top of page

SOYTARU İSMAİL VE ÇETESİ

Güncelleme tarihi: 3 gün önce

“Cürüm ve kahramanlık sarmalında bir isim”


Derleyen ve hazırlayan : Avni İŞBAKAN

Em. Öğretmen

Perşembe Yerel Tarih Araştırmacısı

Perşembe Uzun yıllar boyu memleketim Perşembe’nin köy ve mahallelerinde; harp yıllarında yaşanmış olaylar, adı sanı tarihe mal olmuş kişiler, menfi-müspet vakaların yaşandığı yer ve mekânlar hakkında araştırmalar yaptım. Memlekete emeği geçen kıymetli simaları kayda geçirdim. Kimisinin hayat hikâyesini elimden geldiği toparlamaya çalıştım. Halen dahi bu faaliyetlerime devam etmekteyim.

Gerek arşivler gerekse sözlü anlatımların desteği ile derleyip düzenlediğim bu bilgileri büyük ölçüde kendi imkânlarım ile kitap haline getirerek yayınladım. Bu çalışmada sizlere sunacağım konu, başlığından da anlaşılacağı üzere; “Soytaru çetesi” ve “Soytarıoğlu İsmail” dir. Soytarıoğlu İsmail hakkında derlediğim, edindiğim bilgileri sizlere aktarmadan önce mensubu olduğu aileyi, yazımın ilk kısmında sunmakta fayda gördüm.

Kadıoğulları (Soytarıoğulları) sülalesi:

Kadıoğullarının Ramadan (Ramazan) Köyü’ne Giresun ilinin Görele ilçesinden geldiği ve dolayısıyla Görele’nin Aralık Mahallesi’nden Resuloğullarından oldukları bilinir. Bu sülaleden Perşembe’de bilinen ilk kişi; Kadı Ömer’dir.

Kadı Ömer Efendi’nin, Bağdat ve Halep’te kadılık yaptığı anlatılır. Emekli olunca güreş ve güreş hakemliği yapmıştır. Halkı coşturmak için cazgırlık yaptığından halk onu yadırgar ve “gadı mı bu, soytarı mı” demişlerdir. Daha sonra “Kadıoğlu” lakabı unutulup “Soytarıoğlu” lakabı söylenir olmuş. Bugün dahi köyünde ikisi de söylenir. Yazıda o ve çetesinden “Soytaru” olarak bahsedilecektir. Zira yerel ağızdaki ifade şekli de budur.

Kadı Ömer’in iki erkek, iki kız çocuğu olmuş. Oğullarından biri Molla Halil’dir. Molla Halil 1830 doğumlu olup İstanbul Fatih Medresesi’nde okumuş ve medresede hocalık yapmıştır. Dört evlilik yapmış olan Molla Halil’in dördüncü eşinin ismi Kezban’dır. Eşi Kezban’dan Ömer (1876-1954) ve İsmail (1886-1923) adında iki oğlu olmuş.[1] Bu arada bir açıklama yapalım; okuduğum kaynaklarda hiçbir yazar ve araştırmacı İsmail’in doğum tarihini net olarak yazmamış sadece fikir yürütmüşlerdir.[2] Kendi kitaplarımda bunu yazdığım ve paylaşımlarda da vurgulamış olmama rağmen ısrarla yalan yanlış fikirler yürütülmektedir.

Soytaru İsmail, babasının molla olması nedeniyle küçük yaşlardan itibaren hem dinî hem de ilmî eğitim aldı. Çocukluğu hayvancılık ve çiftçilikle geçen, İsmail yaşıtlarına göre daha erken gelişti. Uzun boylu, iri gövdeli, ablak yüzlü, açık kahverengi saçları, iri burunlu, çakır gözlü, el ve ayakları da iri idi.  İsmail’in, cüssesine rağmen son derece çevik, gözü pek, korkusuz olduğu da anlatılır.

İsmail köy korucusu oluyor

Ahaliden Hacı Müftüoğlu Hacı Mustafa (1860-1915[3]), yirmi üç yaşında iken Ramadan Köyü’ne muhtar olur ve bu görevi 32 yıl aralıksız yapmıştır. Hacı, İsmail’in hal ve hareketlerinden, çevik ve korkusuz oluşundan dolayı bir gün ona;

- İsmail korucu olmak ister misin? Der.

- İsmail, Hacı Müftüoğlu Hacı Mustafa’nın bu sorusuna: “Bu görevi severek yaparım, ama yanıma yardımcı alırım.” Şekliyle cevap verir.

- Hacı Mustafa ise; “Kimi istersen al, ama haberim olsun” der. Sonraki günlerde İsmail, Ramadan Köyü’nün Yeniköy mahallesinden (şimdi Yeni Mahalle) çok samimi olduğu arkadaşı Hüseyin oğlu 1898 doğumlu İsa’yı kendisine yardımcı olarak aldığını muhtara bildirir.

İsmail’in evliliği ve çocukları 

İsmail yirmi yaşına gelince ailesi onu; Yeni Mahalle ahalisinden, Aydaşoğulları’ndan Halil kızı Şehri ile 1906 senesinde evlendirmiştir. İsmail ve Şehri çiftinin bu evlilikten dört çocukları dünyaya gelmiştir. İlk çocuğu Zehra (Zühriye diye tanınır) 08 Temmuz 1907 tarihinde doğdu. İkinci çocukları Safinaz ve ikizi erkek 1913 yılında ve 1923 yılında da üçüncü çocukları olarak bir oğlu dünyaya gelir.[4] Zehra önce; Seferoğlu Talip ile evlenir ve Fatma adlı bir kızı olur. Daha sonra ise Çınar Köyü’nden Temel Emre ile evlenir. İsmail’in diğer kızı Safinaz Kurtuluş Köyünden Bahri Baş ile evlenir. Oğulları ise yaşananlardan ötürü köyü terk edip soyadını değiştirdiği bilinmektedir. İki oğlunun adı ve aldıkları soyadları tarafımızdan biliniyor olsa da saygı duyarak burada paylaşmıyoruz.

Askere gidişi

Askerlik çağı gelen İsmail, askerlik şubesi tarafından kıtasına sevk edilir. İsmail’in doğum yılı dikkate alındığında, yaklaşık 30 yaş civarındayken askere gittiğini görmekteyiz. O dönem uygulanan Muvaffakiyet-i Askeriye Talimatnamesi incelediğimizde esasen İsmail’in yedeklik döneminde iken askere alındığını anlamaktayız. Cihan Harbi’nin başlamasından bir müddet sonra asker ihtiyacını karşılamak amacıyla; 1290 (1875) - 1303 (1888) doğumlulardan fiili hizmetlerini bitirdikten sonra yedek durumuna geçenler arasındadır.

Cihan Harbi’nin buhranlı günlerinde Ramazan Köyü’nden askere alınan yalnızca Soytaru İsmail değildir elbette. Dönemin Perşembe nüfus kayıtları incelendiğinde, 1914-1917 yıllarında cephe ve harp şartları dolayısıyla “Harp Gaibi” olan Ramazan köylü insan sayısı 60 kişidir, Allah cümlesine rahmetiyle muamele eylesin. Bu 60 kişiyi burada tek tek yazmaktansa sülalelere göre dağılımını yapmayı tercih ettim.

  -Abdioğlullarından 3 kişi, Aydaşoğullarından 3 kişi, Çağşırlıoğullarından 1 kişi, Dağlıoğullarından 1 kişi, Filinçoğullarından 1 kişi, Göçoğullarından 1 kişi, Hacımüftüoğullarından 4 kişi, Haliloğullarından 11 kişi, Havvaoğullarından 3 kişi, Hotoğullarından 6 kişi, Kadıoğullarından 3 kişi, Kafaoğullarından 2 kişi, Karakoçoğullarından 2 kişi, Mollahasaoğullarından 1 kişi, Mollaoğullarından 2 kişi, Ramadanoğullarından 2 kişi, Seferoğullarından 3 kişi ve Yusufoğullarından 2 kişi

   -Harp döneminde Perşembe ve ahalisinden firar suçu işleyenlerin sayısı da oldukça fazladır. 14 Ocak 1917’den 13 Şubat 1917’ye kadar Perşembe Askerlik Şubesi yükümlüsü 272 kişi firar, 26 kişi bakaya ve 98 kişide hava değişimi nedeniyle askerlik hizmetinden uzaklaşmıştır. Kaynak: Merve Kader Doğan. Karadeniz Bölgesinde Çetecilik Faaliyetleri, s.101.

İsmail, Doğu Cephesi’nde Ruslara karşı savaşır. Bu cephede iken Giresunlu Topal Osman Ağa ile tanışıp arkadaş olur.

Silahaltındaki İsmail, daha sonra köyden gelen mektuplar sebebiyle askerden kaçar. Onun askerden kaçışı ile ilgili çok değişik rivayetler anlatılmaktadır. Bunların çoğunluğu uydurmadır. Bir örnek verecek olursak; Askerde iken ona bir mektup gittiği, mektupta “karını Gürcüler bastı” diye yazılı olduğu ve bu mektubun birkaç kez tekrarlandığı, komutanının “bu işi hallet ve gel” dediği şeklindedir. [5] Hâlbuki Gürcülerin İsmail’in eşini bastığı haberi doğru değildir.

Olayın aslı ise şu şekildedir: İsmail, ağabeyi Ömer’in oğluna (-yeğenine) kendisinin tasvip etmediği ailenden kız nişanlamasına kızmış ve ağabeyini ikaz etmiş. Fakat İsmail’in askerde olduğu sırada bu nişan olmuştur. Gönderilen mektuplar bu konu ile ilgilidir. İsmail askerden kaçar ve köye gelir. Ağabeyine köyü terk etmesini söyler. Ağabeyi Perşembe’ye göçer ve bir bakkal dükkânı açar. İsmail de birliğine döner ve teslim olur. Altı ay Giresun Hapishanesi’nde yatar.

Tavukçu ve Soytaru 

Tavukçunun esas adı Fikri'dir. Ramazan Köyü'nden Haliloğlularından Ali'nin oğludur. Tavukçu lakabının takılması tavuklara olan düşkünlüğünden gelir. Kime ait olursa olsun, ipliğe dizdiği mısır tanelerini tavukların önüne atar, tavuk mısırı yutunca ipi çekip tavuğu tutarmış. Yakaladığı tavuğun boynunu kanadının altına sokar, yanında taşıdığı zembilin içine koyup gidermiş. Bu özelliğinden dolayı kendisine "tavukçu" denilmiş, esas adı unutulmuş. Fikri kardeşleri Şakir ( 1879-1918 Harp Gaibi), Kamil (1881-02.1917 Harp Gaibi) Arslan 1888-1963), Hakkı (1895-?) ile birlikte askere gitmiş.1.Dünya Savaşı’na katılmışlar. Şakir ve Kamil “Harb Gaibi” olarak nüfustan düşülmüştür.

