Ağa'nın Faresi: Korku ve Çıkar İlişkisinin Anatomisi
- Birol Öztürk

- 30 Eki
- 2 dakikada okunur
Ağa bu, şanından ötürü diyemediğini köyün delisine dedirtir ve köyün delisini kafaya alıp da aklını alır, akıllı geçinenin…

Orda bir köy, köyde bir deli varmış...
O köyün de komşu köyün de; o köyün delisinin de komşu köyün delisinin de ve de tekmil köylerin bilcümle mahlukatlarının sahibi bir ağa varmış... Allah bir, ağa iki!
Hâli pürmelâli ne kadar perişansa köylünün bir o kadar rahat ve huzur içindeymiş ağanın hâli, dirliği...
Badem yağıyla parlattığı kaytan bıyıklarını itinayla tarayıp, der daim boyalı körüklü çizmesini çekermiş dizlerine kadar. Has kumaştan cepkeninin cebinden sarkarmış altın kösteğinin altın zinciri, tam yirmi iki ayar. Rengeli fötür şapkası başında ve ucu boncuklu, sapı sığır derisi kırbacı elinde, sağ yanında kahyası, sol yanında sırtı tüfekli köy korucusuyla, körüklü çizmesinden gırç gırç sesler gelerekten, köyün tozlu, tezek kokulu yolundan varırmış kahvehaneye.
Ağa kahvehaneye girdi mi, delisi velisi bir hizaya gelip, ağayı hoş kılacak, eğlendirecek şeyler yapmanın telaşına düşermiş.
En kolayı da delinin işiymiş; deli ya, yaptıklarından ağa hoşnut olsa da olmasa da “delidir işte” nin arkasına sığınırmış.
Bir gün ağanın cebinden el kadar yeşil bir kadife düşmüş. Bu kadifeyi körüklü çizmesini her an parlatmak için taşırmış ağa cebinde. Deli, kadife parçasını önce fare sanıp bir irkilmiş. Maymun gibi cıyaklayıp, çekirge gibi zıplamış. Bu hâli de ağayı çok güldürmüş. Delinin fare korkusunu fark eden ağa, kulundaki bu zayıflıkla hunharca eğlenmeye başlamış, neredeyse her gün.
Kadife parçasını delinin ayaklarının dibine atıp, onun acayip hayvanlara benzeyen çırpınışını kahkahalara boğularak seyredermiş. Sonra da “var git konağa, sana un, ekmek, yağ, tuz” versinler dermiş.
Talimatı alan deli, ayakları kıçına vuraraktan ok gibi fırlarmış, konaktan yana.
Bazen yumurta, bazen şeker, bazen buğday, patates, soğan... Artık o an aklına ne gelirse ondan verirmiş ağa, eğlencesinin diyeti olaraktan deliye.
Ağa delinin korkularıyla eğlenerek gününü şen ederken deli de korkularını ağaya eğlence ederek yolunu bulup gidiyormuş. Ömür dediğin de böylece geçip gidiyormuş işte.
Bir gün ağa şehre gitmiş. Uzun da kalmış şehirde. Deli çok fazla uğramaz olmuş kahvehaneye, ağasız o günlerde. Her gün ağanın kahvehaneye geliş saatinde uzaktan bir kolaçan edermiş, ağanın olmadığını görünce de ayağını sürüye sürüye çeker gidermiş.
Yine böyle bir gün, uzaktan bakmaktaymış deli.
“Yahu hele gel. Bir çay iç” demişler.
Gönülsüz gönülsüz gelmiş deli. Her yanını tahtakurusu yemiş gıcırdayan bir sandalyeye ilişmiş. İnce belli, sırtı hareli bardakta gelmiş zift gibi demli çay. Beş şeker atıp “çan çan çan” diye karıştırmış çayını deli ve “hüüüürrp” diye çekmiş koca bir yudum. “Eehhh” diye damağını şaklatıp da pislikten kararıp çatlamış elinin tersiyle silmiş, elinden daha pis ağzını.
Üst baş perişan, bir ip çeksen kırk yama dökülecek, yalın ayak, başı kabak, karnı aç fukara bir köylü, ağaya öykünmüş ve birazcık eğlenmek istemiş ağa gibi. Delinin ayağının dibine bir kadife atıvermiş. Deli, göz ucuyla bakmış. Hiç oralı olmamış.
“Füüüüüüt” diye, bir yudum daha içmiş çaydan.
“Her hâlde görmedi” diye düşünmüş köylü, eğilip almış yerden kadife parçasını ve bu defa göstererek atmış yere. Delide yine bir kıpırtı yokmuş.
Fukara köylü bir iki daha denemiş, deli ııı ıııh!
Fukara köylü bir anlam verememiş tabi bu işe. Ağanın attığı kadifeden kudurmuş it gibi korkan, ağzından köpükler, salyalar saçarak hoplaya zıplaya kaçan deli, sanki bu deli değilmiş.
“Neden korkmadın be?” diye sormuş deliye, köylü.
Deli şöyle bir bakmış tepeden tepeden, köylünün dökülen perişan hâline.
“Ben bir tek ağanın faresinden korkarım” demiş.












Yorumlar