvenli geçişe açılması savaşın başlamadan bitmesi demekti.
Mustafa Kemal durumun çok ciddi hatta çok vahim olduğunu değerlendirdi. Arıburnu’nda oluşan tehlike bir taburla önlenemezdi. Bağlı olduğu 3.Kolordudan bir türlü emir gelmiyordu. Zaman su gibi akıyordu, emir beklenecek an değildi. Tarihin akışını değiştirecek kararı verdi. 57. alay ve bir dağ bataryasıyla Arıburnuna yetişecekti. Bu tümen komutanının yetkilerini aşan bir karardı. Kolordudan emir almadan ordu yedeği tümeni harekete geçirmek çok ağır sorumluluğu olan ve başarısız olursa divanı harbe götürecek bir karardı. Yrb. Mustafa Kemal emir verdi 57. Alay ve dağ bataryası en kısa yoldan Kocaçimentepe’yi tutacak düşmana taarruz edecekti. Bigalı Conkbayırı arası 7 km. idi. Kocadağ sapağından sağa dönen yol Conkbayırı’na çıkıyordu. 27. Alay 2000, Bigalı’dan yola çıkan 57. Alay 3000 olmak üzere Türk kuvveti 5000 asker Anzaklar ise 12,000 askerdi.
Sivri kayalar, iri taşlar, oyuntular tümseklerle dolu Kocaçimentepe yolu yer yer daralıp yer yer genişliyor fundalıkların arasında bir görünüp bir kayboluyordu. Sarp ve dar yolda topları çeken makineli tüfekleri taşıyan katırlar, yiyecek, ekmek, cephane arabaları çetin fundalık yollardan kayalık derelerden geçiyordu. Alay cebri yürüyüşle Kocaçimentepe Conkbayırı eteklerine kadar geldi. Burada sözü DİRİLİŞ yazarı Turgut Özakman’a bırakalım.
“Mustafa Kemal ve 57. Alay Kocaçimentepe ve Conkbayırı eteklerine ulaşmışlardı. Mustafa Kemal bu korunaklı yerde askerin dinlendirilmesini istedi. Durumu bir an önce görmek istiyordu. conkbayırına çıkan vadi atla geçmeye elverişli olmadığından atı bırakı yürüdü Emir subayı, Başhekim ve topçu komutanı da atları bırakarak M.Kemali izlediler. Alay arkadan gelecekti Fundalıklı vadiden ilerleyerek Conkbayırı ile Besimtepe arasına çıktılar. Conbayırı’ndan Arıburnu koyundaki savaş ve taşıt gemileri görülebiliyordu. Koy gemi doluydu. Saat 10’du.
Bir grup askerin yamaç yukarı koşar adım yaklaştığı görüldü. Bu askerler asteğmen İbrahim Hayrettin’in takımından geriye kalanlardı. Yarları zorlukla aşmış düşman ileri kollarıyla dövüşe dövüşe geri çekilen başka askerlerle birleşmiş elleri yüzleri yara bere içinde, giysileri yırtık pırtık, mermileri tükenmişti ama Conkbayırı’na düşmandan önce yetişmeyi başarmışlardı. Mustafa Kemal’e–Düşman efendim! Dediler yaklaşan düşmanı gösterdiler. Gerçekten bir Anzak müfrezesi Conkbayırı’na yaklaşıyordu.1 km kadar uzaktaydı. Teğmen Tulloch’un müfrezesiydi. Henüz 57. Alaydan kimse yoktu. M.Kemal zaman kazanmak için yüksek sesle emir verdi süngü taktırıp askerleri yere yatırdı. Teğmen Tulloch Türk subayının askerleri ateş etmeye hazırladığını sandı. O da müfrezesini yere yatırdı. İşte bu kısa tereddüt ve bekleme anında 57.Alayın öncü birliği yetişti. M.Kemalin emrini alır almaz hızla açılıp hücuma geçtiler. Teğmen Tulloch ve onun gibi ilerlemiş Anzak müfrezeleri durakladılar. Bu müfrezelerin arkasından Cokbayırı Kocaçimen kesimini elde geçirmekle görevli 5 tabur (5000) anzak askeri geliyordu.” DİRİLİŞ (Turgut Özakman)
Bu çok önemli olayı iyice anlaşılması için başka bir kaynaktan daha aktaralım; “19. Tümen karargâhına 05.30’da düşman çıkarmasına dair ilk raporlar geldi. Saat 06.30’da 9.tümenden gelen yardım talebi üzerine harekete geçen Yarbay Mustafa Kemal, aynı sıralarda Arıburnu’na çıkarma yapan düşmanın, Kocaçimendağı silsilesine yöneldiği haberini aldı. Eğer düşman hâkim tepeler silsilesine yöneldiyse, bu gerçek bir çıkarma büyük bir saldırıydı. Bunun üzerine 9.tümenden istenen 1 taburluk destek kuvveti yerine 57.Alayın tamamını muharebe alanına sürmeye karar verdi. 19. Tümen komutanı Yarbay Mustafa Kemal saat 07.45’te birliklerinin başında Kocadere köyünün batısındaki sırtlara doğru yöneldi.57.Alay komutanı Binbaşı Hüseyin Avni Bey ise 3.taburla birlikte ihtiyat olarak geriden geliyordu. Örenardı, Mazıçukuru, Kördere üzerinden muharebe alanına yaklaşan alay Conkbayırına doğru harekete geçti. Tümene bağlı diğer iki alaya da (77. ve 72.Alaylar) muharebe bölgesine yaklaşmaları emredildi.” SİPERİN ARDI VATAN (Gürsel Göncü-Şahin Aldoğan)
Bu sırada 57. Alayın 3 taburu da Conkbayırı’na gelmişti. İşte asıl büyük çatışma burada koptu 10,000 Anzaka karşı 57.Alay. Döne döne vurula kırıla süngü süngüye gırtlak gırtlağa dövüşerek Anzakları tutunduğu yerden adım adım sökerek kopardı denize sürdü kıyıda çok dar bir sahil şeridine sıkıştırdı. Günün sonunda 57. Alay Anzakları Kılıçbayırına geri atmış Anzak ilerleyişi durdurulmuştu. Akşam çökerken galipler ve mağlûplar, kazananlar ve kaybedenler belliydi. Kazanan 57. Alayın çoğu şehit kalanı gaziydi.