Fikri, askerde iken tüfeğini çaldırdığı için ceza almış. Cezanın ardında ordugâhtan kaçmış. Yolda kendisi gibi kaçak, silahlı Rum'a rastlamış. Onunla yol arkadaşı olmuş. Fakat Rum, yolları üzerindeki Rum köylerine vardıklarında Fikri’ye diklenir, Türk köylerinde ise iyi davranırmış. Bu hal, Fikri'nin çok zoruna gidiyor, fırsat kolluyormuş. Bir defasında Rum tuvalete çıkarken tüfeği Fikri'ye vermiş. "Beklediğim an geldi" diyen Fikri tüfeği alır almaz " davranma"yı çekmiş ve yol arkadaşlığını bitirmiş.

Firar olarak geldiğini haber alan jandarma Fikri’yi köyde aramaya başlamış. Fikri ufak tefek biri ama pire gibi çevikmiş. Köye giremediğinden Hoynat’da bir mağarada barınırmış. İhbar üzerine başka bir mahalde jandarmalar onu yakalamışlar. Yolda "tuvaletimi yapacağım elimi çözün" demiş. Eli çözülen Fikri cebinden hiç eksik etmediği külü alıp jandarmaların gözüne atarak kaçmış. Sonraki günlerde, bir gece köye jandarma gelir, başka bir kaçağı ararlar bulamazlar. Köyün korucusu Taşoğlan'ın Şakir jandarmalara "bir kaçak daha var, ona bakalım" der. Bu esnada Fikri ve onun gibi asker kaçağı olan Soytaru İsmail ile Fikri'nin yengesi Hamide'nin evindedirler. Baskını haber alan İsmail pencereden atlayıp kaçar. Fikri ise kapının arkasına saklanır, jandarma içeri girince kaçar. Hamide gelin ise  "evde kaçak saklamaktan" tutuklanır, ceza evine konur.

Tavukçu Fikri, tavuk ve ördek çalmanın dışında bir suç işlememiş. Arada para aldıklarına "en kısa zamanda ödeyeceğim" dermiş. Tavukçu Fikri’nin en iyi arkadaşı Mersin Köyü'nden İmamoğlu Şerif imiş. Bir gün Mersin'e jandarma gelmiş. "Bu köyde asker kaçağı varmış, bilen var mı?" diye sorunca birkaç kişi “o nu İmamo Şerif bilir" demişler. Şerif'i sıkıştıran jandarmalar Tavukçu'nun yerini öğrenip, onu Kendirlikbaşı (Yeğkinlik) denilen yerde bir hendekte uyurken vurmuşlar. Cesedini alıp şimdiki Perşembe Kaymakamlığının bulunduğu yerdeki mezarlığa koyarlar. Başta yengesi Hamide Gelin olmak üzere mezarlığa gidip cesedi ararlar ama bulamazlar. Tavukçu için bir ağıt yakılmış o yıllarda; Ey tavukçu tavukçu, Her yere gider idi. Küçük, büyük herkes onu çok sever, sayar idi. Tavukçunun kırmızı fesi, Hendekten gelir sesi. Tavukçuyu vurdular, yok mudur hiç kimsesi…

Dağa çıkışı ve İsmail’i dağa çıkmaya zorlayan sebepler nelerdi?

Hacı Mustafa’nın İsmail’i korucu yapması, İsmail’in de İsa’yı korucu yardımcısı olarak yanına almasından bahsetmiştik. İsmail ile İsa Ramadan (Ramazan) Köyü’ne bağlı Yeni Mahalle’nin Yelice Kıranı denilen yerde bulundukları sırada Töngeldüzü tarafından kendilerine ateş edilir, kurşunlar yanlarına düşer. Bu olaydan bir hafta sonra Yeniöz’e bağlı Çaka’daki mezrada bir düğün yapılır. Düğüne İsmail ve İsa da davetlidirler. İsmail ile İsa düğün evine yüz metre kala davulun kendilerini karşılaması için silah atarlar. Davulcu gelmeyince, İsa birkaç mermi daha atar. Bunun üzerine de gelen olmayınca silah sesine oraya gelen çocuklara “gidin düğün kâhyasına haber verin, korucu İsmail ve İsa geldi deyin” der. Bir zaman sonra kâhya, davulcu ve zurnacı gelir. İsmail, düğün kâhyasına; “çalmayı bırakın, iki defa silah attık neden gelmediniz, siz misafiri böyle mi karşılıyorsunuz” diye çıkışır. Düğün evine vardıklarında İsmail ve İsa’yı evin bir odasına oturturlar. İsmail’in kâhyaya bağırdığını duyan yan odadaki Gürcü ağaları kalkıp yanlarına gelir. İki taraf arasında tartışma çıkar ve oradakilerin araya girmesiyle taraflar ayrılır.

Orada bulunan Gürcü kökenli ağalardan Maminoğlu Osman “bu İsmail bizim başımıza dert olacak, onun için bu adamı vurmak lazım” der.[6] Yaşanan gerilimin devamında Çaka ağaları o anda bir plan yapar. Yapılan plana göre; yörede “Piç Dursun” diye anılan kişi ikna edilerek Soytaru İsmail ve İsa’ya dönüş yolunda pusu kurup vurmakla görevlendirilir.

İsmail ile İsa geç vakitte düğün yerinden ayrılarak yola çıkar. Yeni Mahalle’deki Takili-Topallar Deresi değirmen yanına gelince aniden üzerlerine ateş açılır. İsa göğsünden vurulup orada can verir, Soytaru İsmail ise aldığı kurşunla ayağından yaralanır. 1916 yılındaki bu olay kısa sürede duyulur. Yayılan haber köyde şok etkisi yapar. Öyle ya köyde ilk defa böyle bir saldırı olmuştur. İsmail, arkadaşı ve yardımcısı İsa’nın ölümüne çok üzülür. Kendisine geçmiş olsun ve baş sağlığı dilemeye gelenlere “yemin olsun ki, ben bu İsa’nın öcünü bunlardan alacağım” der.

İsmail’in öç almasından korkan Gürcü Ağaları, İstanbulluoğlu Ramiz ve Şekeroğlu İlyas’ı çete kurmaya zorlarlar.

İstanbulluoğlu Ramiz: 1886 yılında Yeniöz’e bağlı Taflandağı mezrasında doğdu. Uzun boylu, çevik, güçlü ve gözü pek idi. Soytaru İsmail’den çekinenler onu çete kurmaya zorluyorlardı. Ramiz de Gürcüleri korumak ve kollamak amacıyla “İstanbulluoğlu Ramiz” çetesini kurdu. Soytaru çetesi ile birkaç kez çatıştı.[7]  “Birçok zamandan beri hali şakavette (eşkiyalıkta) bulunan İstanbulluoğlu Ramiz, iki aydan beri izini kayıp ederek hükumetin tedabirini (tedbirlerini) şaşırtma hareketini takip etmekteydi. Hâlbuki Vilayatun arzuyi âmâli (Valiliğin isteği ve emeli) memlekette şakavetin (eşkıyalığın) kökünü kazımak olduğu için ya açıktan ya gizliden takibat icra edilmekteydi. Birçok canları yakan bu zalim takibattan kurtulamayacağını anlayarak silahıyla beraber hükumete dehalet etmiştir (teslim olmuştur). Bu hususta Vali Beyefendinin hizmetlerine halkımız medyun-u şükrandır.”[8] Ramiz, 1922 yılında çıkan aftan yararlanıp teslim oldu. Bir süre Ordu Ceza Evi’nde yattı. 1925 yılında evlendi ve bu evlilikten bir kızı oldu.

Şekeroğlu İlyas: Anaç Köyü’nden Şekeroğlularındandır. İlyas da Gürcü ağalarının teşvik ve desteği ile kendisini besleyen Gürcüleri korumak ve kollamak için çete kurdu. Birçok olaylara karıştı ve Ramiz gibi aftan yararlandı. Her çete varlığını sürdürmek için barınacak yer, yiyecek, giyecek ve bunların temini için değerli eşya ve paraya ihtiyaç duyar. Bu ihtiyaçları karşılamak için ise ya gönüllü ya da zorla alma yoluna başvurur. Çetede acıma olmadığı için hiç çekinmeden katletme yolunu seçtiği zamanlar da olur. Bu iki çetenin karıştığı olaylar ile kişisel olarak yapılanlar günü gününe Soytaru İsmail’e bildirilir.

 İlgi çekici olan şu ki; Ne İstanbulluoğlu Ramiz ve Şekeroğlu İlyas, ne de Soytaru İsmail çeteleri birbirlerine karşı öldürücü hareketlerde bulunmamışlardır. Çatışmalar tepeden tepeye kurşun sıkmakla sınırlı olmuş, birbirlerine gözdağı vermişlerdir. Soytaru İsmail onları tutsa da, söz alıp serbest bırakmış. Bana göre Çürüksulu Ziya Bey[9] ile Fuat Bey’in bunda büyük etkisi var. Çünkü bu iki kardeş çete ve Gürcülük-Türklük olaylarına karışmamış, bazı kişileri de uyarmışlardır.[10] Çocuklarına ve eşlerine dışarıda Gürcüce konuşmayı yasaklamışlar. Çok ilginç değil mi?

Gürcüler, 1877-1878 yıllarında Edirne Antlaşmasıyla Batum, Çürüksu bölgelerinin Ruslara bırakılması kararlaştırılmış. Berlin Antlaşması ile de bölgenin tahliyesine karar verilmişti. Ali Paşa (1829- 1911)[11] Çürüksu ve Acara Bölgelerindeki insanların bir kısmını gemi ile bir kısmını da karadan batıya doğru tahliye etmeye başlamış. Perşembe’ye de 224 hane Gürcü yerleştirilmiş. Bu hanelerde toplam 932 kişi bulunmaktaydı.[12] Meslektaşım Hüseyin Ersoy’un araştırmasına göre; o günlerden bu güne, Perşembe’de yaşayan Batum ve Çürüksu mühaciri sülaler şunlardır: Gorgazeler, Javanazeler, Meshizeler, Golomanizeler, Hanigazeler (Ceniklioğulları), Gogodizeler (Maminoğulları), Ceceloğulları, Hocaoğulları, Katamizeler, Bacelizeler, Ciretelliler, Salokvazeler, Subalizeler, Şekeroğulları, Babunoğulları, Şavioğulları, Ohrobiloğulları, Mosyooğulları, Dadyanoğulları, Bacınoğulları, İnoğulları, Eloğulları, Makaroğulları, Beşikoğulları, Gogoloğulları, Bejyoğulları, Bocoroğulları, Mocugobiloğulları, Tahmazoğulları, Tavdigilizeler (Ali Paşa).

