TEKNELERDEKİ SIR, DENİZLERDE SON YÜZYIL...
- Osman Kademoğlu
- 25 Tem
- 9 dakikada okunur

“Denizin insanı büyüleyen bir albenisi vardır. İster kenarında doğmuş, ister denizi sonradan bulmuş olsun bir kez o albeniye kapılan ömür boyu ayrılamaz ondan.”
Tekne yapımı uygarlık tarihiyle yaşıt bir ustalık. Antik çağlardan beri ahşap yapılarla denize açılan insanların sukürede eli ayağı geçim kaynağı ulaşım aracı olan teknelerin kiminin zıpkın gibi ince, atılgan, başa doğru yükselerek denize meydan okuyan ihtiraslı borda çizgisi, baltabaş, kancabaş, kemânebaş, serpikbaş çeşit çeşit bodoslaması, pruvadan pupaya gerili bir yay gibi uzanan güvertesi, göğe çekili direği, suya koşut sereni, yelkenleri, sırma sırma arması, kamarası, dümen dolabı, isim levhası, çizgi çizgi renk renk boyasıyla insanın içini gıcıklayan kanını kaynatan aklını çelen tekneler, bakmaya kıyamadığın gözünü alamadığın deniz güzelleri!. İnsanı doğup büyüdüğü kara hayatının elinden çekip alan bu cazibenin gizemi sırı nedir? Bu sır tekne tasarımındaki estetik armonide ahenkte saklıdır.

Teknenin borda çizgisinde, eninde boyunda, pruvasında (başında) pupasında (gıçında) sukesiminde, dümeninde; rüzgâr ve dalga gücünün, sığlık kayalık çakıllık gibi doğal oluşumların birlikte etkileştiği birlikte çizdiği matematiksel oranı gözeten bir uyum vardır, Kayık ustalarının elindeki şaşmaz terazi, gözündeki yanılmaz ölçek orantı endaze tabiatta mevcut doğal matematikden kaynaklanır. Ustalık o matematiği algılamakla özümlemekle kazanılan üstün zihinsel bir olgu ve onu uygalayan yetenektir. Tekne ustalığı afaki (kafadan atma, uydurma) raslantıya bağlı şans eseri ben yaptım oldu denecek bir iş değildir, yüzde yüz pozitif hesap işidir. Can emanet edilecek tekneyi yapan ustanın yanılma lüksü yoktur.
Kayık ustanın gözüyle ve ustanın eliyle yapılır. Ağaca usta şekil verir, tekne hatasıyla sevabıyla ustanın eseridir. Okulsuz alaylı ustaların kayık sanatı göz sanatıdır, yapılıp bitene kadar elle tuıtulan metreye santime vurulan bir modeli yoktur, hayalden doğaçlamayla ve eldeki ahşabın sağladığı sınırlı şekil ve imkanlarla yapılır. Kayığın yapımı düşüncede başlar tezgahta biter. Her kayık tek bir kayıktır, başka bir eşi yoktur. Ortaya çıkan tekne içine makine konmadıkça yelkenle hareket eder. İnsan elinden çıkma araçlar içinde kayıktan daha doğal olanı var mıdır? Kendisi ağaç yolu su gıdası rüzgâr, makine icad olana kadar bütün alışverişi doğayla olmuş olan teknelere havanın ve denizin verdiği biçimi bir yelken kayığının şeklini anlamak için rüzgâra kanat açan deniz kuşunun ve yunus balığının şekli neyse ona bakın o şekil ne fazla ne eksiktir havanın ve suyun çizdiği estetiktir.

Resim: Açkılı (çubuk) boyalı kayıklar-1999 Eynesil GİRESUN
Ekonomik hayatın çok durgun olduğu, üretim ve ticaret alanında yaprak bile kıpırdamayan eski zamanlarda işsiz delikanlılar için deniz bir ümit ve ekmek kapısıydı, Bu kapıyı açan anahtar da bir ticari teknede münhal yer bulup tayfa yazılmaktı. Bu şekilde küçük atılımlarla ya da dünyayı gezme görme ve keşif merakıyla başlayan denizcilik zamanla dünya ölçeğinde bir büyük ekonomi yatırım ve kazanç alanı konumuna geldi.