Sabahtan beri aralıksız duraksız çarpışan ve cephanesi tükendiği için geri çekilen askerler Mustafa Kemal’in - Süngü tak yere yat emriyle düşmana karşı mevzilenmiş, bu demir emir Conkbayırı’na yürüyen düşmanı durdurmuştu. Mustafa Kemal’in – Kazanılan an işte bu andır! Dediği en kritik zamandı. Belki bir kaç dakika daha gecikilseydi Anzak taburları Conkbayırı’nda Kocaçimentepe’de tepeyi bâlâyı (dorukları) ele geçirecek ve daha ilk gün taktik hedeflerine ulaşarak yarımadada üstünlüğü sağlayacaktı. Ne olduysa o kısa an içinde oldu düşman ne yapacağına karar verinceye kadar 57. Alay Conkbayırı’na yetişti. Yarbay Mustafa Kemal 57. Alaya “Ben size taarruzu değil, ölmeyi emrediyorum. Biz ölünceye kadar geçecek zaman zarfında yerimizi başka birlik ve komutanlar alacak.” Dediği taaruz emrini verdi. 25 Nisan kurban bayramının ilk günüydü. 57. Alayın 3’te 2’si bayram günü şehit oldu. Alay komutanı binbaşı Hüseyin Avni Bey de şehitler arasındaydı. 57.Alay şehitleri millete kurban oldular. O şehitler sayesinde düşman 261 Rakımlı Tepe’den sökülüp atıldı.
25 Nisan 1915 günü 19. Tümen Anzakları denize sürdü, kıyıda arkası deniz, önü kayalık dar ve uzun bir kara parçasına sıkıştırdı. Arıburnu’nda Anzaklar 12000 Türkler 5000 askerdi. O gün 57. Alayın direnişi sayesinde ordu 36 saat kazandı. 25 Nisan 1915 tarihe böyle yazıldı.
“Filonun 172 topu 57. Alayı delice ateş altına aldı Anzak komutanlar hiç olmasa sabah ele geçirdikleri Kılıçbayırı Düztepe hattında tutunmak için çırpınıyorlardı. 57.Alay düşmanı donanma ateşine aldırmadan bu mevzilerden söktü attı. Kılıçbayırı Düztepe kesimini geri aldı. General Hamilton’un Arıburnu için o kadar özenle hazırladığı plan tümden suya düşmüştü. Kocaçimen çok uzaklarda kalmıştı. Kabatepe’ye hiç yanaşamıyorlardı. Anzak kolordusu komutanı General Birdwood derin bir hayal kırıklığı şaşkınlık ve kaygı içindeydi. Kıyıdaki komutanların hepsi yılgındı. Dövüştükleri askerler hiç de düşündükleri gibi çıkmamıştı. Bunlar yurtlarını ölümüne savunan zehir gibi askerlerdi. Böyle sert bir direniş beklemeyen hayli Anzak askeri geri gelmiş yaralıları almak için kıyıda bekleyen filikalara sığınmışlardı. Tepelerden kumsala yaralılar akıyordu. Anzak komutanları Türkleri yenemeyeceklerini anlamıştı. Denize döküleceklerinden çekiniyorlardı. Komutanların isteği açık ve kısaydı: Toptan mahvolmadan bizi buradan alın!” DİRİLİŞ (Turgut Özakman)
General Hanilton için yarımadadan çekilmek savaşın ilk günü yenilgiyi kabul etmek demekti. Bu düşünce bir kara kâbus gibi yüreğine çöktü uykusu kaçtı. General Hamilton Anzak komutanların Arıburnu’nu boşaltma isteğini kabul etmedi, kolordunun yerinde kalmasını bildirdi - Güvene kavuşuncaya kadar askere siper kazdırın kazdırın kazdırın! Diye emir verdi.
Parlayan Yıldız
25 Nisan 1915 te Çanakkale’de bir yıldız parladı. Yarbay Mustafa Kemal adının Çanakkale kahramanı olarak tarih sahnesine çıktığı olay işte bu Arıburnu savunmasıdır. Conkbayırı’nda gelişen tehlikeli durum Mustafa Kemal’in düşmanın planını doğru okuması, kolordu’dan gelecek emri beklemeden insiyatif (öncelik) alarak müdahele etmesi, 57. Alayla Bigalı’dan Conkbayırı’na yetişip gelmesi, cephanesi kalmadığı için geri çekilen bir gurup askeri süngü takarak yere yatırıp düşmana karşı saf tutmasıyla önlenmiş, Mustafa Kemal’in komutanlık yeteneği, anında gecikmeden karar vermesi o gün savaşın gidişatını ve tarihi değiştirmişti. Tanrı Arıburnu’da düşen şehitlerden, gazilerden ve 19.Tümen komutan Yrb. Mustafa Kemal’den razı olsun.
ANAFARTALAR
Anzak komutanların “Arıburnu’nu boşaltma” önerisini kabul etmeyen Hamilton bu kararı kurmay aklıyla ölçerek tartarak mı yoksa kişisel prestişini (itibarını) düşünerek mi almıştı? Hamilton tarihe Gelibolu’da kazanan komutan olarak geçmek istiyordu. İmparatorluk savaş konseyinden 20,000 kişilik ek kuvvet istedi. Seddülbahir’de ve Arıburnu’nda başarılı olamayan General Hamilton’un takviye isteğine uzun zaman yanıt verilmedi. Konseyde sert tartışmalar oldu. Pax Brittanica’nın dünyaya tek başına hükmetme siyaseti ve İngiltere’nin onuru büyük bir darbe almış emperyalizm Gelibolu’da vurgun yemişti. Büyük Amiral Lord Fisher - Kahrolası Çanakkale hepimize mezar olacak! Diyor, bahriye bakanı Winston Churchill istifa ediyordu. Savaş Konseyi bu aşamada yenilgiyi göze alamadı. Yenilginin kabul edilmesi İngiltere’ye güven kaybına neden olacaktı. Bu düğümü çözmek için General Hamilton’a bir şans daha tanıdı 9. Kolordu’yu (20,700 asker) Çanakkale’ye göndermeye karar verdi. Bu kararla savaş yeni bir evreye giriyordu. Seddülbahir’de ve Arıburnu’nda dar bir alanda sıkışıp kalan itilaf kuvvetleri bu kere Suvla körfezinden karaya çıkarak Anafartalar’dan üçüncü bir cephe açacak, Türkleri arkadan sararak çembere alacaktı. Hedef, Conkbayırı ve Koçaçimentepe blokunu ele geçirerek buradan ilerleyip Boğaz’a hakim olmaktı. 9. Kolordu 6-7 Ağustos gecesi karanlıktan yararlanarak bölgeye çıktı.