Ali Paşa, bu günkü Töngeldüzü (Goriga) ve Yeniöz (Husuban) topraklarını kendisine yaylak olarak alıyor. O yıllarda bu topraklar Babalı ve Ramadan köylerinde oturmakta olan Seferoğullarına aittir. Ali Paşa’nın topraklarını almalarına karşı çıkarlar. Ali Paşa devlet yetkililerine baskı yapar. Devlet yetkilileri ile Seferoğulları arasında Töngeldüzü’nde bir antlaşma imzalanır. Bu yüzden bu düzlük alana “Hükumet Düzü” denir. Ali Paşa, Yeniöz’de bir ev yaptırır. Yazın burada kalır. O alana da “Paşanın Yaylası” denir. Töngeldüzü ve Yeniöz’e yerlaşan aileler “ceniklik yer” isterler. Töngeldüzlülere Mersin ile Hoynat deresi arasındaki arazi, Yeniözlülere Kurtuluş, Boğazcık, Aziziye arasındaki arazi ceniklik olarak verilir. Bu gibi yerlerin Türklerden alınıp Gürcülere verilmesi halk arasında huzursuzluk yaratır. Mersin ile Hoynat arasındaki topraklar Töngeldüzü’ne ait iken 1989 Kadastro çalışmaları sırasında iki muhtarın anlaşmasıyla Ramazan Köyüne bırakıldı.

NOT: Osmanlı Devletinde, Rumeli ve Anadolu toprakları gibi arazilerin bir kısmı devlet hazinesinin mülkiyetinde olup devletin yetkili kıldığı görevliler tarafından verilen izinle belli bir vergi karşılığında kullanacak kişilere tapu ile verilirdi.[13]

İslam hukukuna göre devlet, sahibi olduğu arazilerden bazı parçaları devletten vazife almaya hakkı olan kişilere verebilir. Buna “ikta” denilir.[14]  93 Harbi (1877-1878) sonrası Müslüman Gürcülerin Çürüksu’dan getirilip yerleştirildikleri topraklar ya sahipsiz ya da işlemek üzere verilen topraklar bu kurallara göre verilmiştir.  Zaten, Osmanlı’da Müslüman veya Türk olanlar Ümmet, Tebaa (Toplum, devlete tabi olan, vatandaş) oldukları için nereye giderse gitsin eşit haklara ve her gittiği yerde ikamet etme hakkına sahiptiler.

İsmail’in kurşun geçirmeyen muskası

Çete kurup arkadaşı İsa’nın öcünü almayı kafasına koyan Soytarıoğlu İsmail, Yenimahalle’den Mehmet oğlu 1867 doğumlu “Tüylü kulak” lakaplı Hasan Hoca’ya gidip kendisine ölümsüzlük muskası yazmasını ister. Hasan Hoca muskayı yazar, fakat İsmail muskayı takmaya cesaret edemez. Hasan Hoca muskayı yakaladığı bir horozun boynuna bağlar. İsmail'e horoza ateş etmesini söyler. İsmail onlarca mermi atar, horoza bir şey olmadığını görünce muskayı sağ omzuna diktirir.[15] Köyden gidiş… Muskayı omzuna diktiren İsmail, kimine göre altı ay kimine göre bir yıl sonra; gerçekte ise ayağındaki yara iyileşince köyden gider. Bazıları Gölköy-Mesudiye, bazıları ise Bolaman ağalarının yanına gittiğini söyleseler de[16] bu işin doğrusu: Çarşamba’da bulunan arkadaşlarının yanına gittiğidir. Yarası iyileşen İsmail, yanına aldığı kişilerle tekrar köyüne döner. Önce arkadaşı İsa’yı vuran Piç Dursun’u, sonra düğünde “Bu İsmail bizim başımıza dert olacak, onun için bu adamı vurmak lazım” diyen Maminoğlu Osman’ı vurur. İsa’nın öldürülüp İsmail’in yaralanması, İsmail’in, Piç Dursun ile Çakalı Maminoğlu Osman’ı öldürmesi, yıllarca beraber yaşamış insanlar arasına kan ve ayrılık girmesine sebep olmuştur. Bu yaşananların ardından bölgede azılı bir çetenin doğuşu başlıyor. İsmail Teslim Oluyor… Soytaru İsmail kendi ifadesiyle İsa’nın öcünü aldıktan sonra 1917 yılında teslim oluyor. Bir altı ay daha ceza evinde kalıyor.[17]

İsmail’in dağa çıkmasında, arkadaşı İsa’nın öldürülmesi ve öcünün alınması yanında, Osman Ağa faktörü de rol oynamaktadır. Rum ve Ermenilerin Karadeniz Bölgesinde bir Pontus Devleti kurma heveslerinin artması, İngiliz ve Yunan güçlerin yanı sıra Karadeniz’de harp gemisi bulundurup olan biteni izleyen Amerikan Hükümetinin buna destek vermesi sonucunda, çetecilik faaliyetlerini artıran Rum ve Ermeniler yörede yaşayan insanlara zulüm yapmaya başladılar.

Milli güçlerin teşkil aşamasına denk gelen günlerde Topal Osman Ağa, Çürüksulu Ziya Bey yüzünden Ordu bölgesine giremediği ve Rum ve Ermeni çetelerine karşı Giresun mıntıkasında aldığı tedbirleri Ordu’ya taşıyamadığı anlatılır. [18] 

Daha önce Topal Osman Ağa ile İsmail’in arkadaş olduklarını söylemiştik. Ordu’ya giremeyen Topal Osman Ağa, Soytaru İsmail’i devreye sokup bu çetelerle mücadele ettiği günümüze kadar erişen bilgilerdendir. 1918 yılında çevredeki Rum ve Ermeni çeteleri çok zalim ve acımasızca katliamlar yapıyor.[19] Devlet güçleri yetersiz kalıyor. Devlet de İslam ahaliden çıkan çetelerden faydalanma yoluna gidiyor.[20] İşte bu dönemlerde devlet, Soytaru çetesinden faydalanma yoluna gidiyor. Ordu’da Topal Osman Ağa’nın Orduya sokulmadığı bilgisi ne kadar doğrudur yada gerçekten Ordu’ya sokulmayan Topal Osman Ağa mıydı? oda net değildir. Ancak şunu iyi bilmekteyiz ki; Ordu Hayat gazetesi yazarlarından Selçuk Şen’in yayınlanmış iki yazısından Topal Osman Ağanın beraberinde Tirebolulu Binbaşı Hüseyin Avni Alparslan bey olduğu halde; himayelerindeki 150 civarı silahlı adam ile Perşembe’de Maminoğlu Kemal Ağa’nın (-eski jandarma zabiti) konağında kaldıklarını (1920 yazında) ve hatta 1922 Martında da dönemin Dâhiliye Vekili Ali Fethi Bey ile Giresun’dan Ordu’ya geldikleri iki gün iki gece Ordu’da Furtunzade Hacı Harun Efendinin konağında kaldığını, Çürüksulu Ziya Bey’in sofrasında ağırlanmış olduklarını öğrenmiş bunuyoruz.

Devam edelim…

Hakkında idam kararı verilmiş olan Soytaru İsmail’in salimen teslim olması için ilkkez mutasarrıf Faik Bey’in girişimi olmuştur. Ahmet Faik Bey anılarında bu girişiminden şu şekilde bahsediyor: “…Soytarunun çetesi hakkında takibat yaptırdım. Çete efradının kimler olduğunu ve kaç kişiden ibaret olduğunu tespit ettirdim ve nihayet Soytaruya haber gönderdim. Senin yapmaya çalıştığın işi hükümet yaptı. Hiçbir tane Gürcü şakî (eşkıya) kalmadı. Senin başıboş dolaşmana lüzum kalmamıştır. Senin Türk milletine yaptığın hizmetler gözümüzün önündedir. Seni himaye etmek ve elimden geleni yapmak kararındayım. Teslim olduğun takdirde af demek olan tecile tabi tutulmanız için icap eden her yardımı yapacağım. Bu işlerden evvel bir gece Ordu’ya gel, benim ile görüş bundan sonra yapacağınız muameleyi tayin ederiz şeklinde haber gönderdim ve geleceği günü tespit ederek cevap verdi. Gününde de Boztepe köyüne gelerek bana gelmek için geceyi bekliyordu. Hâlbuki o gün ben mutasarrıflıktan istifa etmiştim. Soytaruya “Artık görüşmekte bir fayda kalmamıştır” tarzında haber yolladım…”[21]

Mutasarrıfın girişimi teşebbüste kalınca Soytaru, kaldığı yerden yaylalarda dolaşmaya, zaman zaman da hoşlanmadığı isimlere yüklenmeye devam etmiştir. Zamanla Soytaru çetesine çevre illerden de katılımlar oluyor. Çete sayısı 60-70 arasında bir rakama ulaşıyor,  adamları arasında aşçı ve kemençeci dahi olduğu bilinmektedir. Kuvve-i Millîye ’ye bağlı milis müfrezeler ile Soytaru çetesine gayri resmi yollardan, Tokat Reşadiye’de yuvalanan Rum çetelerini yok etme görevi veriliyor. Çeteler bir bir yakalanıp devlete teslim ediliyor. Karşı koyanlar yok ediliyor. Soytaru çetesinin bu başarısı jandarma komutanının kıskanmasına sebep olur ve İsmail’in asker kaçağı olduğunu söyleyerek onu yakalayıp tutuklamak istiyor.