Resim: Alamatra balıkçı motoru-Sarıyer İSTANBUL
Bütün bu nedenlerden başka deniz bir yerde heyecan serüven macera ve meydan okuma, Rüzgârı, fırtınası, bulutlarıyla, içinde binlerce tür canlısıyla yaşayan ve yaşatan denize açılmak yaman bir spor, bir adrenalin olayıdır. Oldum olası insanlar bu heyecanlı sevdaya tutuluyor, denizcilik kuşaktan kuşağa sürüp geliyor…
Son yüzyılın büyük kısmında denizciler denizde yelkenle, kürekle ama hep korkusuz bir yürekle dolaştılar, ne telsiz ne radar ne cep telefonları vardı. Pusulası, barometresi olan şanslı sayılır, olmayanlar teknenin başına çakılan kıblenümâ denilen kıbleyi gösteren basit bir aygıtla denize açılırdı, kıyılarda sığınacak barınak, dalgakıran yoktu, uzak yola gidenler hava esince buldukları ilk güvenli koya kumsala can atar fırtına dinene kadar orada yatardı.

Resim: Çırnık
"O zaman takalarda donanım vardı donanımsız yelkensiz denize çıkılmazdı…
Aah şimdi denizde oyun var eğlence var
şimdi denizcilerin işi çok kolay
o zaman yoktu ne telsiz ne radar ne liman ne barınak
hava esti mi ilk iş kaçacak yer aramak
her sabah at takayı indir suya
her akşam tekrar çek dışarıya
güvenilmez ki bu havaya!" diyordu Fındıklılı (Viçeli) kaptan Lütfü Ersoy..
Yelkenle kürekle denize çıkmak, ekmeğini denizde kazanmak sağlam bilek ve cesur yürek isteyen bir işti. Denizcinin dünyasında fırtınalar, sisli havalar, deniz kuşları, haritasız meçhul, bilinmeyen kayalıklar, gece direğin tepesinde görülen hayra alamet sayılan kah bir şihap (kayan yıldız) kah aldatan sanal ışıklar ama illâ ki evvel eski yön gösteren yıldızlar vardı. Denizde seyir halinde ne haberleşme ne hava raporu imkânı yoktu. Motor gücünün olmadığı ya da çok yetersiz olduğu yıllarda tek güvence kürek rüzgâr ve yelkendi. Kaptanlar akıntıdan dalga hareketinden esen rüzgârdan yararlanırdı, en büyük güvence reislerin çoğu zaman ağır bir bedel ödeyerek edindiği deneyimlerdi.

