Eskiden olsa öldürürdüm!
- Yekta Aydın

- 14 Tem
- 2 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 20 Tem

Yeşilce Belediye Başkanlığım döneminde İstanbul’dan Yeşilce’ye dönüyorduk. Konacığı geçtik. Yeşilce’ye dört kilometre kala Önümüzde peydah olan üç tane ayıyı görünce silahıma sarıldım. Ayılardan ortadaki daha büyük, yanındakilerse ondan biraz daha küçüktü. Ne yapmak istediğimizi anlayabilmek için arada geri dönüp baktıkları ise oldukça ilginçti.
Uzun farları yaktım. Onları yakından izlemeyi sürdürdüm. Sol camı indirdim. Yanımda meclis üyem Ali Bakacak da vardı.
– “Başkan ayılara ateş etmeyi düşünmüyorsun herhalde” Deyince aklım başıma geldi. Bir süre önümüzde koştura koştura seyreden ayılar, bir zaman sonra yoldan ayrılarak gözden kayboldular.
Yine başka bir gün. Mesudiye’den Yeşilce’ye gelirken önümüze iki tane tavşan çıktı. Tavşanlar, bizimle adeta dalga geçiyorlardı. Dönüp dönüp bize bakıyor ve birbirleriyle de oynaşıyorlardı. Yine silahı çekip hazneye mermiyi verdim. Yanımda bulunan meclis üyem Tevfik Benli:
– “Başkan ne yapıyorsun sakın ateş etme onlara” diyordu.
Gerçekten de tavşanlar bizi hiç hesaba katmıyorlardı. Bize bakıyor ve hiç te kaçmıyorlardı. Aslında hiç olmazsa birisi ile bir kaç tane misafir ağırlayabilirim diye düşünüyordum. Baktım olmayacak tavşanları orda bırakarak yolumuza devam ettik.
Geçenlerde bahçeye indim. Sürgünde meyve veren bir daldaki iki kiraz oldukça dikkatimi çekiyordu. Her gün yanına gidip o iki kirazı sevip okşuyordum. Hatta ona isim bile bulmuştum. Ne kadar büyüdüklerini de gözlemlemeye çalışıyordum.
O arada bir de aşağı baktım ki; bahçe duvarının dibinde tam da kirazın doğrultusunda iki buçuk üç metre uzunluğunda kocaman bir yılan kıvrılmış yatıyordu. Bana sanki,
– “Kirazın yanında ne işin var.” Der gibi bakıyordu.
Evden telefonu alıp geldim. Yılan, yine de orda istifini bozmadan yatıyordu. Kirazı mı bekliyor acaba diye düşündüm. O arada eşim de merak edip yılanı görmeye geldi. Dakikalarca izledik onu.
Yılan bana bakıyor, ben de ona bakıyordum. Ancak sanırım hiç de umurunda değildim. Zaten hiç de çekip gideceğe benzemiyordu. Onu rahatsız etmemeliyim diye düşündüm.
Kendime inanamıyordum. Eskiden olsa taş atar ve yılanı öldürürdüm. O arada aklıma yılanla dost olan adamın hikayesi geldi. Hani şu her ay yılandan bir altın alan adamın hikayesi. Gerçekten de yılanla dost olunabilir miydi. Hani dostluğu sürdürmek isteyen adama, kuyruğuna taş atan çocuğu sokan yılanın tepkisi vardı ya:
– “Sende o evlat acısı, bende de bu kuyruk acısı varken biz seninle dost olamayız.” Demişti ya. Çünkü yılan, adamın dostluğunun çıkara dayalı olduğunu anlamış ve tavrını da ona göre belirlemişti.
Görünüşte yılan, günümüz insanlığına kayda değer bir ders veriyordu. İnsan olduğumuzu mu unutuyorduk ne.
Keşke aklı ve vicdanı olan insanlık, doğadan ve onun doğal varlıkları olan hayvanlardan, bitkilerden ders almak zorunda kalmasaydı.











Yorumlar