Soytaru İsmail Topal Osman’a sığınıyor

Ordu Mutasarrıflığı yapan Faik Bey’in girişimi sonuçsuz kalmasının ardında İsmail, 1921 sonbaharında bu kez Topal Osman Ağa ile temas kuruyor. Bir kısım adamı ile Giresun’a geçen İsmail’in Topal Osman Ağa ile temasını Giresunlu tarihçi Mehmet Şakir Sarıbayraktaroğlu şöyle anlatıyor: “…İsmail Ağa artık askerlikten firar edip silahı ile kaçmaya karar veriyor. Ve bir gece silahı ile firar edip memleketi olan Ordu’nun yolunu tutuyor… Kıtası ise tabii İsmail Ağa’nın firarını veriyor. İsmail Ağa idama çarptırıldığı için daha yapacak işi kalmıyor. Jandarmalar emir almışlar, ölü veya diri olarak (Soytarıoğlu’nu) teslim almak için amansız bir şekilde onu takip ediyorlar. O sıralarda Osman Ağa da izinli olarak Giresun’a gelmişti. Ağa, Soytarıoğlu İsmail Ağaya haber gönderdi. “Benim yanıma gelsin, onu affettireceğim” diye söz vermişti. O da Osman Ağa’ya güvenip doğru yanına geldi. Bir gün biz birkaç arkadaşla gazinoda otururken gazinoya geldiler. 7-8 kişi gazinoya girdiler. İçerde şöyle bir dolaşıp oturmadan dışarıya çıktılar. Arkadaşlarının bir kısmı da dışarıda bekliyorlardı. Peşlerinden ben de dışarı çıkıp, baktım. Hiçbir yerde oturmadan gittiler. Osman Ağa Ankara ile muhabere yapmış, İsmail Ağanın affını istemiş. Fakat suçu büyük olduğu için hükümet onu affetmemişti. Cezası büyük olduğu için cezasını çekecek, idam edilecekti… Osman Ağa bu Soytarıoğlu İsmail Ağaya affedilemeyeceğini anlatmış ve serbest olduğunu da ona bildirmişti. İsmail Ağa da Osman Ağa’ya Allahaısmarladık deyip Giresun’dan çekip gitti. Daha sonra hükümet İsmail Ağayı sıkı sıkı takibe girişmişti. İsmail Ağa’nın takibine Giresun’dan da 40 jandarma gitti. Soytarıoğlu İsmail Ağayı birkaç defa sargıya düşürmüşler, onu teslim alamamışlardı…” [22] O dönem Giresun Sancağının başında eski Ünye Kaymakamı Mutasarrıf Nizamettin Bey bulunmaktadır. Bu görüşmenin gerçekleşmiş olması mutasarrıfın da başını ağrıtmıştır. Zira hükümet tarafından aranan bir şakinin Giresun’a girmesinden dolayı tedbir almamıştır.

Soytarunun Samsun mıntıkasına gidişi

Giresun’dan ayrılmasının ardından, Reşadiye’deki Rum çetelerini dağıtan Soytarıoğlu çetesinin sayısı yüz elliyi bulduğu söylenmektedir. O tarihlerde Samsun Bölgesi’nde Terme, Çarşamba, Bafra, Samsun Merkez köylerinde bulunan Rum ve Ermeni çeteleri 1921 sonuna kadar onlarca Türkü öldürmüş ve evlerini, ahırlarını yakmış, yağmalamışlardı. Çarşamba yöresindeki en azılı çete, Kara Yani ve kardeşi Sarı Yani çetesiydi. O yıllarda Kaymakam olan Rifat (Vona) bu çeteleri yakalamıştı. Ayrıca Topal Osman Ağa’nın Gönüllü Alayı’da çeteleri dağıtmıştı.

Bu dönem, Ordu Mutasarrıflığının ardından Samsun’a Mutasarrıf olarak atanan Faik Bey’in anılarında da yer almıştır. Sonraki yıllarda bir kitapta biraya getirilen anılarında; Samsun ve ahalisinde Rum eşkıya ile mücadele edebilmek adına milis kuvvet teşkil etmek zorunda kaldığını anlatan Mutasarrıf Ahmet Faik Bey, bu iş için çektiği para sıkıntısından da bahsetmektedir. En az 30-40 bin lira ihtiyacı olduğunu, bunu da şehrin önde gelen zenginlerinden tedarik ettiğini ifade etmektedir. Birkaç muteber kişiye böylesi bir ortamda merkezi hükümetten kısıtlı miktarda para alabileceğini izah eden mutasarrıf amacına ulaşmış ve 30 bin lira tedarik edebilmişti. Şimdi Faik Bey’in anılarında Soytaru İsmail ve adamları hakkındaki aktarımını okuyalım:

“Bu para ile müteaddit milis müfrezeleri teşkil ederek Kocadağ mıntıkasına ve Tekke Köyü ve Dik Bıyık mevkilerine gönderdim. Hatırımda isimleri kalan müfreze kumandanları şunlardır: …Ordu’dan celp ettiğim Perşembe nahiyesinin Ramazan köyünden Soytarı oğlu İsmail Ağa’dır. Bu adam senelerce Ordu mıntıkasında Gürcü şakilere karşı Türk köylülerin ırz ve namus ve can ve mallarını müdafaa ve muhafaza ederek büyük vazife görmüş çok namuslu ve milliyetperver bir şahıstı. Hükümet bu şahsı da Soytarı oğlu lakabıyla şaki tanıyordu. Bu milliyetperver adamı 70 veya 80 kişiden mürekkep maiyetiyle Samsun’a celp ederek Dikbıyık mıntıkasına memur ettim. …Çarşamba’nın Gökçedere Köyü’nden Ali ve Halim Kumandasındaki milis müfrezesi ile Dikbıyık ve daha ileri mıntıkalara memur edilmişti. Bu milli müfrezelerin hepsinin ve bilhassa Soytarı oğlu İsmail Ağa ile Molla Ahmed’in kumanda ettikleri milislerin Pontuscu eşkıyaların tenkil ve imhasında ifa ettikleri büyük hizmet ve fedakârlıklarını daima takdirle anar ve bu kahramanları hürmetle selamlarım. Samsunluların verdiği 30 bin lira ile bu milli müfrezeleri teşkil ettim, cephanelerini veriyordum. Her nefere 30 lira aylık veriyordum…”[23]

Bizlere ulaşan bilgilerden o ve adamlarını İlyasköy civarına da sevk edildiği öğrenmekteyiz. Soytaru İsmail burada jandarma bölük komutanı ile buluşur.[24] İlyas Köy’deki en azılı çetelerin üzerine gitmek için plan yapılır. İki çeteye bir Jandarma eri verilir. Bunun sebebi; çete il defa geldiği mıntıkadaki köyü bilmiyor, jandarma biliyor. Bir sabah yapılan baskında İlyas Köy’deki Rum çetelerinin çoğu vurulur, bir kısmı da yakalanır. Soytaru İsmail çetesinin Samsun’da kaldığı süre içinde bütün ihtiyaçları Sabuncuzade İzzet Bey tarafından karşılanır. Bu günkü Atatürk heykelinin bulunduğu düzlükte, İsmail ve çete üyelerine gösterdikleri kahramanlıktan dolayı ziyafet çekilir. Soytaru İsmail, dönüş yolunda Çarşamba, Terme’de bulunan Rum ve Ermeni çetelerine ait hayvanları alıp getirmiş, Perşembe’deki birçok köye dağıtmış.

Samsun’da iken Soytarıoğlu İsmail çetesinde bulunanlardan bazılarının nam ve isimleri ise şunlardır: Abulo Abdu (Abdullah), Acem Fikri, Akbaşoğlu Halil, Alican’ın Kâşif, Anaçlı Mustafa, Civizoğlu Hasan, Civizoğlu Mustafa, Çelebioğlu Şevki, Çerkez Davutoğlu Halil, Çerkez Sait, Dönük Kâzım, Gabugo Nuri, Gabugo Tahir, Gayışbo Hamdi, Hakkı Çavuş, Kelek Kadir, Kontaşo Mustafa, Kör Kadir, Kör Meti (Metin), Küçük İsiin, Küçük Kürt Hasan, Memik Hamdi, Tahtabaşoğlu Tevfik, Seferoğlu Talip, Ulubeyli Kürt Hasan, Yanbiyo Ahmet, Serto Ahmet, Nuri Kıran, Gebeşoğlu İsiin (Hüseyin).

Yeniden kaçak, yeniden dağlarda

 Samsun mıntıkasında görevi biten Soytaru İsmail, çete içinde bulunan ve Samsun, Amasya, Tokat ve Sivas gibi civar yerlerden katılan çete üyelerine izin veriyor. Perşembe, Fatsa gibi yerdekilerle dönüyor. En son yanında yakın köylerden katılanlar kalıyor. Onları da her an hazır olmak şartıyla serbest bırakıyor. Bazı kişiler, Soytaru çete üyesi sayısı ile ilgili 500-600 arası olduğunu ifade etmektedirler. Bana göre bu rakamlar abartılı, çünkü bu kadar çete üyesini barındırmak, doyurmak, bir yerden bir yere sevk etmek, silah ve mühimmat temin etmek kolay bir iş değildir. Diğer taraftan Gürcü ağaları, Soytarunun köye dönmesinden memnun olmamışlardır.

Üzerine atılan iftira yüzünden hapiste yattığı söylenen İsmail; kendisine iftira eden, halka işkence yapanlardan hesap sormak için hem de kendini güvende hissetmediğinden yeniden dağa çıkar.[25] Soytaru çetesi bazı ağalar tarafından desteklenip beslenir. Kendine yardımcı olmayanlara karşı acımasızdır. Birkaç örnek verelim: Ulubey’in Sayaca köyünde Hüseyin Kaya’nın öldürülmesi, Gölköy Cihadiye’de Tacir Ahmet Ağa’nın hanımı ile tahsildar Hüseyin Efendi’nin öldürülmesi, Ordu Tepe Köy ’de hayvan gasp etmesi, Fatsa’da Yamakzade Mustafa Efendi ile Dalyan Efendi’nin evinin yağmalanması ve Kavraz’da Serdarzade Nafız Efendi’yi soyması gibi.[26]

İsmail ile ağabeyi Ömer’in İlişkisi

İsmail tarafından köyden kovulup Perşembe’ye giden ağabeyi Ömer, İsmail’e o kadar kızıyor ki, ondan bir şekilde kurtulmanın yollarını arıyor. Gürcü Mahmut oğlu İsmail ile kardeşi İsmail’i vurması için anlaşıyor. Mahmut oğlu İsmail, bu işi tek başına yapamayacağını bildiği için jandarmayı işin içine sokmaya çalışarak, önce kendisinin jandarma askeri olmasını sağlıyor.[27] Jandarma (zaptiye) komutanı ile anlaşıyor.[28] Ömer’in oğlu Abdullah bu anlaşmaları öğrenir. Köye gelip amcası İsmail’e anlatır. Haberi alan Soytaru İsmail, en yakınlarında bulunan, her an hazır bekleyen on kadar çete üyesine durumu anlatır. Tedbirler alınır, evin yüz metre uzağında siperlere yatarlar. Süleyman Soydan (1917-2011) 2009 yılında olayı şöyle anlatmıştır:

“Gürcü İsmail, zaptiyelerle birlikte Yeni Mahallenin Yelice Kıranına ikindiden sonra gelirler. Oradan Soytarıoğlu İsmail’in evini gözetlemeye başlarlar. Evi nasıl saracaklarının planları yapılır. Akşam olunca hep beraber dereye inerler. Cin taşı denilen yerde iki kola ayrılırlar. Birinciler Değirmendüzü tarafından, ikinciler ise Küp Boğazı tarafından yukarı doğru çıkıp evi iki taraftan saracaklar. Evi sardık dedikleri anda silahlar patlamaya başlıyor. Bu Soytarıoğlu çetesinin silahları değil, karanlıkta görülen siluetlerin çete zannedilerek, iki gurup zaptiyenin birbirlerine açtığı ateşin sesidir. Kısa süre sonra mesele anlaşılır ama bu çatışmada iki zaptiye ölmüş, Mahmut oğlu İsmail de ayağından yaralanmıştır. Zaptiyeler şaşkınlıklarını üzerinden atamadan Soytarıoğlu çetesince teslim alınır. Silahları alınıp serbest bırakılırlar.”