Resim: Güverte alanı geniş ağ kayığı - AMASRA
Denizdeki hareketleri suların alçalıp yükselmesini rüzgârın yön değiştirmesini doğadaki renk koku ışık gibi her tür değişimi devinimi algılamayı bilen reisler vardı. Dağların siluetine (karaltısına) bakarak, yıldızlardan kerteriz alarak rota tutulur, akşam kızıllığına, sabah morluğuna, gökyüzünün değişen rengine, toplanıp dağılan, kararıp yığılan, alçalan yükselen bulutlara bakarak, rüzgârı dinleyerek, havada olup biten pus, sis ve güneşin yakıcılığı gibi değişkenleri, ay doğumunu, ay batımını gözleyerek, bazan sevinçli bazan endişeli, eller yekede, kürek topuzunda, yelken halatında kesilen kanayan avuçlarla, demir zincirinin pazu gücüyle çekildiği, fırtınada iki gemicinin iki çift bilekle yeke tuttuğu yıllar tekne ustalığının da geliştiği inceldiği, yapı sırlarının oluştuğu yıllardı.
Öyle bir iklim ki Karadeniz
bugünden yarını bilemezsiniz
bu deniz hem çok güzel
hem de çok merhametsiz
mavi bir günün sonunda birden
şimşekler çakar
gökyüzü kararır
orman hava deniz kuş ve insan
yaz günü maviye hasret kalır
hava eser deniz kükrer
çocuklar deniz ve dalga sesiyle uykuya dalar
günlerce sürer yağmur fırtına rüzgâr
ne gökyüzünde ne denizde
bir mavi ümidi var!
Kaçık yapan havada, ani bastıran fırtınada, ağ çekerken, aktarma kayığında, dalgaya baş vuran derin anbarlı çaparlarda, çektirmelerde takalarda guletlerde yaşanan zorluklardan edinilen, kimi zaman bedeli canla ödenen deneyimler balıkçıyla, gemiciyle birlikte çay kahve içen aşını paylaşan kayık ustaları tarafından sıcağı sıcağına ele alınır çözüm aranır, denizde zorlanan teknenin varsa kırılan yeri onarılır, gereğinde daha denizci olması için baş eğrileri pulanyayla yontulur inceltilir denizde zorlanan hız kesen yerlere hidrodinamik dirence uyumlu bir şekil verilirdi. Kayık ustaları doğayla girilen her hesaplaşmadan yeni deneyimler kazanarak çıktılar. Ustayla kayıkçının birlikte ve birbirine danışarak buldukları çözümler doğa gücüne bir yanıt bir karşı tez oluşturur tekneleri daha işlevsel daha güvenli yapan yeni tasarımlara yol açardı.

Resim: Takaların en gelişmiş örneği yüksek kamaralı kuğu gibi alımlı Karadeniz güzeli Taka ORDU Bolaman Limanında, 1960.
Tekne formundaki evrimin temel yasası insanla deniz arasındaki güç ve direnme ya da yenme yenilmeme ikilemidir. Denizde zaman zaman doğayla insan arasında baskın basanındır şekline dönüşen bir ilişki yaşanır. Bu ahvalde kazanmak ve sağ kalmak için çevik sağlam ve çabuk olmak gerekir.

Resim: Çektirme, Büyükada İSTANBUL
Doğanın zorlamasına karşı kayıkçı ve usta yüzleştiği sorunlara yanıt vermek çözüm bulmak zorundadır. Tekne denize dayanıklı, yelkene uygun olacak, ağ döküp ağ toplamaya elverişli güvertesi, derin anbarı bulunacak, yükleme için iskeleye yanaşacak, kumsallara, çakıllı taşlı limanlara çekilmeye uygun sağlam sualtı yapısı olacak, bunların birini elde etmek için diğerlerinden ödün verilmeyecekti.
Son yüzyılın ustaları ve usta gemicileri denizden dersini alan hayatın kadrini kıymatını bilen kanaatkar, sabırlı hoşgörülü insanlardı. Denizin çilesini çekmiş ama safasını da sürmüş, iyisiyle kötüsüyle yüzleşmiş, denizde cenneti de cehennemi de görmüş bu insanlar sözleriyle ve duruşlarıyla bilgeliği temsil ediyorlardı.
O ustalar ki çok sert bir ağaç olan kestaneyi işleyecek sabır ve bilek gücüne sahiptiler
onlar yaptıkları kayıklarda ağacın hakkını verdiler
bizim Karadeniz’de kestane ağacından değirmen serender
köprü kayık ve ev bu ustalardan sorulurdu
emeklerine ancak hayranlık ve saygı duyulurdu
Son yüzyılda bizim denizlerimizde bazı tekne türleri öne çıkmış balıkçılıkta nakliyede başı çekmiş adı halk diline yerleşmiş halkın sevgilisi olmuştur. Çapar, çektirme, taka, mavna, alamana, gulet, çırnık, tırhandil, piyade alamatra gibi tekneler deniz hayatına hizmet ve katkılarıyla, renkleriyle, çizgileriyle halkın gönlünü kazandılar efsane oldular. Bu efsane teknelerin sırlarını anlatmaya çalışalım birkaç örnek vererek ve bu örnekleri yapan ustaların hatırası önünde saygıyla eğilerek.

