Bolaman'da Yangın
- Osman Kademoğlu
- 2 gün önce
- 4 dakikada okunur
Mimar/Kanada

1954 yılı bir Şubat gecesi Kale’de şiddetli amansız bir kıble rüzgarı esiyordu. Tozu toprağı, kuru dalları, dikeni, çalıları, kıyıda kumları, gökyüzünde bulutları, hani neredeyse bir görünüp bir kaybolan ay ışığını bile karadan denize doğru sürüp uçuran bir kıble rüzgarı. Her zaman denizden karaya koşup gelen dalgalar o gece hare hare çizgi çizgi karadan denize doğru gidiyordu. Kışın esen kıble arkasından gelecek karayel fırtınasının, karın, yağmurun habercisi sayılır, kıble esti mi hava kar topluyor denirdi. Kale’de konuşlanan hamsiciler teknelerini açık denize sürüp atan bu rüzgarı hiç sevmez, kayıkları takaları karaya çekerlerdi, kıble eser esmez.
O zaman bizim evimiz olan konakta cami tarafındaki odada ailece toplanmıştık. Rüzgar pencereleri sallıyor, soba içeri tütüyor, yerde serili kilimler tahta aralarından giren yelle kabarıp yükseliyor, dışardan telaşlı sesler geliyordu. Pencereden baktım ki caminin arkasına düşen kumsalda fanyaların alev aydınlığında hamsiciler aceleyle sağa sola koşuyor, takaları çeken ırgat kollarına sarılıp yüklenen dize kadar soyunmuş, yalınayak kayıkçılar, kayıkların altına felek yetiştirenler, camide yatsıyı kılıp evine koşanlar.
Gece saat 9 sularındaydı ertesi sabah okula gidecek olan biz çocukların (ben ve kardeşim Mahmut) yatma vaktimiz gelmişti. Eski adetlere göre yatmadan önce ailenin en büyüğü (annemin halası) Ziyneti Anne’nin yanaklarını ve elini öperek uyumaya giderdik. Sultan Abdülhamid devrini yaşamış, dede yadigarı 75 yaşında Ziyneti anne sanki o gece olacakları bilmiş de sezinlemiş gibi: “oğlum bu gece uğursuz bir hava var yatmadan önce dua edin fatiha okuyun” demişti.
İki üç saat uyumuş uyumamıştık ki annem gelip uyandırdı, “haydi çabuk kalkın yangın var” dedi. Uyku sersemi ne olduğunu anlayamamıştım. Annem aceleyle üstümü giydirdi. O sırada konağın kapısı güm güm yumruklanıyordu. Hemen aşağıya taşlığa indik kapıda beş altı kayıkçı toplanmış babama: “Beyağbi eşyaları çıkaralım ev yanarsa bari eşyaları kurtaralım” diyorlardı.
Babam tehlikede telaşa kapılmaz durumu soğukkanlı muhakeme ederdi. Kayıkçılara: “Yangın bizim eve erişmez merak etmeyin” dedi evin boşaltılmasına izin vermedi.
Gece yarısından biraz sonra başlayan yangını görenler konağın penceresinin altına gelip “Tahsin bey, Tahsin bey” diye babamı çağırmışlarsa da rüzgar uğultusundan olsa gerek ses duyulmamış bunun üzerine pencereye taş atıp camı kırarak yangını haber vermişlerdi.
Babam yanında rahmetli Paşa Alisi’yle birlikte mutfak penceresinden evin dışını örtecek şekilde iki uzun kilimi ateşin olduğu tarafa yukardan aşağı sallandırmış pencereden sarkan kilimlere mutbaktaki büyük bakır kazandan doldurduğu halastarla su boca edip ıslatarak ve sürekli ıslak tutarak alevlerin konağa değmesine mani olmuştu.
Konağın üzerine kurulu olduğu kayalığa bitişik yan yana sıralı dört göz dükkandan biri mülkiyeti konağın tapusuna dahil olan ancak (Kaymakam) Dursun Mehmet Yeşiltaş’ın kayıkhane olarak kullandığı yerdi, yanında demirci sonra nalbant dükkanı ve en sonda Rahime hanımın inek ve camışları için alaf, ot, saman depo edilen bir yer vardı. Yangın samanlıkta başlamış alevler nalbant dükkanını da sarmıştı.