Mahmut oğlu İsmail, kendisinin zaptiyeye çavuşu olasından dolayı kıskanıldığını, bu yüzden zaptiyelerin ateş etmediklerini[29] söylese de bu doğru değildir. Bu olayda ayağından yaralanan Mahmut oğlu İsmail’e babası, bu zaptiye ile İsmail’in peşine gitmek istemesinden vaz geçmesini[30] söylese de İsmail intikam hırsı ile vaz geçmez.

İki Yusuf, bir Kâmil

Yusuflardan birisi, Gorgaze oğullarından Hasan oğlu 1898 doğumludur. Yusuf takım elbise giyer. Çerkez kayışı takar. Boynunda hamayüllar (madalya-nişan gibi takılar) takılı. Köstekli saat kullanır. Belinde çift kama, elinde Alman tüfeği, aba-zıpka, başında başlık, ayağında körüklü meşin ile dolaşır. Yumrutaş köyünden Deli Feyzi oğullarından Emin-Nadide kızı Ayşe’yi zorla kaçırarak evlenir. Bu evlilikten çocuğu olmamış, Ağabeyi Mehmet’te bu evliliğe karşı çıkmıştır.

İkinci Yusuf ise; Taflandağından (Yeniöz mezrası) Gorgaze Yusuf’un eniştesi, Loli Yusuf’tur. Kâmil, Taflandağından Maminoğullarından Yusuf’un oğludur. Gorgaze Yusuf, eniştesi Loli Yusuf ve Kâmil, Soytaru İsmail’in Piç Dursun ile Osman’ı vurmasına çok kızıyorlar. Soytarnun köyden uzaklaşması ile bazı olaylara karışıyorlar. Bunların yaptıkları Soytaru İsmail’e ulaştırılıyor. Bir gün iki Yusuf ve Kâmil, Ramadan Köyü Alçakbel’de Abi Mehmet’in evinde, Mersin köyünden bir şahıstan zorla aldıkları öküzü kesip âlem yaparken İsmail’e haber veriliyor. Soytarıoğlu İsmail, çeteleri ile gelerek evi sargıya alıyor. Abi Mehmet (1898-1989) olayı şöyle anlatıyor:

“İki Yusuf ile Kâmil, Mersinden aldıkları öküzü, benim eve getirdiler. Mahalledeki bir dul kadını alıp geldiler. İdiş’e (Mehmet) tefini alıp gelmesi için haber saldılar. Rakı masasını kurdular. Öküzü kesip közlüyorlardı. İdiş Mehmet tef çalıyor, kadın zorla ortada oynatılıyordu. Bir ara tuvaletimi yapmak için dışarı çıktım. Duvarın üstünden idrarımı yaparken, duvarın altında çete varmış, aniden ayaklarımdan tutarak beni aşağı indirdi. Soytaruya götürdü. Soytaru bana “içerde kaç kişi oldukları, tüfeklerinin nerde olduğu” gibi sorular sordu. Sonra da “bir bahane ile Gorgaze Yusuf’u dışarı çıkarmamı” söyledi. Evin salonuna girer girmez “Yusuf basıldın” diye bağırdım. Arkamdan gizlice gelen Soytaru, tüfek dipçiği ile iki omuzum arasına öyle vurdu ki, yere yığılıp kaldım. Dışardaki sesleri duyan Yusuflarla Kâmil duvarda asılı olan tüfeğe doğru hamle yapsalar da fazla alkollü olduklarından geç kalıyorlar. Soytarıoğlu oda kapısına bir tekme vurup ‘davranma’yı çekiyor”.

İdiş Mehmet (1903-1968) anlatıyor: 

“tef çalmaktan yorulmuş, ateşin yanında uyuklarken baskın gerçekleşiyor. Ben kalkıp kaçmaya çalışırken Soytarunun tekmesi ile olduğum yerde kaldım. Çeteden üçü içeri girdi, biri kadını dışarı çıkardı. Biri Loli Yusuf’u, biri Kâmil’i, Soytaru da Gorgaze Yusuf’u tutup dışarı çıkardılar. Soytaruya çok yalvardılar ama İsmail bırakmadı. Onlara “ben size kaç defa tembih ettim kadınlara musallat olmayın, halka zulüm yapmayın diye, her seferinde yalvardınız bıraktım, bu sefer bırakmam” dedi.

Çete iki Yusuf ile Kâmil’i alıp Yeniöz’deki (Husuban) Kalınbörtlenmiye denilen yere götürüyor. “Cellat başı Kürt Hasan, önce Loli Yusuf’u sonra Kâmil’i vuruyor. Arkadaşlarının acımadan vurulduğunu gören Gorgaze Yusuf, son bir umutla yalvarıyor. Soytaru “Yusuf kaç git, kendini kurtar, gözüme görünme” diyor. Yusuf son bir umutla sık orman gülleri ve böğürtlen dikenleriyle kaplı, çalılıklara dalıyor. Yüz metre kadar ilerliyor, biraz dinleneyim deyip çöktüğü anda, Kürt Hasan tüfeği ateşliyor. Yusuf olduğu yerde kalıyor.

Burada iki şeye dikkat çekmek istiyorum:

Birincisi Babinoğlu Halis Gürel anılarında; “Yusuf’u evinin önünde kurşun yağmuruna tutarak öldürüyor”[31] diye söylüyor. Bu doğru değildir. Yusuf’un mezarı Yağmurlarda olduğu söyleniyor. Bir de yakılan ağıtlarda Kalınbörtlenmiye ismi geçiyor. Bu da Yağmurlar’da dır. 

İkincisi, üçünün de cinsel organlarının ve kulaklarının kesildiğidir. Soytaru İsmail’in yanında çete olan Memik Hamdi, 2004 yılında kendisiyle ile yaptığım söyleşide bunun kesinlikle doğru olmadığını söylemişti.

Kâmil’im Ağıtı:

Kâmil’in boynunda saat asması, Nasıldı Kâmil, Türk’ü basması

Kâmil’im Kâmil’im aslan Kâmil’im, Yağmurlar kıranına yaslan Kâmil’im.

Kâmil’in belinde kama parlıyor, Annesi evde Kâmil diye ağlıyor

Kâmil’im Kâmil’im aslan Kâmil’im, Galınbörtlenmiye yaslan Kâmil’im.

Kâmil bu kahpelik sana dayından oldu, Yağmurlar gıranı kan ilen doldu

Kâmil’im Kâmil’im aslan Kâmil’im, Yağmurlar gıranına yaslan Kâmil’im.

Kâmil’in gözleri kabuktur kabuk, Türklerin çetesi çakmaktan çabuk

Kâmil’im Kâmil’im aslan Kâmil’im, Galınbörtlenmiye yaslan Kâmil’im.

Alçakbel’den çıktım başım selamet, Yağmurlara vardım koptu kıyamet

Kâmil’im Kâmil’im aslan Kâmil’im, Yağmurlar gıranına yaslan Kâmil’im. (Anonim)

En azılı adamı Kürt Hasan

Kürt Hasan; Gürgentepe ilçesinin Akören köyünden Şanlı oğullarından Süleyman’ın 1877 doğumlu oğludur. Esmer oluşu nedeniyle kendisine “kürt” lakabı verilmiştir. Hasan alevi kökenli bir ailedendir. Kürt Hasan’ın Soytaru çetesine katılma sebebi ise, halasının Gürcü çeteleri tarafından kaçırılıp namusunun kirletilmesi olayıdır. Kürt Hasan, halasının intikamını almak için Soytaru İsmail çetesine katılır. Zamanla çetenin en önemli kişisi olur. Gorgaze Yusuf’un öldürülmesi ile Yusuf’un eşi Ayşe’yi alıp Gürgentepe’ye götürür ve onunla evlenir. Ancak bu evlilikten çocuğu olmaz.

7 Ağustos 1959 Çarşamba günkü Güzel Ordu Gazetesinden: “Soytaroğlu avanesinden iken aftan istifade ederek canını kurtarmış olan Kürt Hasan denilen adam geçtiğimiz Cumartesi günü şehire giderken Gölköyü mıntıkası dâhilinde Döşek Sapağı nam mahalde şahs-ı meçhul tarafından atılan kurşun ile yaralanmıştır”[32] Kürt Hasan 85 yaşında iken oğulları ile Fatsa’ya gidip ormandan odun çekmek için bir kamyon almak ister. Konu komşuları Hasan’a Fatsa’ya gitmemesini, Gürcülerin onu vurmak için fırsat kolladıklarını, tuzağa düşebileceğini söyleseler de o Fatsa’ya gider, bir Ford kamyon satın alırlar, kamyona binip yola çıkacakları anda çapraz ateşe tutulurlar. Kürt Hasan orada vurularak can verir. Cesedi Gürgentepe’nin Akören Köyünde toprağa verilir. Yıl 1962. Mezar taşında yazı yoktur.  