Resim: Gezi teknesi büyük çektirme-Marmaris MUĞLA
Ağacı çocuğu gibi seven, okşayan ustalar sevdikleri bir ağacı saatlerce anlatırlar. Kestane, akmeşe, pelit, katranlı sedir, İğneada Demirköy meşesi, okaliptus, pullumeşe, kızılçam, yaban kirazı, karaçam. Usta yaşadığı yörenin ağaçlarını kullanır, yöre tekneleri öncelikle yapıldığı yörenin denizinde kendini ispatlamak zorundadır. Bölgenin hakim rüzgârlarına fırtınasına, dalgasına, kıyılarına dayanacak bir şekil alır. Bu nedenle daha önce denenmiş eski yapılar işe başlarken örnek alınır böylece gelenek sürer.
Doğudan batıya Karadeniz’in dağlarında kestane yetişir, Bu coğrafyada orman ustaların yanı başındadır. Eski zamanda kayık ustaları aynı zamanda ev, değirmen, köprü ve serender yapardı. Evi güzel yapan ustanın kayığı da güzel olur derlerdi. Karadenizli ustalar omurgayı, bodoslamayı, eğrileri ve sargıyı denize en dayanıklı ağaç bildikleri kestaneden biçerler “Kestane şehit ağaçtır ne ölür, ne çürür” derler. Tekne yapımında kestaneden başka pullu meşe, akmeşe, akasya ve yaban kirazı kullanılır. Kaburgalarda ise denizden gelen darbeye, basınca karşı esneme yeteneği olan doğal eğri ağaçlar seçilir. Alet işleyene kadar ağacın suyu ustaya yol gösterir. Aşılanmamış yabani elma, armut, dut, kiraz ve vişnenin çatal ve eğri gövdelerinden, dirseklerinden, dar ve geniş açılı dallarından, açılı köklerinden posta eğrileri, dirsekler, paraçollar, kucaklamalar yapılır.

Resim: Balıkçı teknesi yapımı. Omurga kurulmuş forma çekilmiş postalar ekleniyor - 1999 Rumeli Feneri İSTANBUL
Borda kaplaması ve güverte tahtaları çakılırken ağacın öz kısmı içeri, kabuk kısmı dışa dönük olmalıdır. Çünki özdeki dokular daha sağlamdır. Kestane ağacının tanenli acı suyu (ustaların deyimiyle mürekkebi) çıksın diye hızarla biçilmiş tahtalar akarsuya yatırılır, ağacın çektiği tatlı suyun baskısıyla dokudaki tanenli su bedenden dışarı atılır, geriye dokularda mantarlaşmayı önleyen aroması kalır. Yakında yörede akarsu yoksa bu kere kestane tahtaları dikine birbirine çatılıp tezgah yapılarak yağmura, güneşe ve rüzgâra bırakılır. Tahtalar bir yağmur bir güneş alarak tanenli acı suyunu salar ve durduğu yerde rüzgâr etkisiyle kurur.

Resim: Aralama kaplama - 1999 Cide KASTAMONU
Teknenin dış sargısında pruvaya (başa) ve pupaya (gıça) doğru yuvarlak dönüşlü borda tahtalarına postalara (eğrilere) iyice yanaşacak intibak edip yatacak şekilde eğim verilmesi gerekir. Teknenin büyüklüğüne göre kalınlığı 2 ilâ 7 cm yi bulan sargı (kaplama) tahtalarına istenilen yuvarlaklığın verilmesi için kalın tahtalar ateşte kaynayan sac kazanlarda istimlenerek (buhara tutularak) yumuşatılır. Elyafı genleşmiş, yumuşamış sargı tahtaları postaların üzerine yatırılır, bir zincir yardımıyla çekilip esnetilerek postalara çakılır. Sabitlendiği yerde kuruyan sargı tahtası istenen yuvarlaklığı almış olur. Bu işlem tahtayı doğrudan ateşe gösterip elyafını öldürerek de yapılabilir.
Karadeniz kayıklarının başında ve kıçında küpeştenin bodoslamaya birleştiği yere gelen hilal şekilli ağaç kayığın iki yakasını bir araya getirir birleştirir. Kucaklama denilen bu tek parça doğal dirsek (paraçol) teknenin başını bağlar açılmasını önler. Kayığın en baş yapı elemanı adeta başının tacı olan kucaklamanın orta yerine biz Türkler için en mübarek en kutlu ayyıldız motifi oyulup işlenir, başında çift hilalli yıldız bulunan tekne Evvel Allah güvendedir.