6-7 Ağustos gecesi ay erken battı. Karanlıkta başlayan çıkarmada kürekli filikalar yerine Layter (XLighter) denilen bir seferde 500 asker taşıyan demir gövdeli motorlu mavnalar kullanıldı. Bu araçlar anfibik harekâta büyük kolaylık ve sürat sağlıyordu. Suvla’da kıyıda savunma birliği yoktu İngilizler ve İrlandalılar kayıp vermeden karaya çıktılar. Bu kere savaş talihi yaver gidiyordu. Suvla plajlarında Türkleri arkadan çevirecek 20,700 asker toplandı.
“Anafartalara yapılacak harekâtı örtmek için 6 ağustosta Arıburnu’nda Kanlısırt saldırısı başlatıldı. 3 km karelik alanda 5 gün süren kanlı savaşlarda Türk tarafı 2280 şehit ve 4750 yaralı verdi. Yeni plana göre önce Conkbayırı’nı ve Kocaçimentepe’yi ele geçirecek olan 20,000 Anzak Anafartalara çıkan 9. Kolorduyla birleşecekti” SİPERİN ARDI VATAN (Gürsel Göncü-Şahin Aldoğan)
Liman von Sanders, sabah gün ağarmadan Saros Grup Komutanına 7. ve 12. Tümenlerle süratle Anafartalar kesimine gitmesini ve karaya çıkan İngiliz birliklerine 8 Ağustos sabahı erkenden taarruz edilmesi emrini verdi. Suvla’da ilk çatışma Kireçtepe’de yaşandı. Yzb. Kadri beyin Gelibolu Jandarma taburu ve Bursa jandarma taburu 2 gün 2 gece sayıca beş kat üstün (10,000) düşmana göz açtırmadı. Öyle ki karşısında büyük bir kuvvet bulunduğu yanılgısna kapılan İngiliz General Stopford takviye topçu birliklerini bekleyerek vakit kaybetmiş hem de Bolayır’dan yola çıkan ve cebri yürüyüşle Anafartalara gelmekte olan 7. ve 12.tümenlere zaman kazandırmıştı.
İngiliz planı: Tuz gölünün güneyini ve kuzeyini, Mestantepe, İsmailoğlutepe ve Kocaçimentepe’yi ele geçirmek, Suvla körfezine ve Akçay limanına hâkim Tekketepe Kavaktepe hattına yerleşerek boğazı kontrol altına almaktı.
Suvla çıkarmasını karşılamakla görevlendirilen Anafartalar Gurup komutanlığına 8 ağustosta Miralay (Albay) Mustafa Kemal atandı. Maydos’tan yola çıkan 7. ve 12. tümenlere ek olarak 2 jandarma taburu ve 2 piyade alayı da Mustafa Kemal’in komutası altına verildi. 4 ay önce Arıburnu’nda düşmanı durduran genç komutan bu kere Anafartalar’dan Kabatepe’ye kadar yarımadanın en kritik yerinde bir ordu büyüklüğünde birliklere komuta edecekti.
Birinci Anafartalar savaşı
19.Tümen komutanlığını Albay Şefik Aker’e bırakarak gece yarısı Anafartalar gurubuna gelen Albay Mustafa Kemal görevi devraldığı gecenin sabahı karşı saldırıyı başlattı 8-9 Ağustosta 22 taburluk (22,000 asker) düşman kuvvetine 13 taburla (13,000 askerle) taarruz etti. Anafarta tepelerinde arazi kayalıktı siper kazılamyordu burada açıkta yapılacak savaşta en kullanışlı silah süngüydü. Bombardıman sırasında fundalıklar ateş almış tutuşmuş, yoğun bir duman örtüsü araziye yayılmış, yaralılardan bir kısmı bu ateş içinde kalmıştı. Çatışma çok kanlı oldu, İngilizler ve İrlandalılar tutundukları Anafarta tepelerinden ve Kocaçimentepe’den sökülüp atıldı, 1. Anafartalar zaferinden sonra sıra düşmanın Conkbayırı’ndan atılmasına gelmişti.
“Düşman bir an önce Conkbayırı’ndan atılması gerekiyordu. 14 Ağustos sabaha karşı gündoğmadan yapılacak olan taarruz için bütün gece çalışıldı birlikler düzene sokuldu. Gün doğmadan az evvel Conkbayırı’nın hemen doğusundaki Kördere yamaçlarında toplanan birlikler Mustafa Kemal’in işaretiyle hat düzeni halinde Conkbayırı’na ve Şahinsırtı’na doğru saldırıya geçtiler. Anafartalar gurubu komutanı Miralay Mustafa Kemal Bey o anı sonradan şöyle anlatacaktır. “Bütün askerler, zabitler artık herşeyi unutmuşlar, nazarlarını, kalplerini verilecek işarete merkuz (toplamış) bulunduruyorlardı. Süngüleri ve bir ayakları ileriye uzatılmış olan askerlerimiz ve onların önünde tabancaları kılıçları ellerinde zabitlerimiz kırbacımın aşağı inmesiyle ahenin (demirden) bir kitle halinde şirâne (aslan gibi) bir satvetle ileri atıldılar. Bir saniye sonra düşman siperleri içinde âsumanî (göksel) bir gulguleden başka birşey işitilmiyordu. Allah Allah Allah.”