Kayıkhanede mazot ve benzin bulunuyordu. Eskaza ateş kayıkhaneye sıçrasaydı belki de bütün çarşı yanabilirdi. Bunu bilenler kayıkhanenin asma kilitini açarak içerdeki çırnık kayığı ve mazot bidonunu dışarı çıkarmak için uğraşıyorlardı.

Ateş samanlığı yakmış, nalbant dükkanını sarmış kayıkhaneye yaklaşmıştı. Biz evden çıktığımız zaman alevin yalazı kıvılcımları iki adam boyu yükseğe uzanıyordu. Durum çok korkuluydu. Yangın konağa sirayet ederse konaktan camiye, camiden de bütün Odayanı’na atlaması işten bile değildi. Yangın yayılır, Kale yanar diye insanlar dehşete kapılmıştı.
Hamsi mevsiminde Bolaman körfezinde avlanmakta olan Beşikdüzü Köy Enstitüsü ığrıbının kumsala çekili takalarında çadırla örtülü anbarda yatan hamsiciler gürültüye bağrışmaya uyanıp yetişmiş denizden yangın yerine kadar zincir olup elden ele geçirilen kovalarla, tenekelerle su çekiyor ateşe boca ediyorlardı.
O gecenin asıl mucizesi Allah’ın inayetiyle kıble rüzgarının esiyor olmasıydı. Rüzgar yangını çıra gibi kupkuru tahta konağın tam aksi yönüne doğru atıyor, alevler konağa değil kuzeye denize doğru yöneliyordu. Mübarek rüzgar sayesinde tarihi konağa bir tek kıvılcım bile ulaşmıyordu.
O gece Ziyneti Anne kucakta taşınarak, annem, ben, kardeşim Mahmut ve Nesrin evden çıkıp Odayanı’na doğru yürürken, sırtında 3 yaşındaki oğlu Zeki’yle Besire ablaya rastladık. (Kaya reisin annesi) Besire abla bizi görür görmez hemen caminin karşısındaki evine davet etti (Coşkunoğlu Mustafa Aga’nın evi) Besire abla hoş sohbet, konuşkan, güler yüzlü ve misafirperver bir insandı. Yangın sönmeye yüz tutunca, ilk anların korku ve endişe dolu dehşetli havası kolayca dağıldı ve gece yarısı zuhur etmiş olan bu zorunlu ziyaret tatlı bir sohbete vesile oldu. Tabii, mangalın üzerinde kahveler pişirildi ve zevkle içildi. Yorumlar yapıldı, şükredildi. Allah onlardan razı olsun. O gece Besire abla korkudan ağlayan oğlu Zeki’yi sırtında uyutmuştu.
Fatsa’ya karakoldan telefon edilerek itfaiye çağrıldı. Bir saat sonra Fatsa itfaiyesi geldiği zaman yangın zaten sönmeye yüz tutmuştu.
O gecenin unutulmayan bir traji komik hadisesini de anlatmadan geçmeyeceğim. O sırada rahmetli Behram Hazinedar bey Kalede kalıyordu. Sere serpe özgür yaşayışlı, şair ruhlu Behram beyin her nedense Kale halkıyla arası limon tadındaydı. Behram bey Kale için taşlama tarzında bir şiir yazmıştı. O şiir kim bilir hala duruyor mu. Sadece bir dizesini hatırlıyorum;
“Hepsi birer ördek
Kaz bir de eksik laz…”
Yangın gecesi Behram beyin elinde bir şişeyle Süleyman beyin evinin önünde Kaleye tepeden bakan çayırlığa bağdaş kurup kafayı çekerek yangını seyrettiği söylenirdi.
Sabaha karşı gün ağarırken yangın sönmüş biz de evimize dönmüştük. Atılan taşlardan kırılan birkaç pencere camından başka zarar yoktu. Kırılan camları da Besire ablanın ağabeyi Hamza usta tamir etti.
Bu yangın gecesi Kale hakikat bir büyük badire atlatmıştı, belki de sevilmeyen kıble rüzgarı o gece cenabı hakkın bir lütfu olarak gelmiş kuzeye doğru eserek tarihi evimizi ve Kaleyi ateşten korumuştu…
Comments