Zaman içerisinde Soytaru İsmail içinde ağıtlar yakılmıştır bunlardan bir tanesini aşağı sunuyoruz:

İsmail’in tüfeği markalıdır markalı,

Soytarıoğlu İsmail, Ziya Bey’den arkalı

Aman da Halil gardaş kan parça parça,

Gürcüler de geliyor el çırpa çırpa

 

Vona’dan geçtim, Samsun’a Ermeni üstüne,

Çeteleri teslim aldım hepsini döktüm denize

Aman da Halil gardaş kan parça parça

Gürcüler de geliyor el çırpa çırpa

Soytarıoğlunun tüfeği domdom atıyor

Yıldırım taburu pusuya yatıyor

Aman da Halil gardaş kan parça parça

Gürcüler de geliyor el çırpa çırpa

Aman da Soytarıoğlu alınan öldü

Merkezin hanı kanınan doldu

Aman da Halil gardaş kan parça parça

Gürcüler de geliyor el çırpa çırpa

Bu puştluk sana binbaşıdan oldu

Türklerin birbirini tanımadığından oldu

Aman da Halil gardaş kan parça parça

Gürcüler de geliyor el çırpa çırpa[33]

Perşembeli Perşembe’liye karşı

Soytaru çetesi, Vona’da zaptiyelerce sıkça aranmaya başladığında, buralarda barınamayacağını anlar ve Kabadüz’den Çambaşı Yaylasına çıkar. Soytaru çetesinin Çambaşı Yaylasında olduğunu öğrenen Şebinkarahisar Mutasarrıfı Vonalı Ahmet Rifat (Vona) Jandarma müfrezesinin başına geçip Çambaşı’na hareket eder. Soytaru İsmail, müfrezenin üzerine geldiğini haber alıp pusu kurar.

Müfreze obalarda arama tarama yaparak Çambaşı’na gelir, orada pusuya düşer. Çıkan çatışmada Liva Doktoru ile dört asker vurulur. Mutasarrıf ve müfreze Soytaru çetesince tutsak alınır[34] ve sonra salimen serbest bırakılır.

Ben bu konuyu sözlü anlatımlar ve bazı gazete yazılarından haberdar olmuştum ancak; hemşerim emekli Astsubay Selçuk Şen’in “Son Mektup, Tabip Yüzbaşı Şerafettin Bey ve Şehadetten Evvel Yazılmış Son Mektup”, Ordu Hayat Gazetesi, 16.4.2021. Sayı: 4522 künyeli çalışmasında konu oldukça detaylı olarak anlatılmış. Derleme ve bahsi geçen yazı arasında şehit edilen er sayısı noktasında fark olduğu dikkati çekmektedir. Şen’in yazısından ilgili kısmı sizlerle paylaşıyorum:

“Tabip Yüzbaşı Şerafettin Bey, Abdurrahman Bey ve Hatice Hanımın ikinci çocukları olarak 1889 yılında Bolu’da dünyaya geldi. Babasının vazifesi dolayısıyla altı yaşındayken Kudüs’e gider. Kudüs’te ilk ve orta öğrenimini tamamlayan Şerafettin Bey, Beyrut’ta yedi yıllık idadi eğitimin ardından 1908 yılında girdiği Mülkiye Tıbbiye ’sinden (İstanbul) 1914 yılında doktor olarak mezun olur. Gönüllü olarak katıldığı Balkan Harbinin ardından Harb-i Umumi ’de “Tabip Yüzbaşı”  rütbesiyle askere alınır ve ilk olarak Edirne Jandarma Kumandanlığı emrine baştabip olarak atanır. Savaşın değişen şartları onun Bitlis ve Van’daki değişik birliklerde de askeri tabiplik yapmasını da gerektirmişti. 30 Ekim 1918 tarihinde mütarekenin imzalanmasıyla terhis edilen Şerafettin Bey, 1911 yılında İstanbul’da tanıştığı Hasine hanımla 1918 yılında Kırklareli’nde evlenir. Bolu Hükümet Tabipliği, Gümüşhacıköy Hükümet Tabipliği, Sivas Merkez Hekimliği görevlerinin ardından Karahisar (Şebinkarahisar) Liva Tabipliğine atanan Yüzbaşı Şerafettin Bey bu görevine ilaveten Liva Sıhhiye Müdürlüğü görevini de yürütmekteydi.

Şerafettin Bey’in Şebinkarahisar’da bulunduğu 1922 yılında Milli Mücadele günleriydi, Batı ve Doğu Cephesinde muharebeler devam ederken Anadolu’nun birçok mıntıkasında nasihat ve tembihlere rağmen fenalıklarını sürdüren birçok şaki grupla da mücadele devam edilmekteydi. Bunlardan birisi de Ordu, Mesudiye ve Bolaman ahalisine musallat olmuş “Soytaru (Soytarıoğlu)” çetesiydi. “Soytaru”  namlı İsmail’in başını çektiği çetenin teslim olması için Ordu Mutasarrıfı Faik Bey 2 Ağustos 1921 tarihinde teşebbüste bulunmuş ancak kendisinin görevden alınmasıyla teşebbüsü sonuçsuz kalmıştı. Faik Bey’in ardından Giresunlu Topal Osman Ağa’da Soytaru İsmail’e haber göndermiş, dağdan inmesi halinde affı için girişimde bulunacağı yönünde kendisine güvence vermişti. Topal Osman’ın bu manada Ankara ile yapmış olduğu görüşmeden beklenen netice alınmamış, Ankara Hükümeti’nin Soytaru İsmail’in affa uğramayacağını cezasını çekeceğini tebliğ etmesi ile son nokta konulmuş oldu. Akabinde Soyratu İsmail ve avenesinin fenalıklarından bertaraf edilmesi ve ele geçirilmesi için kolluk gücü devreye sokuldu.

Şebinkarahisar Mutasarrıflığınca oluşturulan ve Mutasarrıf Rıfat Bey’in (Vona)  başında bulunduğu Mürettep Jandarma Eşkıya Takip Müfrezesi 1922 yılı Temmuz ayının son haftası Soytaru çetesi üzerine harekete geçer. 27 Temmuz 1922 tarihinde Mesudiye Kazasına gitme planı olan Liva Tabibi Şerafettin Bey, eşkıya üzerine sevk olunan birlik mevcudunda tabip olmayışından rahatsız olmuş ve son anda müfreze ile harekâta katılmıştı. Ordu ve Mesudiye Jandarma Kumandanlıkları ile müşterek olarak eşkıya üzerine yürüyüşe geçilmiş, Murtaz Yaylası (Piraziz sınırlarında-Murtazın Yatakyeri olarak ta bilinir) ile Orta oba yayla sahası arasında Soytaru çetesi ile temas kurularak kısa süreli çatışma yaşanmıştı. Çeteyle ikinci temas Çambaşı Yassıyurt mıntıkasında kuruldu. Dört saat süren yoğun çatışmanın yaşandığı Çambaşı Yaylası Yassıyurt mıntıkasında Şebinkarahisar’dan sevk olan müfreze pusuya düşürülmüştü. Liva Tabibi Yüzbaşı Şerafettin Bey ve 10 asker, çetenin açtığı ateş ile şehit edilmiş, Şebinkarahisar Mutasarrıfı Rıfat Bey’de esir alınmıştı. 33 Yaşında şehadete ulaşan Şerafettin Bey ve on asker bu mevkide toprağa verildiler. Yüzbaşı Şerafettin Beyin en küçük kardeşi ise Cumhuriyet dönemi Türk Edebiyatının önemli şair ve yazarlarından Ahmet Kutsi Tecer’dir… Mekânları cennet olsun” 

1922’nin İlkbaharında meydana gelen bu olaydan sonra Mutasarrıf Ahmet Rifat’ın görevden alındığı söylense de 2005 yılında kızı Fatma Hanım ile yaptığımız röportajda; bunun doğru olmadığını söylemişti. Ahmet Rifat Bey, 05 Şubat 1924’de Ordu Valilik görevine vekâleten, 19 Eylül 1924’de ise asaleten atanmıştı. 04 Haziran 1925’e kadar görev yapıyor, 1925’de Ergani (o yıllarda il), 1929 Karaköse (Ağrı), 1931 Hakkâri (Çölemerik), 1933 Bayazıd (Ağrı-Doğubayazıd) valiliklerinde bulunuyor.

Mutasarrıf ve müfrezenin Soytaru çetesi tarafından teslim alınması ile ilgili TBMM’nin 19 Ağustos 1922 tarih ve 87 sayılı gizli oturumunda, Karahisar-i Şarkî Mebusu Memduh bey söz alarak şöyle diyor: “Karahisar-i Şarkî, Ordu ve kısmen Tokat Livasının Reşadiye kazası civarındaki asayişi ihlal eden bir çete vardır. Bu çete vaktiyle Pontusçular aleyhine istihdam edilmiştir. Jandarma komutanının ve o havalinin ahalisinin tazyiki üzerine bu çete vaktiyle Rumlar aleyhine çalışmış ve birçok muvaffakiyetler temin etmiştir. Bu Soytaru çetesidir. Bu çete derhal bertaraf edilmelidir.”[35]

Yıldırım Taburu sevk ediliyor

Karahisar-ı şarki’den (Şebinkarahisar) bölgeye sevk edilen eşkıya takip taburunun verdiği zayiat ve yetersiz kalması üzerine Soytaru çetesi üzerine daha donanımlı ve eşkıya takibinde ehil Yıldırım Taburu sevk edilmiştir. Eşkıyalık yapanların af edilmesi hususunda TBMM’nin 19 Ocak 1922 tarih ve 147 sayılı gizli oturumunda bir kanun kabul edilmiş, bu suretle birçok çete ve asker kaçağının asayiş bozucu hareketleri önlenmiştir. Bu aftan Soytaru İsmail de yararlanmış ancak kendini güvende hissetmediği için dağları tercih etmiştir.

Af kanununun 1. Maddesi: “Şekavet (Şakîlik) erbabından olup da şimdiye kadar istiman etmiş (teslim olmuş) veya iş bu kanunun her kaza merkezinde tarih-i ilanından itibaren bir mah (ay) zarfında istiman edecek kesan (kişiler) hakkında tecil-i takibat kararı ittihazına (takibinin ertelenme kararı alınması) ve ba’del icab (karar alındıktan sonra) bu babda bazı kuyut ve şurut (kayıt ve şartlar) vaz’ına (konulmasına) Hey’et-i Vekîle mez’undur” denilmektedir.[36]

Yıldırım Taburuna Ordu’dan da geniş katılımlar olmuş, askerlere Alman filintaları (tüfekleri) dağıtılmış, çeteler bir bir teslim olmaya başlamışlar. Yıldırım Taburu, Soytaru çetesine karşı aramalarına Fatsa, Bolaman, Perşembe, Ulubey, Kabadüz, Çambaşı, Mesudiye, Gölköy, Aybastı taraflarında devam ediyor. İsmail, adamları vasıtasıyla Yıldırım Taburu’nun hareketleri hakkında bilgi alıyor. Askerle çatışmaktan kaçınıyor. Yıldırım Taburu, Çambaşı’na varınca, Soytaru çetesinin Cinban yaylasında olduğu haberini alıyor, hızlıca hareket ederek çeteyi sargıya alıyor. Çatışma üç gün sürüyor. Bu çatışmada iki asker vuruluyor. Bu askerlerden birisi daha önce Ramadan köyüne zaptiye ile gelip İsmail’in evine yapılan baskında ayağından yaralanan, babasının “oğlum vaz geç” dediği, Mahmut oğlu Jandarma Başçavuş İsmail Hakkı’dır. Şehadet tarihi 01.12.1922’dir. Cinban Yaylasına gömülüyorlar. İkinci asker ise, Gülyalı Turnasuyu’ndan Mustafa oğlu 1895 doğumlu Ali’dir.