Anzaklar için Conkbayırı ne uğursuz bir yerdi 25 Nisan’dan 3 ay sonra aynı yerde Türk süngülerindan kaçan 20,000 Anzak bayır aşağı denize doğru sürüldü. Conkbayırı ateş hattında komutanın göğsüne bir şarapnel isabet etmiş çelik misket göğüs cebindeki saati parçalamıştı. Bu tansıklı (mucizeli) olayda Tanrı Miralay M Kemal’i korudu, Türk milletine bağışladı.
İkinci Anafartalar savaşı
Anafartalar Grup Komutanı albay Mustafa Kemal, İngilizlerin takviye alarak yeni bir taarruz yapacakları ihtimaline karşı hazırlık için emir verdi. Bu kere düşmanı denize dökmek üzere hareket edilecek, kesin darbe vurulacaktı. Taarruz, 21 Ağustos günü saat 14.30’da kara ve deniz toplarının destek ateşiyle başladı, Çanakkale muharebelerinin katılan asker sayısı itibariyle en büyük savaşı Anafartalar’da oldu. 2. Anafarta zaferi (21 Ağustos) müttefiklerin son umuduna son veriyor Mustafa Kemal’in adı Anafartalar kahramanı olarak bir kez daha tarihe yazılıyordu.
Anafartalar kahramanı yıllar sonra bir anısını şöyle anlatacaktı: “Size Bombasırtı olayını izah etmeden geçemeyeceğim. Karşılıklı siperler arasındaki mesafe 8 metreydi. Yani ölüm muhakkaktı. Birinci siperdekilerin hiçbirisi kurtulamamacasına düşüyor, ikinci siperdekiler derhal onların yerini alıyordu. Ne kadar imrenilecek bir soğukkanlılık tevekkül…Öleni görüyor, üç dakikaya kadar öleceğini biliyor ve en ufak bir çekinme bile göstermiyor. Sarsılmak yok. Okuma bilenler Kuranı Kerim okuyor, bilmeyenler kelimeyi şahadet getirerek yürüyor. Emin olmalısınız ki, Çanakkale işte bu yüksek ruhtur.”
“Ağustos ayında 1. ve 2. Anafartalar muharebelerinden ve 28 Ağustosta Bomba tepe muharebelerinden sonra İtilaf kurmayları Çanakkale muharebelerinin sona erdiğini en azından büyük çapta takviye almadan donanmaya İstanbul yolunu açamayacağını anlamışlardı. Arıburnu ve Anafartalar sektörlerinde Ağustos sonundan itibaren siper muharebeleri dönemi başladı. Karşılıklı ateş baskınları, siperlerin yakınlaştığı noktalarda tünel kazarak ileri posta yaratmak veya lağım kazarak bunları düşmana yakın yerlerde patlatarak ön siperleri ele geçirmek, keskin nişancılar kullanarak düşmana kayıp verdirmek ve topçu bombardımanı bu dönemin temel faaliyetleriydi.” SİPERİN ARDI VATAN (Gürsel Göncü-Şahin Aldoğan)
General Hamilton’un ikinci planı da başarısız olmuştu. Kaçıncı kez yenilen ama yenilgiyi kabul edemeyen Hamilton İngiliz savaş konseyinden yeniden 95,000 asker takviye istedi. Bu kuvvet gönderilirse Çanakkale’yi geçeriz diyordu. Ama İngiliz ordusunun namlı komutanı, Afrika savaşlarını kazanan General Hamilton’un artık morali de itibarı da tükenmişti. Savaş konseyi Hamilton gibi rüya görmüyor hayal kurmuyordu net realistti. Çanakkale’de mutlak yenilgi ve Türk zaferi kabul edildi, Hamilton’un isteği red edildi.
Savaşın doruk noktası Anafartalar’da yaşanmış ve savaş artık durulma ve sönümlenme dönemine girmişti. Gelibolu yarımadasında savaş sesleri ateş duman ve ölüm gittikçe azaldı. Aralık ayında yörede misli görülmemiş saatte 160 km esen fırtına yağmur ve soğuklar bastırdı. Taraflar savaşı bıraktılar, fırtınada hayatta kalmak için başka tür bir can derdine düştüler. Düşman birken iki olmuştu. Durmak bilmeyen yağmurdan su dolan siperlerde yüzlerce asker boğuldu. Önce Arıburnu ve Suvla’yı boşaltan müttefik kuvvetler son olarak 8 Ocak 1916 günü yarımadadan sessiz sedasız kaçtılar. Geride kalan atları ve katırları vurup öldürerek kalan lojistik malzemeyi yakarak gitmişlerdi. Çanakkale savaşı İtilaf devletlerinin kesin yenilgisiyle sona erdi. Çanakkale tam bir Türk zaferiydi.
KIZILAY GÖNÜLLÜ HEMŞİRE KURSLARI
11 ayrı cephede savaşan Osmanlı’da açlıktan yokluktan hastalıktan sokaklarda insanlar ölüyordu. Savaşın cephe gerisinde şehirlerde yaşanan bir yanı vardı. Burjuva ailelerde yabancı mürebbiyelerin elinde yetişmiş, saray çevrelerinde paşa konaklarında eğitim görmüş kadınların öncülük ettiği başta hemşirelik olmak üzere diğer hastane ve sağlık hizmetleri yapan kadınların sayısı binleri buluyordu. Hilal-i ahmerde (kızılayda) görev yapan kadınlarımız büyük kahramanlık gösterdiler en çok da ebelik (çocuk doğumu) hemşirelik ve eğitimde okullarda hizmet gördüler.