Resim: Homer çağından esin getiren, Egeli bir deniz güzeli Tırhandil AKSONA - Bodrum MUĞLA
Çifte kaynatılmış Osmanlı beziri neft yağıyla inceltilerek elde edilen sakız boyası Karadeniz kayıklarına has bir işlemdir başka yörelerde görülmez. Tahtaya sarı sıcak bir renk verir. Karadeniz’de çok sevilen sakız boyası küpeştenin altındaki tahtaya sürülür. Bu tahtaya sakız tahtası denir. Su sızmasın diye sargı tahtalarının arasına (armozlara) ardıç katranıyla bükülmüş kendir ya da pamuk üstüpü sıkıştırılırarak kalafat yapılır. Üzerine bir kat zehirli sülyen boyayla, balmumu veya bezir yağıyla üstübeç karıştırarak yapılan Osmanlı macunuyla kapatılır. Osmanlı macunu esnektir, kayık ne kadar esnerse esnesin bu macunla beslenen armozlar açılmaz.

Resim: Eski zamanda pusulası olmayan teknelerin başına çakılan yön gösteren kıblenüma veya kıbleleme
Eski ustaların da eski ustalardan duyduklarına göre; bundan 150-200 yıl evvelinde kumsallar büyük bir çizim masası ya da çizim alanı gibi kullanılırmış. Iğrıp kayıklarının, çektirmelerin çaparların mavnaların teknik resmi önce deniz kenarında kum üzerine bire bir ölçekte çizilir, ustalar çizilen şekil üzerinde tartışır, düzeltir son şekli verir ve oradan alınan ölçüye mikyasa göre ahşap biçilirmiş.
Egeli ustaların gözdesi, işlemesini en iyi bildikleri Ege yöresinde bolca bulunan çam türleridir. Yükseklerde yetişen reçinesi bol aşılanmamış yabani doğal ağaçlar tercih edilir. Tekne bir kayalığa otursa bile esnek çıralı çam tahtası ezilir ama delinmez. Ege’de Akdeniz’de iskeletin eklem yerlerine bir topak reçine bırakılır. Zamanla reçinesi eksilen tahtalar o bırakılan topaktan emdiği reçineyle beslenir, zedelerini doldurur, yaralarını onarır. Bakar mısınız? Eski kayık ustalarında ne hikmetli bilgiler ne sırlar vardır.
Sedir ağacından tekne yapımı Fenikeliler’den kalan binlerce yıllık bir hüner, Egeli ustalar tırhandillerin, guletlerin güzelliğini Toroslar’da yetişen reçinesi bol katranlı sedire borçluyuz derler. Direkler, serenler köknar ve lâdinden yapılır, hava koşullarına ve sert güneşe karşı kızgın zeytinyağında eritilmiş balmumu sürülerek yalıtılır. Kamara örtüsüne en uygun ağaç Muğla yöresinde yetişen göbeği kırmızı karaçamdır. Vernik sürülünce göz alan can yakan güzellikte koyu kızıl bir renk alır.
Organik doğal elyaflı ahşap teknede sıcağa ve soğuğa karşı yalıtım sağlar iç mekânı ayırır dışarının sert iklim etkenlerinden korur. Ahşap teknenin içi geç ısınır, geç soğur, ahşap yapı rutubete engel olur. İnsanlar toprakta yetişen ağaca denizin ortasında elleriyle dokunarak, ağacın kokusunu alarak, fırtınada sallandıkça kestane çam meşe tahtasına tutunup sarılarak, denizde toprağın sıcaklığını duyarak dolaşmaktan güven duyarlar. Ahşap teknenin en birinci en baş güzelliği fiber teknelere bir üstünlüğü de bu özgüven duygusudur.