Bu olay TBMM’de tartışmalara sebep oluyor. 14.02.1923 tarihinde Samsun Mebusu Hamdi Bey tarafından TBMM’de verilen bir soru önergesinde, İçişleri Bakanlığından “Soytarıoğlu İsmail ve avanesinin yaptığı eşkıyalığın önlenmesi için ne gibi tedbirler alındığı ve çetenin ne zaman ortadan kaldırılacağı” sorulmuştur. Bundan çok kısa bir zaman sonra 1923 yılı Mart ayının 16/17 gecesi teslim olduktan sonra öldürüldüğü bildiriliyor.[37]


Teslim olmak isteyen Soytaru İsmail’in çatışmayla ele geçirilmesi ve vurulması:

Askerle çatışmaya giren Soytaru dağların yolunu tutunca, önce yanında bulunan çetelerin birçoğunu serbest bırakıyor. Bazı anlatımlarda ise bir kısım adamının Topal Osman’a sığındığı ve onun müfrezelerine yerleştirildiği yönündedir. Serbest kalanlardan sayıları az olan bir kısım adamı hükümete teslim olmuş ve bunlar Ordu cezaevine konulmuşlardı. Ağbi Mehmed, Küçük Hüseyin, Kör Ladir, Gabugo Nuri, ve Gabugo Tahir Ordu Hapishanesi’ne girenlerdendir. Soytaru’nun adamları içerde de rahat durmazlar; Ağbi Mehmed ve Küçük Hüseyin cezaevi (kilise) zeminine kazdıkları tünelle firarı göze alırlar. Ucu denize çıkan tünelden firar eden bu ikilini yokluğu iki gün sonra fark edilmiştir.  Soytarıoğlu’nun çetelerin bir bölümünü serbest bırakmasının sebebi gittikçe daralan çemberde kalabalık çete ile hareketinin azalmasıdır. İsmail, yanındakilerle yaylalardan yaylalara geçiyor. Giresun’un Elmalı Köyünden, Mesudiye’nin Yavadı Deresini geçip Zile Obasına, oradan Yaveli (Yeveli, Yeşilce) köyüne geliyor. Burada, Hüsamoğlu Kâzım Ağa’nın yanına gidiyor.

Ağaya kendisini takibe çıkan Yıldırım Taburu’nu soruyor. Ağa çok yakınlarda olduğunu söyleyince, İsmail, ağaya; Yıldırım Taburu’na teslim olacağını, bunun için Yıldırım Taburu’na haber vermesini istiyor. Ağa adamlarına bir mektup veriyor. Yıldırım Taburu komutanına gönderiyor. Komutan mektubu alıyor. Mektupta “Soytaru İsmail yanıma geldi, size teslim olmak istiyor” yazıyor. Yıldırım Taburu ağanın evini sargıya alıyor. İsmail yanında bulunan Çerkez Davut oğlu Halil ile teslim oluyor. Diğer çeteleri de daha önce gönderiyor. Yanında toplam 12 çete üyesi kalmış. Biri (Halil) öldürülüyor. On biri ceza evine konuyor. İsmail’in teslim olması veya öldürülmesi ile ilgili çok değişik anlatımlar yazılmaktadır.[38]  

Ben buraya sadece birini alacağım. Bir Yıldırım Taburu erinin anlattıkları: “Ben de Soytarıoğlu çetesini yakalamak için Samsun’dan yola çıkan Yıldırım Taburu’nda askerdim. Soytaruyu günlerce dağlarda aradık. Gürcü ağaları Soytarunun mutlaka yakalanması için tabur komutanına baskı yapıyorlardı. Bunun için komutana rüşvet teklif edildiğini duydum, alıp almadığını bilmiyorum. Mesudiye’nin Yaveli köyünde Soytaru ve Davut oğlu Halil, Kâzım Ağanın evinde teslim oldular. Ellerini bağlayıp tüfeklerini, kamalarını aldık. Yola çıkıp Ordu’ya getireceğiz. Ulubey’e gelince gece oldu. Bir handa mola verdik. Geceyi burada geçirip sabah yola çıkacaktık.

Gece herkesin uykuya daldığı bir sırada iki Gürcü asker, İsmail ile Halil’e süngü ile saldırıyorlar.[39] Davut oğlu Halil ölüyor, İsmail delik deşik olduğu halde ölmüyor. Askerlere “bende ölümsüzlük muskası var, beni öldüremezsiniz” diyor. İsmail’i soyup sağ omuzuna dikili muskayı alıyorlar, İsmail o anda can veriyor. Bu olay handa duyuldu, büyük bir kargaşa çıktı. Komutan kargaşayı durdurmak için çok uğraştı. Herkesi bir araya topladı “Bu olayı başkalarına anlatırsanız sizi vururum” diye tehdit etti. Orada bir tutanak tutuldu. Tutanağa “Soytarıoğlu ile Davut oğlu Halil, Ulubey’de handa tutuklu bulunduğu anda kaçmaya teşebbüs ettiklerinden çıkan çatışma sonunda, ikisi de vurularak öldürülmüştür” diye yazdılar. İki Gürcü kökenli askeri gönderdiler. Eli bağlı adamlar nasıl kaçmaya çalışır, tüfekleri olmadan nasıl çatışma olur, bunu kimse sorgulamadı.” … “Sabah olunca, Soytaru İsmail ile Davut oğlu Halil’in cesetlerini çıplak atın sırtına koydular, öylece Ordu Valilik binası önüne getirip darağacına astılar. O zaman kanun öyleydi. Ölü veya diri yakalananlar darağacında asılırlardı. Herkese ibret olsun diye. Tarih 1923’ün 16/17 Mart gecesiydi.” Yukardakileri anlatan Yıldırım Taburu askeri Sivaslı olup 1967 yılında Perşembeli bir öğretmenin Samsun’dan Sivas’a giderken trende karşılaştığında gelişen sohbet sırasında anlattıklarından alınmıştır.

Yukarıdaki kısma ilaveten bir başka bilgiyi de sizinle paylaşmak isterim. TBMM arşivinden ulaştığımız bilgiye göre bu muhasaraya katılan iki erin bilgisine ulaştık. Bu iki ere; “ Mesudiyenin Yerval Karyesinde şaki Soytarıoğlu İsmail çetesiyle beş saat müsademede (-çatışma) fevkalade fadakarlıklarına” binaen 1523 ve 1524 seri numaralı kırmızı kurdelalı İstiklal Madalyası verilmiştir. Bu bilgiden net olarak şunu öğrenmekteyiz ki; Soytaru İsmail ve adamlarının şahitlerin uzun yılların ardından anlattıkları gibi çokta kolay olmamıştır. Beş saat çatışarak ele geçirilmişlerdir. Tarihi vakalarda bazen sözlü anlatımlar bizleri farklı bilgilendirebilmektedir…

Neden Çınar Köyü’ne defnedildi?

Soytaru ve Davutoğlu’nun cansız bedenleri bir gün boyunca valilik binası önündeki darağacında sallandıktan sonra Civil Irmağının denize döküldüğü kumsal alana gömülüyor. Bir gün sonra İsmail’in Çınar köyünde evli kızı Zehra (Zühriye), Şerif Ağa ve Çolak oğlu Ali (Perşembe eski belediye başkanlarından), Ordu’ya gidip Soytarunun cesedini gömülü olduğu kumsaldan alıp Perşembe’nin Çınar köyündeki mezarlığa defnediyorlar. Ne olur ne olmaz diye mezar başında bir ay nöbet tutuluyor. Soytarunun Çınar mezarlığına konulasının iki sebebi var.  Birincisi: Soytaru İsmail’in ağabeyi Ömer ile aralarının açık olması. İkincisi: Ramadan köyündeki Gürcülerle husumetli olmasıdır. Gorgaze Yusuf ile Soytarunun kabirlerinin Ramadan köyünde olmaması, Soytaru çetesinin dağılmış olmasının yanı sıra Gürcü çetelerinin teslim olmuş olmaları daha sonraki günlerde Perşembe’deki Gürcülük-Türklük olaylarının sona ermesine sebep oluyor.

Esasen halklar arasında bir husumet yok. Çünkü o yıllarda Gürcülerle Türkler arasında kız alıp verme olayları olmuş. 1916 yılından 1923 Martına kadar devam eden olaylar daha sonra yerini; barış, sevgi, saygı, birlik ve beraberliğe bırakmıştır.

Görseller: Soytarıoğlu İsmail’in kabir taşı, Şehit Tabip Yüzbaşı Şerafettin Bey, Eşkıya İstanbulluoğlu Ramiz, Giresun Mutasarrıfı Nizamettin Bey, Şebinkarahisar Mutasarrıfı Rıfat Bey ve Ordu Mutasarrıfı Faik Bey.


SONUÇ: Bu araştırma yazısını hazırlarken maksadımız, geçmiş dönemde yaşanan olayları kim haklı, kim haksız gibi tanımlamaları yapmak, eski yaraları kaşımak değildir. Asla ve asla böyle bir niyetimiz olamaz. Yüzyıl önce yaşanmış olayları değişik kişi ve yazılı kayaklardan karşılaştırarak, tarafsız bir gözle olaylara bakıp anlatmaya çalıştım.