Kızılay gönüllü hemşire kursları açıldı. Kadınlara çağrı yapan bu kurslar muhafazakâr muhitlerde hoş karşılanmadı. Ancak hayatın gerçeği gönüllü hemşirelik hizmetlerine duyulan acil ihtiyaç bağnaz düşünceleri aştı gönüllere ulaştı. Türk kadınları bu ateşli yıllarda eşleri oğulları kardeşleri cephede savaşırken evde oturmayı, onlar sanki bu millettin evlâdı, asker anası asker bacısı asker kızı değilmiş gibi yardıma çağrılmamayı kendisine yediremiyordu. Savaş hepimizin savaşıydı erkeklerin cepheye koştuğu zamanda kadınlar evde oturup boş durmamalı bir yararlı işe koyulmalıydı. Kızılay'ın Gönüllü Hemşire kursları açtığı haberi kadınlar arasında duyuldu büyük ilgi gördü yüzlerce genç kadın cephede sahra hastanelerine ve şehirlerdeki hastanelere gelen yaralı askerlerin yardımına koştular. Bazı tutucu muhitlerin hoş görmediği izin vermediği hemşirelik hizmeti aydın gönüllerde kutsal ulvi bir meslek olarak algılandı itibarı gittikçe yükseldi ve gerçekten de öyleydi hemşirelik kadına çok yakışıyordu. Kadınlar bu kurslarda pansuman yapmayı yara sarmayı iğne vurmayı kan almayı öğrendiler ameliyathanede cerrahlara yardım etmeyi ilaç merhem hazırlamayı yara steril etmeyi yaralı askerle konuşarak ailesini eşini çocuklarını sormayı ayrılığının hicranlı hasretli duygularını paylaşmayı derde deva olmayı teselli etmeyi, sabretmeyi öğrendiler ve öğrettiler. Savaş yılları Türk kadınlarının ızdıraplı hicranlı ama aydınlığa açılan kapısı oldu. Çanakkale’nin bir büyük ve ulvî kazanımı da buydu.
Kızılay gönüllü hemşirelik kursları Türk kadın aydınlanmasında öncü rol oynadı. Kızılay milletin sevdiği güvendiği kutsadığı karagün dostu bir kurum olarak nam kazandı, merhametin, şefkatin, imdadın muhtaca uzatılan elin, yardıma koşmanın sembolü oldu. Hemşirelerin alnını süsleyen beyaz zemin üzerine kırmızı hilal simge Türk bayrağının kız kardeşi saygınlığına erişti. Gönüllü hemşirelik, gönüllü askerlik, gönüllü doktorluk, gönüllü öğretmenlik, kısacası gönüllü hizmet Çanakkale savaşından sonra kurumsallaştı vatan hizmeti kavramıyla özdeş oldu. Gücü yetenlerden istenen umulan beklenen bir milli kabul bir ulusal postüla haline geldi. Bir yandan da Kızılay'a benzer Askere (iane) Yardım cemiyetleri kuruldu. Savaş haberleri geldikçe hele de ordumuzun düşmana geçit vermediği duyuldukça millet cephelere kuru yemiş yiyecek giyecek kazak çorap çamaşır yağdırmaya başladı. Genç kızlar çeyiz işlemeyi bıraktılar çorap kazak ördüler çamaşır diktiler devletin elinin yetemediği yere halkın eli yetişiyordu. Bu asil adet Çanakkale savaşında en yüksek noktasına ulaştı yaygınlaştı.
HERGÜN KAHRAMANLAR ÇIKARAN SAVAŞ
Savaşlar insan ruhunda saklı cesaret ve kahramanlık gibi erdemlerin, atılım ve mücadele enerjisinin açığa çıktığı özgürleştiği ortamlardır. Günlük hayatında sessiz ve dingin duran nice insan savaş meydanında ya da bir yaşamsal zorlukla karşılaşınca ortaya çıkan, kişinin benliğinde saklı cesaret denilen tanrısal cevher, istemli (ihtiyâri) veya istemsiz (gayri ihtiyâri) olarak belginleşen ve sahibini seçkin kılan asil mücevher değer!
Çanakkale savaşları milli ve sosyal tarihimize cesaret ve erdem örnekleri sunan bir savaş olmuş ve burada temâyüz eden (öne çıkan) isimler milli belleğimizde ve gelecek kuşaklara anlatılacak öykülerde silinmez kazınmaz yer edinmişlerdir. Bunlar Çanakkale’de savaşan adsız kahramanlar ordusundan sadece bilebildiğimiz görebildiğimiz madalya verilen kayda geçen birkaç yüz isim! Bu kahramanları anmakla onların öykülerini anlatmakla onlara olan borcumuz bitmez. Sayısı bellisiz vurulup düşen şehit olan adı sanı unutulmuş vatan çocukları için anıtlar dikilmesi hatıralarının ölümsüzleştirilmesi kadar ve daha önemli olarak o kahramanların örnek yurt sevgisini, vatanı canından bile önceleyen ahlakı, korkusuzluğu, cesareti nesilden nesile kuşaktan kuşağa aktarılmalı en akılcı en etkili metod neyse eğitimle mi? Anlatımla mı? Savaş alanına yapılacak gezilerle mi olur, yavrulara anasütü gibi bebeklikten başlayarak mı verilir, görsel sanatlarla (sinemayla, dizilerle türkülerle müzikle) mi edebiyat türleriyle romanla tiyatroyla şiirle mi? En uygun en müessir (etkili) metod neyse, bu milli ruh sürdürülmeli yaşatılmalı canlı kalmalı.
Çanakkale savaşları gerek milli tarihe, gerek insanlık tarihine değerler katan bir savaş olarak tarihe geçti. Dâr-ül harpta (savaş alanında) gösterdiği cesaret, direnme gücü ve en olumsuz koşullar altında bile düşman dost ayırd etmeden sergilediği insanî değerlerle temayüz eden (öne çıkan beliren) göze çarpan Çanakkale askeri cesur fedakâr kahraman ve kadirbilir bir karakter olarak milli belleğimize yerleşti ve gelecek kuşaklara anlatılacak öykülerde başat yer edindi. Çanakkale geçilmez gönüllere ya bir özdeyiş ya bir atasözü olarak yazıldı.