Resim: Mavitur teknesi 6 kamaralı Gulet - BODRUM
Günümüzde ahşap yöre tekneleri Anadolu kıyılarına serpilmiş atölyelerde yapılmaktadır. Ahşap tekne yapımı biçim olarak yeni arayışlara yönelen yeni tasarımlara açık dinamik ve emek yoğun bir sanayi dalıdır. Örnek olarak takaların son yüzyıl içinde geçirdiği evrimi görebiliriz. 1900’lerin başında Rusya’yla takas ticareti yapılan aynakıç ığrıp kayıkları daha çok yük taşıyacak ve daha uzaklara gidecek şekilde yeniden çizilmiş, baştan gelen denizlere karşı başı ve talazlıkları (dalgalıkları) yükseltilmiş anbarı büyütülerek taka tasarımı ortaya çıkmış ve 60 yıl aralıksız Karadeniz’de binlerce taka yapılmış. Önceleri bir yelken kayığı olan takaya önce makina kamarası ilave edilmiş daha sonra da bir dümen köşkü. 1950’lerin ikinci yarısında takaların artan balıkçılık için yetersiz kaldığı anlaşılınca yerini daha kullanışlı alamatraya bırakmış.
Tekne tasarımında evrime bir başka örnek: Kamarası önde, güverte alanı büyük, arkası düz, başüstü yuvarlak geniş (talamarlı) balıkçı teknesidir.

Resim: Gezi teknesi “piyade” - 1999 Bozburun MUĞLA
Diğer bir örnek kaç yüzyıl Karadenizin yükünü çeken (35-450 ton) taşıma kapasiteli yelkenli ve makinalı çektirmeler de son 40 yılda yerini çelik gövdeli kosterlere bıraktı. Ama çektirmenin şaşmaz estetik çizgileri, tartışmasız denizcilik yeteneği ustaların ve denizci kamunun müşterek belleğinde öylesine yer etmiş vaz geçilmez olmuş. Çektirme artık aynı gövdeye yeni işlevler yüklenerek yapılıyor ve çok da seviliyor baktıkça bakılıyor güzelliği göz alıyor. Günlük gezi teknesi, lüks yat ve hatta restoran işleviyle kullanılan çektirmeler denizlerimizde dolaşıyor mavi billur koylara demir atıyor.
Ege’nin küçük balıkçı teknesi piyade kayığı da biraz büyütülerek yayvan, serpikbaşlı, çepeçevre oturakları olan tenteli bir günlük gezi teknesine dönüşmüştür. Yine Ege’de mavitur teknesi ve yat işlevi gören gulet ve tırhandil de önceleri biri balıkçı diğeri süngerci teknesiymiş. Diğer bir örnek Karadeniz’de çırnık kayıklara kamara eklenerek yapılan kamaralı çırnık modelidir. Kamara rüzgârda yağmurda sepkende sığınacak kapalı yer sağllıyor ve küçük balıkçıların işini kolaylaştırıyor. Bir kamara eklenen geleneksel çırnık kayık Karadenizde yaşamaya devam ediyor.
Tüm biçimsel ve işlevsel değişikliklere rağmen günümüzde ahşap yöre teknelerini yapan ustalar antik çağlardan kalan birçok kadim ilksel ama yanılmaz teknikleri kullanarak tekne yapımını sürdürüyorlar. Bu güzeller güzeli yöre teknelerinin daha gezecek çok denizleri aşacak binlerce milleri var. Yeter ki kayık ustalarının yetenekli mahir elleri dert görmesin ömürleri uzun, işleri bereketli, ağaçları bol olsun.
Kaynak: İSKELEYE YANAŞAN (2013-İstanbul)
SON
Yorumlar