Başta da söylediğimiz gibi, Perşembeli çeteler ile ilgili akademik bir çalışma yapılmamıştır. Sadece 1987 yılında Yaşar Küçük adlı birisi Ramazan ve Yumrutaş köylerine gelip birkaç kişi ile görüşmüş. Doğu Karadeniz Bölgesi Eşkıya ve Kabadayıları, Türküler, Destanlar adlı kitabının 112 – 170 sayfaları arasında Soytaru İsmail ve çetesini anlatılmış. Konuştum dediği kişiyi İsmail’in kız kardeşi diye yazmış, hâlbuki konuştuğu kadın İsmail’in ağabeyi Ömer’in kızı.[40] Daha bunun gibi bir sürü asılsız şeyler. Bir de 1971 yılında Trabzon Karadeniz Teknik Üniversitesinden üç kişi köye gelmiş. O zaman hayatta olan, olayı görüp yaşayanlarla röportaj yapmışlar, ses kayıtları almışlar. Ama bu çalışmanın sonucuna ulaşamadık. İki olayı anlatarak yazımıza son vermek istiyorum.

Birincisi: 27 Ekim 2014 Pazartesi günü, bir arkadaşım vasıtası ile İstanbullu oğlu Ramiz’in torunu ile tanıştım. Dedesi hakkında sohbet ettik. Aynen şunları söyledi:

“Hocam seksen doksan yıl önce bir takım Gürcülük-Türklük olayları olmuş. Tıpkı 12 Eylül 1980 öncesi gibi insanları birbirine karşı kışkırtmışlar. Geçmişteki bir takım olaylara takılıp kalmamak lazım. O günler artık geride kaldı. Ben de bir Türk kızı ile evliyim, gayet de mutluyum”. Eşi de: “Ben bir Türk kızıyım, eşimle aramızda hiçbir sorun yok, çete olayları çok eskilerde kaldı” dedi. Bu mutlu çift, sanki o günlere takılıp kalanlara bir ders verir gibiydi.

İkincisi: Bundan otuz yıl önce, iki genç birbirlerine âşık olup severler. Ama kimliklerini sorgulamazlar. Nişan, nikâh, düğün yapılır. Bir hafta sonra, erkek evine gelin görmeye gidilir. Kız tarafı büyük bir sevgi ile karşılanır. Kız görmeye gidenlerin içindeki birisi ev sahibinin dikkatini çeker. Nereli olduğu, kim oğulları dendiği gibi ona sorular sormaya başlar.   Soru sorulan kişi, bir polis memurudur. Gelin kızın dayısı olduğunu, Perşembe’den Soytarularından olduğunu söyler. Ev sahibi “Soytaru” namını duyar duymaz, büyük bir öfkeye kapılır, gelinin dayısına doğru hamle yapar. Oradakiler araya girerler. Misafir bu duruma anlam veremez; “kardeşim birden öfkelendin, bir yanlış mı yaptık?” diye sorunca, ev sahibi “Soytaru çetesi seksen yıl önce babamı vurmuş, ismi duyunca birden öfkelendim, kusura bakma” diyerek mahcup bir halde cevap vermiş. Böylece gelinin Soytaru İsmail’in torunu olduğu ortaya çıkıyor. Zaman her şeyin ilacıdır derler ya; yaşanan kötü günler unutulmuş, bir vesileyle kader ağlarını örmüş ve Soytarunun kız torunu ile bir dönem acı yaşayan mağdur tarafın erkek torunu yuva kuruyorlar. Sonuç mutlulukla bitiyor. Seksen yıl önce başlayan kin ve nefret yerini sevgi, saygı ve beraberliğe bırakıyor. Ne mutlu, bu sevgi tohumlarını ekip örnek olanlara.  Bir daha tekrarlayalım;  olayları değerlendirirken lütfen o günlerin şartlarına göre yorumlayalım. Aksi, bizi ters yöne götürür.

KAYNAKLAR:

1. Mustafa ÇALIK, Ünye ve Çevresinde Rum ve Ermeniler, Çeteler ve Çete olayları.

2. Sıtkı ÇEBİ, Ordu Şehri Hakkında Derlemeler ve Hatıralar.

3.Yaşar KÜÇÜK, Doğu Karadeniz Bölgesi Eşkıya ve Kabadayıları, Türküler, Destanlar.

4. Nuri YAZICI, Terme Tarihi.

5. Fevzi GÜVEMLİ, Bir Zamanlar Ordu-Anılar, Yayına Hazırlayan, İbrahim Dizman.

6. Mert SERTOĞLU, Kahramanlar Kahramanı Hekimoğlu.

7. Oktay ÖZEL, Çürüksulu Ali Paşa ve Ailesi üzerine Biyografik Notlar, Kebikeç Dergisi Sayı 16, 2003.

8. Babinoğlu Halis Gürel’in Anıları, Yayına Hazırlayanlar, İbrahim Dizman, Hikmet Pala.

9. Avni İŞBAKAN, Haydar’dan Ramazan’a Ordu’da Bir Köy.

10. Necdet SEVİNÇ, İstiklal Harbinde Etnik İhanet.

11. M. Şakir SARIBAYRAKTAROĞLU, Osman Ağa ve Giresunlu Uşaklar Konuşuyor.

12. Süleyman BEYOĞLU, Milli Mücadele Kahramanı Giresunlu Osman Ağa.

13. E. Erden MENTEŞOĞLU, Giresunlu Fedailerle Konuştum, Onlar da Çıgındı.

14. Teoman ALPARSLAN, Topal Osman Ağa.

15. Emrullah NUTKU, Denizden Sesler Geliyor.

16. Süleyman BEYOĞLU, İki Devir Bir İnsan, A. Faik Günday ve Hatıraları.

17. Özen TOPÇU, Atatürk ve Samsun.

18. Başımıza Gelenler, Hazırlayan M. Ertuğrul DÜZDAĞ.

19. Prof. Dr. Yusuf HALAÇOĞLU, Ermeni tehciri.

20. Sıtkı ÇEBİ, Milli Mücadelede Ordu.

21. Ahmet CAFEROĞLU, Kuzey Doğu İllerimiz Ağızlarından Toplamalar.

22. Taner CAN, Ordu Türküleri.

23. Mithat BAŞ, İlkçağdan Günümüze Ordu Tarihi.

24. Kuzeyin Yıldızı Dergisi, Nisan 2013, sayı:1.

25. Heybe, Bilim Kültür Sanat Dergisi, Sayı 1, Yıl 2017.

26. Ordulu Şehitlerimiz, Ordu Valiliği.

27. Nüfus Kayıtları.

.............................

[1] Avni İşbakan, Haydardan Ramazana Orduda Bir Köy, s.282.

[2] İbrahim Dizman – Hikmet Pala, Babinoğlu Halis Gürel’in Anıları, s.125, sütun 1. Yaşar Küçük, Doğu Karadeniz Bölgesi Eşkıya ve Kabadayıları, Türküler, Destanlar, s.162.

[3] Avni İşbakan, A.g.e. s.266.

[4] Avni İşbakan, A.g.e. s.288.

[5] Yaşar Küçük, A.g.e. s.162.

[6] İbrahim Dizman, Hikmet Pala, A.g.e. s.76.

[7] İbrahim Dizman, Hikmet Pala, A.g.e. s.66.

[8] Sıtkı Çebi, Ordu Şehri Hakkında Derlemeler ve Hatıralar, s.282.

[9] Sıtkı Çebi, Milli Mücadelede Ordu, s.28-30.

[10] İbrahim Dizman, Hikmet Pala, A.g.e. s.76.

[11] Oktay Özel, Kebikeç Dergisi, Sayı 16, Yıl 2003, s.95-120.

[12] Mithat Baş, İlk Çağdan Günümüze Ordu Tarihi, s.371.

[13] Bk. Ömer Nasuhi Bilmen, Hukuku İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, İstanbul, 1969, Bilmen Basımevi, c.5, s.390. Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, Arazi maddesi.

[14] Bk. Ömer Nasuhi Bilmen, Hukuku İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, İstanbul, 1969, Bilmen Basımevi, c.4, s.86; H. 1274 Tarihli Osmanlı Arazi Kanunu.

[15] Hamit Baş, 2011 de yapılan kişisel söyleşiden.

[16] İbrahim Dizman, Hikmet Pala, A.g.e. s.125, sütun 1.

[17] Hilmi Aydın, 2004 de yapılan kişisel söyleşiden.

[18] İbrahim Duman, Hikmet Pala, A.g.e. s.60.

[19] Yusuf Halaçoğlu, Ermeni Tehciri, s.111.

[20] Sıtkı Çebi, Ordu Şehri Hakkında Derlemeler, Hatıralar, s.282.

[21] Beyoğlu, s.404.

[22] Sarıbayraktaroğlu, s.195-196.

[23] Beyoğlu,s.427.

[24] Emrullah Nutku, Denizden Sesler Geliyor, s.200.

[25] Fevzi Güvemli, Bir Zamanlar Ordu, Anılar, Hatıralar, Yayına Hazırlayan İbrahim Dizman, s.49,52.

[26] Sıtkı Çebi, A.g.e. s.284.

[27] İbrahim Dizman, Hikmet Pala, A.g.e. s.78.

[28] Yaşar Küçük, A.g.e. s.161.

[29] İbrahim Dizman, Hikmet Pala, A.g.e. s.79.

[30] İbrahim Dizman, Hikmet Pala, A.g.e. s.80.

[31] İbrahim Dizman, Hikmet Pala, A.g.e. s.67.

[32] Emekli Astsubay Başçavuş Selçuk ŞEN arşivinden.

[33] Ordu Heybe, Bilim,Kültür, Sanat Dergisi, Sayı 1, Yıl 2017, s.28-30; Yaşar Küçük, A.g.e. s.161-170; Ahmet Caferoğlu, Kuzeydoğu İllerimiz Ağızlarından Toplamalar, s.53, 79, 82.

[34] Kuzeyin Yıldızı Dergisi, Sayı 1, Yıl 2013, s.33. Araştırma: Adnan Yıldız.

[35] Sıtkı Çebi, A.g.e. s.281.

[36] Sıtkı Çebi, A.g.e. s.281.

[37] Sıtkı Çebi, A.g.e. s.282.

[38] Sıtkı Çebi, A.g.e. s.282; Yaşar Küçük, A.g.e. s.161-170; Fevzi Güvemli, A.g.e. s.49-70; İbrahim Dizman, Hikmet Pala, A.g.e. s.81; Kuzeyin Yıldızı Dergisi, A.g.e. s.34, Sütun 3, Araştırma: Adnan Yıldız.

[39] Heybe, Sayı 1, Yıl 2017, s.30, Sütun, 2; Ahmet Caferoğlu, A.g.e. s.53.

[40] Yaşar Küçük, A.g.e. s.165.

コメント

5つ星のうち0と評価されています。
まだ評価がありません

評価を追加
bottom of page