“Tüm bu çarpışmalar ve karşılıklı saldırılar sırasında, Türkler mertçe, dürüstçe ve kahramanca çarpışmış, insani meziyetlerini ve güçlü kişiliklerini sergilemişlerdir. İster Seddülbahir’de, ister Suvla’da, Anafartalar’da olsun durum aynıdır. Örneğin Kızılhaç çadırları ve hastane gemileri, yaralı taşıyan botlar, ya da sedyeleri hedef alan atışlar yapılmamıştır.” SİPERİN ARDI VATAN Gürsel Göncü Şahin Aldoğan
Aşağıda yazılı olan birkaç isim Çanakkale’de savaşan kahramanlar ordusundan bilebildiğimiz hatırladığımız madalya alan kayda geçen bir avuç sayılı insan! Sayısı bellisiz binleri aşan düşüp kalan, adı sanı bilinmeyen vatan çocukları için dikilen anıtlar ölümsüzleşen hatıralar onlara borcumuzun binde biridir ve Binlerce şehitin yattığı Çanakkale milli parkı bize kutsal topraktır. Burada savaşta düşen umum şehitleri ve gazileri temsilen bildiğimiz birkaç ismi sayalım ve onların şahsında Çanakkale’nin tüm kahramanlarını anmış olalım.
Miralay Mustafa Kemal – Müstahkem mevki komutanı Cevat paşa – Miralay Mahmut Sabri – Yrb. Hafız Kadri – Yrb. Şefik Aker - Yrb. Cemil – Çanakkale’de yaralanan Alman Albay Kannengiesser - Binbaşı Halis Ataksor - Binbaşı Hüseyin Avni - Yzb. Kadri – Yzb. Faik – Astğm. İbradılı İbrahim Hayrettin – 9 Kasım bombardımanında Seddübahir tabyasında şehit düşen İspartalı Ali Çavuş - İvrindili İsmail Oğlu Mehmet - Mustafa Oğlu Süleyman ve 13 arkadaşı – 18 Mart Boğaz savaşında Üstğ. Hasan Hulûsi – Tğm. Mehmet Mevsuf - Çivrilli Mehmet Çavuş - Bigalı Mehmet Çavuş - Edremitli topçu eri Seyit Onbaşı – Nusrat mayın gemisi komutanı Yzb. Hakkı - Mayın Grup Komutanı Bnb. Nazmi Akpınar- Avustralya denizaltısı AE2’yi batıran Sultanhisar torpidosu Komutanı Yzb. Ali Rıza- Goliath zırhlısını batıran Muavenet-i Milliye Komutanı Yzb. Ahmet Saffet – Barbaros zırhlısı komutanı Alb. Muzaffer Adil - Fransız denizaltısı Turquoıse’ı periskopunu vurarak teslim alan Müstecip onbaşı – Pilot Üstğm. Fazıl - Pilot Üstğm. Fethi ve menkıbesi yazılmamış adı unutulmuş binlerce kahraman asker.
Onlar bu toprağı çiğnetmeyiz diyerek savaşa gittiler ve dönmediler!.
SONSÖZ
Çanakkale Savaşı sömürgecilere anlayacakları tek dilde savaşarak verilen ders, esir milletlere göz aydını, umutsuz uluslara umut olan savaş, Sömürge topraklara atılan özgürlük tohumu.
Osmanlı’nın Çanakkale boğazını kapatması ve geçişe izin vermemesi Birinci dünya savaşının 2.5 yıl uzamasına neden oldu. Eğer Çanakkale geçilseydi itilaf donanması İstanbul’u tehdit ederek Osmanlıyı savaş dışı bırakacak, Rus ordularının ihtiyacı olan cephane lojistik ve gıda yardımı Karadeniz üzerinden Rus limanlarına taşınacaktı. İhtiyaçları karşılanan Rus ordusu Almanya ve Avusturya Macaristan'ı barışa zorlayacaktı. Savaşın uzaması Türkiye’nin ekonomik kaynaklarının tükenmesine, insan kayıplarının aşırı boyutlara yükselmesine sebep oldu.. Çanakkale’nin geçilememesi nedeniyle Boğazlar üzerinden yardım alamayan Rus Çarlığı iç bünyesindeki yoksulluk ve bölünmüşlükten rejim ve yönetim buhranına sürüklendi bu ortam Bolşevik devrimine yol açtı.
Afrika’da Hindistan’da Uzak Asya’da Pasifikte Çin’de Güney Amerika’da sömürgelerden çalınan altın, elmas ve diğer kıymetli madenlerin, ürünlerin oluk oluk aktığı gemilerle taşındığı emperyalist devletlerin daha çok zenginlik ve daha çok toprak istemi, batının hakkı olmayanı alma çalma hırsı, aç gözlülüğü doymak bilmiyordu. Bu yağmacı zihniyet emperyalist ahlakın ana ilkesini oluşturuyor, yağmadan pay kapmaya dayanan sistem uygarlık getireceği söylemiyle aldattığı kendi halk kitleleri tarafından ayakta alkışlanıyordu. Tüm sorunların kötüleri ve kötülüğü tasfiye edecek büyük bir savaşla üstesinden gelineceği ve savaşın 1914 Noel tatilinden önce biteceği yalanına kanan halk savaş çılgınlığına kapılmıştı, ölüme koştuğunu bilmeden savaşa koşuyordu. Yalan propoganda emperyal sistemin en güçlü ikna aracıydı.
Bu savaşa katılan milletlerden binlerce yetişkin insan, kimi yerde tüm bir yaş gurubu can verdi. Birçok müesses sosyal kurumlar yok oldu. Yeni ihtiyaçlara göre yeni kurumlaşma başladı. Cephede ölen askerlerin ailelerine bakma zorunluğundan Avrupa’da sosyal devlet doğdu. Savaştan sonra barış yerine daha çok ve eskisinden beter düşmanlık oldu.
Türkiye açısından bakacak olursak; İkinci Viyana bozgunuyla başlayan 250 yıl süren gerileme, askeri yenilgiler Tuna eyaletinin, Rumeli ve Balkanların kaybedilmesi, Türklerin Anadolu’ya çekilme süreci hep kazanmaya alışmış millet için büyük bir travmaydı. Son Avrupa topraklarının elden çıktığı Balkan savaşında moral bakımından dibe çöken Türkiye Çanakkale muharebeleriyle yeniden kendine geldi ayakları üzerinde doğruldu.
Bundan da önemlisi Türkiye’nin yakın tarihi belirleyen, Cumhuriyeti kuran asker ve sivil kadroların hayata bakışı, çağı yakalayan siyasi sosyal ve yönetsel düşünceleri Çanakkale’de savaş ortamında mayalandı. Genç ve zinde kimlikler savaşın ölümden ötesi olmayan ateş barut duman ortamında kumanda ettikleri, birlikte ölüme gittikleri Türk askerinin erdemlerine, cesaretine, kahramanlığına ve hepsini ihata eden yüksek ahlakına güvenerek neler yapabileceklerinin hayalini kurmuş, bu şaşmaz güven duygusu büyük ideallerin başlangıcı olmuştu. İstiklal savaşı bu ideallerle kuvveden fiile düşünceden gerçeğe dönüştü.
“Topraklarını ölerek koruyan Türkler Çanakkale’de nelere kadir olduklarını öncelikle kendilerine sonra da diğer milletlere ispatladılar. Bu nokta yeniden millet olabilmenin temelinin atıldığı noktadır. Çanakkale savaşı askeri açıdan büyük bir zaferdir. Ama onu bütün zamanlar için bir başlangıç noktası yapan sağladığı yarattığı mânevi değerlerdir. Çanakkale’nin tüm millete verdiği özgüven 1. Dünya savaşının tüm yenilgilerine ve uğranılan yıkıma rağmen kurtuluş savaşının gerçekleştirilmesini sağladı. Bugün Çanakkale muharebeleri hem yarattığı hafıza hem de savaş alanlarıyla biz Türklerin yakın tarihteki en önemli kilometre taşını oluşturuyor”. SİPERİN ARDI VATAN (Gürsel Göncü-Şahin Aldoğan)
Zamanın en büyük askeri gücünü yenmek elbette gurur ve övünç kaynağıydı. Zafer donanımlı aydın iyi eğitim almış muvazzaf ve ihtiyat subay ve astsubayların yönettiği, gücünü ve sınırlarını bilen, ona göre doğru hesaplar yapan bir ordunun eseriydi.
Maddi çıkar peşinde savaşa sürdüğü askerleri motive edemeyen emperyal güçler er geç kaybetmeye mahkumdu. Bu bir hükm-ü kader (kaçınılmaz yazgı) idi. Amaç övünmek olmamalı. Asıl çıkarılacak ders kazanılan zaferden öte yüzyıllardır kaybettiğimiz kimliğimizi bu savaş vesilesiyle yeniden bulmuş olmak, bunun kıvancını duymak, kimliksiz toplumların yaşama hakkı ve kudreti olmadığının idrakına varmaktı. Şehitler ki onlar hakkın esrarına şahit olanlardır. Bu uğurda can verdiler, örnek oldular, yol gösterdiler.
Çanakkale’de şöhretli insanlar çarpışmadı. Çanakkale'de çarpışanlar ve şehit olanlar bilinmeyen ve bilinmemekten feyiz alan insanlardı. Tanınmayı takdiri en yüce sıfatları cephede kazandılar, yaralanarak, can vererek şehit ve gazi oldular. Savaşa giderken adları başka başkaydı cephede hepsi birer Mehmetçik oldular.
İstilacıların daha savaşın ilk günü karaya ayak bastıkları anda yüzleştikleri direniş hiç beklemedikleri, öngöremedikleri kadar dehşetli ve güçlüydü. İngiliz İskoç İrlandalı ve Galli kendi milletinin askerlerini hem de sömürgelerden devşirdikleri emperyal düşünceden gafil (habersiz) dünya cahili insanlardan ordular kurmuş, bu insanları haritada yerini bile bilmedikleri Türkiye’ye saldırtmıştı. İngiliz propoganda makinesi Avustralyalı ve Yeni Zelandalı gençleri insan eti yiyen, medeniyet ve hristiyanlık düşmanı vahşilerle savaşacaklarına ve bu savaşta insanlık düşmanı yaratıkları öldüreceklerine inandırmıştı. Emperyal efendiler böyle söylemişti, bu asil efendiler asla yalan söylemezdi! Kurguladıkları batıl istila ütopyasının kanlı bedelini Avustralyalı, Yeni Zelandalı, Mauri, Hintli, Seylanlı, Nepalli, Gurkalı, Senegall ve daha nece siyahi Afrikalılara ve kara gözlü esmer Asyalılara ödettiler. Bu insanlar kendilerini savaşa süren Emperyal patronların kurbanı oldu. Bu yanıyla Çanakkale’de tüm insanlık için derslerle dolu ibretli bir savaş oldu.
“İngiltere’nin komşusu bile olmayan Türklerden nefret etmeleri için birçok olumsuz küçültücü aşağılayıcı söylenti olay fıkra uyduruldu kulaktan kulağa yaydılar. Türkler uygarlıktan uzak öldürülmeyi hak eden Hristiyanlığa düşman Avrupa’dan kovulması gereken ilkel bir millet, unutmayın esir olanları öldürüyorlar. Anzaklar ne bu savaşın nedenini biliyor ne Türkiye’yi ne de Türkleri tanımıyordu.” SİPERİN ARDI VATAN-Gürsel Göncü/Şahin Aldoğan
Bundan 38 yıl önce, 25 Nisan1985 Anzak günü* Avustralyalı Prof. Rick Devon Gelibolu savaşının 70 inci yıldönümünde Kanada’da Saskatchewan Üniversitesinde benim ofisime geldi ve Çanakkale savaşında çarpışan Avustralyalı ve Yeni Zelandalılar adına tanıdığı tek Türk olarak benden özür diledi. İngiliz emperyal siyaseti Avusturalyalı ve Yeni Zelandalı gençleri yalan sözlerle kandırarak kendi emperyal çıkarları için okyanus ötesi topraklarda ölüme sürdü. Birbirinden uzak coğrafyalarda kendi halinde yaşayan birbirini hiç tanımayan Türklerle Avustralyalıları savaştırdı. Birbirini kıyasıya öldürdüler. İki ulusun çocukları kardeş olacağına düşman oldu birbirinin kanını döktü. Binlerce Anzak askeri yok yere Çanakkale’de can verdi. Biz millet olmayı savaştığımız düşmandan öğrendik. Avustralya ve Yeni Zelanda Çanakkale savaşından sonra millet olma bilincine erdi diyerek savaştan 70 yıl sonra benim şahsımda Türk milletinden özür dilemişti.
Türkiye’nin dinç ve genç nesli bu savaşta büyük yara aldı, ülkenin yetişmiş insan varlığı eksildi. Eğitimli nesillerini kaybeden Türkiye İstiklal savaşında ve ülkenin yeniden kuruluş yıllarında bu yokluğun acısını çok çekti.
Türk tarafı
Şehit . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 66.262
Yaralı . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 97.916 + 10.000 hastanelerde bakılan yaralılar
Esir . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 2.000
Tüm kayıplar (şehit yaralı ve esir) 166,178
Müttefikler
Ölü . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 50.946
Yaralı . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .118.435
Tüm kayıplar 169.381
Türkleri tarih sahnesinden silme savaşı 324 gün sürdü. Bilanço iki tarafta 353 bin kayıpla sonlandı. Cephede ölen askerlerin birkaç katı cephe gerisinde hastalıktan; dizanteriden, veremden ölüyordu.
Türklerin Çanakkale savunmasını yanlışlayacak (karalayacak) hiç bir olay yaşanmadı ödenen kan bedeli 1915 kuşağının en şerefli alınyazısı (hükm-ü kader) olarak kaldı. Arıburnu ve Anafartalar’ı kazanan komutan Mustafa Kemal “Çanakkale zaferi Türk askerinin ruh kudretini gösteren şayanı hayret ve tebrik bir misaldir. Emin olmalısınız ki Çanakkale Muharebelerini kazandıran işte bu yüksek ruhtur.” Diyordu.
İlerde daha çok incelenecek, yorumlanacak, aydınlanacak ve üzerinde konuşulacak olan Çanakkale Savaş alanı Türklerin indinde bir milli inanç abidesidir bence yeni bir Kâbe’dir. Zafer anıtları hep saldırı ve işgal harekâtıyla kazanılan savaşların anısına dikilir, oysa Çanakkale ne şarkta ne de garpta benzeri olmayan, bir savunma savaşında kazanılan zaferin anıtıdır ve bu niteliğiyle eşsizdir..
Çanakkale batının Türk milletinin unutulmuş medeni vasfı ve yüce insanlık değerleriyle tanıştığı savaş oldu. Avrupa Türkiye’nin coğrafi ve kültürel özgün bir uygarlık platformu olarak birikimini ne yazık ki ancak savaş meydanında tanıdı. Çanakkale ya da İngilizlerin deyişiyle Callipoli emperyal orduların yenildiği savaştı, emperyal güçler bu savaştan ders aldı.
Anadolu’da kalmak
Bin yıl önce yurt edindiği Anadolu’da kalmak için 8 Haçlı Seferi’ne karşı direnen ve bir karış toprak vermeyen Türkler son haçlı seferinden (1270) 645 yıl sonra 1915 yılında bu kez denizden gelen yeni haçlılara boyun eğecek değildi. Bu bir yanlış hesaptı. Afrika’da, Hindistan’da Uzak Asya’da, Okyanusya’da yarı ilkel kavimlerde edindikleri emperyal deneyimle Türk yurdunu ele geçireceklerini ve Türkleri köle edineceklerini sanıyorlardı. Emperyalist zihniyet - Her kuşun eti yenmez! Türk atasözünü duymamıştı bilmiyordu. Çağdaş yeni haçlılar matematik fizik kimya felsefe biliyorlardı ama bilmedikleri bir şey vardı: Her Türk asker doğar - Ordu peygamber ocağıdır - Bir ölür bin diriliriz ve Tanrı Türkü korusun diyen bir ulusun kapısını çalıyorlardı. Çanakkale’ye gelene kadar askeri güçlerini böyle çetin bir mihenge (denek taşına) sürmemişlerdi. Geldiler ve sürdüler yandılar yanıldılar, çıktıkları çakıllık fundalık kayalık Gelibolu toprağında binlerce ölü bırakarak Çanakkale’nin geçilmez olduğunu anladılar!
Çanakkale o güne kadar savaşılan harplere kıyasla girdiğimiz en teknik savaştı. Eğitimli kuşakların can verdiği yedek subay savaşı - bilginin ve bilgili insanların öldüğü kanlı alan - Ulusal diriliş ve uyanış savaşı. Çanakkale Bizim Avrupayı, Avrupanın bizi tanıdığı yer oldu, Çanakkale’de birçok önyargılar yerle bir oldu. Türk toplumunda medeni batı imajının sarsıldığı, batının her dediğinin her yaptığının doğru olmadığını, çıkar hesapları karşısında hukuk ve eşitlik söylemlerinin yenilip yutulduğunu çiğnenip yok olduğunu öğrendiğimiz savaştı.
Çanakkale’nin en başat kazanımları:
Mustafa Kemal Paşa tarih sahnesine çıktı istiklal mücadelesinin önderi oldu.
Çanakkale bize ve dünyaya gösterdi; demek ki emperyalizm yenilebiliyordu.
Çanakkale’de yeni kuşak genç komutanlar büyük deneyim kazandılar.
Çanakkale asker ve sivil tüm milletin ruhunu mayaladı. Kuvayı milliye bu ruhla ayağa kalktı, İstiklâl savaşı bu ruhla kazanıldı. Çanakkale savaş alanı bize milli Kâbe oldu.
Bu yazıyı İlber Ortaylı hocanın sözüyle bitirelim: "Çanakkale Türkiye ve şark tarihinin en mutantan zafer alanıdır. O gün orada vatanın ve bütün Şark Dünyası’nın kurtuluşu başlamıştır."
S O N
Bu yazıda Çanakkale müstahkem mevkii komutanı Esat Paşa’nın Çanakkale savaşı hatıralarından, Akdeniz seferi kuvvetleri komutanı General Hamilton’un hatıralarından, Turgut Özakman’ın DİRİLİŞ - Gürsel Göncü ve Şahin Aldoğan’ın SİPERİN ARDI VATAN ve Haluk Oral’ın ARIBURNU 1915 adlı çok değerli kitaplarından yararlandım, bilgi edindim. Yazarların büyük emeklerine saygıyla ve en içten duygularla teşekkür ediyorum.
Comentarios